Nurhayat BEZGİN’LE SÖYLEŞİ – Esme ARAS

“Düştüğüm çukurdan çıkmaya çabalarken daha da derine indiğimin farkındayım. Üstelik de yapayalnız… Yerinden çıkacakmış gibi çarpan yüreğim soluğumu keserken, karanlığımda kaybolmamaya çalışarak…”

Ankaralı yazar Nurhayat Bezgin,  Ürün Yayınları’ndan çıkan ilk öykü kitabı “Karanlıkta Kaybolmayan”ı 2007’de okurlarının beğenisine sundu. “Kadın Öyküleri Ankara” ve “Kadın Öyküleri Avrupa” serisinde yer aldı; “Güzelim Memleketim” adlı öyküsü farklı dillere çevrilerek geniş bir okur kitlesine ulaştı. Edebiyatla ilişkisinin “disiplinli okuma, dinleme, gözleme ve değerlendirme yapmaya dayandığını” belirten Bezgin, aynı zamanda bir Ankara sevdalısı. Kitabındaki öykülerde Ankara, mekân olarak sıklıkla çıkıyor karşımıza. Yazarın “bilmezden, görmezden, duymazdan, gelsek de!..” alt başlıklarından oluşan öyküleri hayatın her aşamasındaki zorlu süreçlere, gerçeklere ve en önemlisi insana, “çoğuncası sessiz kadınlara” değiyor; toplumsal farkındalığımızı uyarıyor. Nurhayat Bezgin ile “yaşamsal gerçekliğin kurgusal verime dönüşümü” olarak nitelediği öykücülüğünü ve çok sevdiği Ankara’sı üzerine merak edilenleri okurlarımız için konuştuk…

“Ankara’nın çok saygın okur ve yazarlarının katkılarını yadsıyamam”

-Merkez Bankası’nın çeşitli kademelerinde geçen çalışma yaşamınızdan sonra sayısal verilerde olduğu kadar sözcükleri kullanmaktaki başarınızı da gösterdiniz. Edebiyat yaşamınızdan söz eder misiniz, öykülerle nasıl buluştunuz?

Öncelikle güzel sözleriniz için size ve bu söyleşi olanağını sağlayan Hürriyet Gazetesi’ne teşekkür ederim. Ankara ekinin edebiyatla buluşturulmasının okurlarınız açısından önemini de vurgulamak isterim. Belirttiğiniz gibi TCMB’ndaki çalışma yaşamımı,  genel müdür ve bankanın ABD Temsilcisi olarak tamamladım.  Ekonomik yorumlamayı,  sayısal gerçekliğin kimi zaman politikalardan nasıl da ayrıştığını gösteren rakam okumak olarak da değerlendirebiliriz. Tam da bu noktada, her şeyin okumayla başlayıp sürdüğünü söyleyebilirim. Gerek oldukça katı kuralları olan ekonomi dünyasında çalışırken, gerekse özel yaşamımda evlat, eş, anne ve benzeri doğal rolleri bulunan birey olarak yaşamın hemen her noktasıyla sürekli bağlantılıydım. Öykülerin temeli de insan ve onu sevmek değil midir? Beni giderek zenginleştirip çoğaltan birikimim, yolumu UMAG Vakfı’na düşürdü. Çünkü çok önemli bir disiplin olan edebiyatın,  yazınsal verimlerinin tekniğini ve kurallarını öğrenmem gerekiyordu. Katkılarını şükranla andığım değerli hocalarım Emin Özdemir, Mehmet Eroğlu, Çiğdem Ülker bana yazabileceğimi ve yazdıklarımın okunabileceğini öğreten eğitimi verdiler. Ayrıca, Ankara’nın çok saygın okur ve yazarlarının katkılarını yadsıyamam. Bütün bu süreçler beni edebiyata, öykü yazmaya ve okura ulaştırdı diyebilirim.

-Taş duvarların oluşturduğu koridorun ucunda, ışıyan aydınlığındaki kadın heykelinin, Lütfi Güner’in gözünden yansıtıldığı bir kapak fotoğrafınız var. Sizi bu fotoğrafı seçmeye iten etken nedir?

Dr. Lütfi Güner aynı zamanda bir fotoğraf sanatçısıdır.  Bu fotoğraf, Efes harabelerinin kemerleri arasında, gün batımında çekilmiş ve azalan gün ışığının yansıttığı bir heykele odaklanmış.  Diğer bir deyişle, karanlıkta fotoğraflanmış olmasına karşın yine de görünüyor heykel. Belki de kaybolmayarak binlerce yıl öncesinin kadim sırlarını anlatmaya çalışıyor bize. Tıpkı ‘’Hürriyet’’ ışığının aydınlattıkları gibi… Bu bana kitabımın son öyküsünün son tümcesini anımsattı. Çünkü kitap adıyla kapak fotoğrafının bütünlüğünü arzuluyordum.

“Önemli olan, yaşamın karanlıkta kaybolmayacak gerçeklerine odaklanabilmek”

-“Karanlıkta Kaybolmayan” öykülerin tümünü kucaklar nitelikte bir kitap adı. Bu tema ile özellikle aydınlığa ulaşmış kadınları mı imlemek/anlatmak istediniz?

“Atakların Paniği” adlı öykümün, kimliğini doktorundan saklayan kadın kahramanı umarsızlığını,‘’…karanlığımda kaybolmamaya çalışarak…’’diye betimliyordu. Neydi karanlıkta kaybolmayan? İlk akla gelenler bilgi ve insan oluyor. Önemli olanın, yaşamın karanlıkta bile kaybolmayacak gerçeklerine odaklanabilmek olduğunu düşünürüm hep. Kitap da bu gerçeklerden biridir sanırım.  Aydınlığa ulaşmış kadınları imlemeye çalıştığım da doğrudur.

-Öyküleriniz, romanlara özgü bölümler altında gruplanmış. Ayrı ayrı ve bir bütün içerisinde anlam taşıyan bölüm başlıklarının hikâyesi nedir?

Yaşam denilen güzel ama zorlu süreçte insan, bilerek ya da bilmeden üç maymunu oynuyor. Oysa bilmezden, görmezden, duymazdan gelsek de yaşam;  genellikle üzerek, acıtarak, korkutarak sürüyor. Hz. Ali, ‘’Haksızlığa karşı çıkmayan dilsiz şeytandır.’’ derken belki de bunu düşünmüştür?.. İşte sanatçılar tam da bunu yapmaya çalışıyorlar. Ses, söz ve dizeleriyle…  Kalem, fırça ve hareketleriyle…  Benimki de böyle bir çabanın ürünü sanırım. Tüm insanların, ama çoğuncası sessiz kadınların yaşadıklarını yazıya dökebilmek ve böylece toplumsal farkındalık sağlayabilmek… Üstelik de, yaşadıklarını yüreklilikle karşılayıp mücadele ederken hiç şikâyet etmeyen, olumlu ya da olumsuz karakterlerde ete kemiğe bürünmüş hepsi kurgusal öykü kahramanlarımın talebi olmadığı halde… Kimi okurlarımın, ‘’öykülerinizde kendimi ya da şu kişiyi buldum’’ benzeri sözleri bunu sağlayabildiğimi gösterdiği için çok mutluyum.

“Dikkati dağıtılarak kandırılan çocuklar gibiyiz”

-Yetiştirme yurtlarında geçen öyküleriniz var ve kitabınızın geliri bu yurtlarda kalan çocukların eğitimi için harcanıyor. Başka sosyal sorumluluk projelerine de destek veriyor musunuz?

Bu kaçınılmaz bir görevdir sanırım. Ben de bir çalıştay kapsamında devletin yetiştirme yurtlarında çalıştım. Şimdi de, büyük önderimiz Atatürk’ün yolundaki edebiyatseverlerle söyleşiler gibi katkılar sunmaya çalışıyorum. “Yardım Et” başlıklı öyküm, yetiştirme yurtlarındaki kimsesiz çocuklara adanmıştır. Bir de ana babası var olup da, devletin korumasına isteyerek bırakılanlar var ki, inanılması çok zor.

-Mesleğiniz gereği dünyanın pek çok kentine yaptığınız seyahatlerdeki izlenimlerinizi öyküleştirmişsiniz. Kültürler arası etkileşimde Türk kadınının yerini nerede görüyorsunuz?

Öykülerimde yaşadıklarımdan, gördüklerimden, öğrendiklerimden etkilenmiş olsam da hemen hepsi kurgusal olup yaşamsal gerçekliğin kurgusal verime dönüşümüdür diyebiliriz. Kültürler arası etkileşim teknolojinin de etkisiyle iyice artıp küreselleşme denilen ekonomik, politik değişim ve dönüşümlerle birlikte bozularak evrilen bir sürece dönüştü. Algılar olgulara dönüştürülürken, sanki dikkati dağıtılarak kandırılan çocuklar gibiyiz. İşte bu noktada hemcinslerimize büyük görev düşüyor. Yaptıklarımızın yapacaklarımıza gösterge olduğunu düşünüyorum. Yeter ki bir şeylere araç, bir yerlere payanda olmadan çalışıp gerçekten üretebilelim.

“İnsanlar da kentler de değişip bozulabilir ta ki, aklımız başımıza gelene kadar”

-Kentler hızla değişiyor, Ankara da… Onu seven yazarları bir araya getiren” Kadın Öykülerinde Ankara” derlemesine bir öykünüzle katıldınız. Bu çalışmadan söz eder misiniz?

Bu seri Sel Yayıncılığın güzel bir çalışmasıdır. Seçkilerin oluşum sürecinde, teklif götürülen yazarların öyküleri dikkatle değerlendiriliyor. Ben de o sıralar, çok etkilendiğim fotoğraflı bir gazete haberinin düşündürdükleriyle “Sorsana Beni” adlı öykümü yazıyordum.  Başkentimizle birlikte denetim elemanlarımıza güven temalı öyküm oldukça büyük ilgi gördü. İnsanlar da kentler de değişip bozulabilir ta ki,  her zaman güvendiğimiz “aklımız” başımıza gelene kadar. Umarım o süreç bireysel ve toplumsal bağlamda hep kısa olur.

-“Kadın Öykülerinde Avrupa” seçkisindeki öykünüzü, 13. Ankara Öykü Günleri’nde okurlarınızla bir kez daha buluşturdunuz. Bu öykünün temasını kısaca öğrenebilir miyiz?

Kadın Öykülerinde Avrupa kitabı, Europe in Women’s Short Stories from Turkey adıyla İngilizceye çevrildi. Değerli şair ve yazar Gültekin Emre, “Güzelim Memleketlim” adlı öykümün Bulgarcaya da çevrileceğini bildirince çok mutlu oldum. Güzelim; Türkçemizin çok özel sözcüklerinden birisidir.  Birçok olumlu anlamı çağrıştırır. Memleketlimde ise farklı,   kapsayıcı bir özellik vardır. Bu öyküyü tekliften çok önce, aynı memleketli sevecen ve çalışkan iki kadının yaşadıkları üzerinden kurgulamıştım.  Onlar öteki beriki değil, yalnızca sevgiyle kucaklaşabilen iki güzelim kadındı. Bunu hissedebiliyorsak insan olabiliyoruz değil mi?

“Ankara’mız giderek renksiz ve yorgun bir hal alıyor”

-Memleket özleminin, özellikle ait olduğunuzu düşündüğünüz bu kentin sizdeki yansımaları nedir, karanlıkta kaybolmuş ayrıntıları var mı?

Ankara benim için çok özel ve hırpalanmasına dayanamadığım dost bir kenttir. Bilirsiniz, kentler yaşayan organizmalar gibidir. Renkleri, kokuları, ruhları vardır. Dünya başkentleri güzellik ve özelliklerini ısrarla korurken Ankara’mız giderek renksiz ve yorgun bir hal alıyor. Ama umutsuz değilim. Karanlıklar engellemeye çalışsa da, o çabasını sürdürüp çiçek kokan neş’eli günlerine dönecektir.

-“Kitabınızda özellikle ‘Ankaralı’ öyküler okuduk. Bir “Konur Sokak” çocuğu olarak sizin Ankara’nız nasıldı, kentin büyürken birçok özelliğini yitirdiğini düşünüyor musunuz?

Kentler tabii ki değişir. Ama özellikleri yitirilmeden, yapılaştırılmasına özen gösterilerek, giderek artan göç olgusuyla dokusu bozulmaksızın. Genç Cumhuriyetimizin başkentinde, gururla ‘’Yenişehir’’ olarak adlandırılan, Bakanlıklar olarak da bilinen semtinin Konur sokağındaki Çırağan Apartmanı’nda büyüdüm, okudum, evlendim. Dahası çocuğumuzu da orada büyüttük. Saygın kamu görevlilerinin mütevazı bütçeleriyle yaşadıkları, mahalle bakkalı, kasabı dışında işyerinin olmadığı, dostlukların sıcacık sürdürüldüğü ve TBMM’nin bahçesindeki genç çam fidanlarıyla birlikte demokrasimizin yeşertilmeye çalışıldığı yıllardı onlar. Yazık ki yok edilip binalarıyla birlikte sokakları ve caddeleri; otel, kebapçı, bar ya da kahvehane işletmecilerine terk edilmek zorunda bırakıldı.  O bölgenin Mithatpaşa’ya, Meşrutiyet’e, Selanik’e saygı bağlamında isimlendirilen güzelim caddeleri, Karanfil, Konur, Olgunlar gibi anlamlı adlar verilen yemyeşil sokakları, birbirlerini tanıyan güler yüzlü insanları yok artık. Benzer şekilde;  tarihî dokularıyla Ulus ve AOÇ kaybolurken, adıyla uyumlu Söğütözü’nde akıllı (!) olduğu için pahalı evler ve AVM’ler var şimdi. Çankaya bir yana, yeni sayılan Eskişehir Yolu, Çayyolu, İncek gibi bölgeler de değişip bozuluyor.

Esme’nin notu: 30 Ağustos 2013’te Ankara Hürriyet’te yayımlanmıştır.

YAZAR:

Check Also

“TANRI VE KRAL İNDRA” ÜZERİNE BİR DENEME – SEDA ZENGİN

Yabancı, yabancı, gitme ve beni bırakma* paradesee jaana nai परदेसी जाना नै     . …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir