BİR YAPBOZUN ZAVALLI PARÇALARI – ALİ HİKMET EREN

George perec, ‘Yaşam Kullanma Kılavuzu’ adlı kitabının ilk sayfalarını bir yapboz’un kurulum ve yapım mantığına ayırıyor.  Roman, Paul Klee’nin “Göz, yapıtta kendisi için hazırlanmış yolları izler” önsözüyle başlıyor.

Aslında Klee, bir sanat yapıtının estetik özelliklerinden yola çıkarak, onu tüketenin kendi algı duyarlığına göre yorum ve izleme yapmasını anlatmaktadır. Algının seçiciliği, kişinin bir yapıta verdiği ya da vereceği değerin ölçüsünü de belirliyor.

Algı, bir yapbozun yapım aşamasında zaman’la ilişkiye girer en çok. Oluşacak nesne/resim kişinin algısıyla bağdaşmadığı sürece, zamanın uzaması da en muhtemel olasılıktır. Çünkü Perec, parçalardan çok bütün üzerinde duruyor: “Parça bütünden önce olmamıştır. Parça bütünü değil, bütün parçayı belirler.”

Bir yapbozun içinde saklı olan, aslında ‘ne’ olduğunu bildiğimiz, fakat elimizdeki parçalar dikkate alındığında karmakarışık olan bu resim aslında bir makina tarafından aynı şablon kullanılarak kesilir. Bu şablon da genellikle bir haç ya da insan figürü şeklinde olmaktadır. İç içe geçmiş tinsel duygular ya da birbirini tamamlayan insan figürleri bize parçalardan oluşacak ve aslında ‘sanal’ bir bütünlük kazandırır. İlginçtir; yapboz ingilizcede, ‘artık varlık nedeni olmayan, hiçbir zaman var olmamış’ anlamına da gelir.

Bozarak yapmaya çalışmanın mantığını insanın kendi zekasını test etmesinden daha önemli nedenlerde aramak gerekir. Var olan bir nesneyi bozarak, onu, kendi parçalarını kullanarak yeniden bütünleştirmenin, onu yeniden tanımlamanın psikolojik bir doyuma neden olduğu muhakkak.

Bir nesneyi olduğu şeklin dışına çıkarıp, bağlantıları sırasıyla tamamladıktan sonra, onu eski şekline sokmaya çalışıyorsunuz. Kafanızda onun nasıl olduğuna dair bir ipucu mutlaka var ve algımız bize hep aynı yolu göstererek, hep kaldığımız yerden, önceki doğrulardan devamla, yapbozu oluşturmamıza yardımcı oluyor. Yeni bir şekil/nesne oluşturma şansınız da yok. Çünkü yapboz, size yanlış yaptığınız her hamlede olmasa bile en azından bütünün tamamlanmasına yakın bir aşamada, son parçanın ya da parçaların bir bütünün eksik yanları olarak elinizde kalmasına neden olur.

Gelmek istediğim konu şu: Bizler de, elimizde, bir bütünün eksik kalan parçaları olduğu halde dolaşıp duruyoruz yaşamlarımızda. Parçaları nereye nasıl koyacağımızı bilmiyor, elimizde kalan parçaları oluşan ‘eksik bütün’ dışında nasıl değerlendireceğimizi, birkaç fazlalık için bir bütünü yeniden nasıl şekillendireceğimizi, hatta buna gerek olup olmadığını sorgulamakla geçiyor günlerimiz.y1

Yıkıp yeniden yaratmaya çalışmak oldukça zor. Buna cesaretimiz yok. Özellikle de, hata en başlarda ise bu kararı almanın zorluğu bir kat daha artıyor doğal olarak. Öyle olunca da elimizde kalan fazlalıklarla, onları ne yapacağımızı bilemeden, eksik olanı yaşamaya devam ediyoruz. ‘Neyi yarattığımız’ gerçekliğini kaybediyor, anlamsızlaşıyor zamanla. başka bir yapbozla sıfırdan başlamak, var olan yapbozu yeniden bütünlemeye çalışmak, öylece bırakmak var seçeneklerimiz arasında.

İnsanoğlu, elinde sürekli olarak parçalarını birleştirmeye çalıştığı bir yapbozun en önemli kahramanı;  kendini ören, kendini onaran ve kimi zaman da yanlış bir parçanın bütün içerisinde eriyeceği düşüncesinin verdiği hasarla kendini yaralayan bir kahraman. Bütün çabası bir yapbozun küçücük şekillerinin birleşerek anlamlı bir resme dönüşmesi için. O küçücük şekillerin hepsine ihtiyacı var. Bu şekillerin bir tanesinin eksikliği bile ruhunda, bilinç altında çok büyük yaralar açacak. Birleştirmeye çalışırken aslında parçaladığının, yanlış bir bütünü yeniden yeni adlarla oluşturduğunun farkında olmayacak.

Madalyonun diğer tarafı bir de; bütün parçalar yerli yerinde ve ama eksik olan bir şeyler var. Parçaları doğru yerlere koyduğunuzdan o kadar eminsiniz ki, yine de bir bütünü oluşturmak anlamında içinize sinmeyen, yanlış bir resim var ortada. Üstelik oluşturacağınız resimde kullanabileceğiniz hiçbir parça kalmamış elinizde.

Madalyonun diğer yüzü biraz daha karmaşık elbette. Yapboz size resim üzerinde değişiklik yapma şansını tanımıyor. Çünkü bir yapbozu tamamlamak için girdiğiniz yolun kuralları önceden belirlenmiş ve yalnızca bir tane çıkışı var. Bunu bilerek, kabullenerek başlıyorsunuz yola.  Yol sizi tanımlıyor, dönüştürüyor. Yeniden tanımlandığınızı görmeniz, bu durumu kanıksamakla birlikte mutlu bir yaşam sunabilir size. Sorun tam da burada başlıyor işte; madalyonun ikinci yüzünde!

Artık kabul etmek ya da reddetmek arasında ince bir çizgide duruyorsunuz. Kabul etmek yapbozun parçalarından biri olmak aynı zamanda. Daha doğrusu hem parçası hem de bütünü olmak. Kendinizi, bulunduğunuz yeri ve size verilen görevi yadsımak, yabancılaşmayı da beraberinde getireceğinden ve aslında böyle bir cesareti de kendinizde göremediğiniz için, bundan uzak duruyorsunuz. Aksi halde, olacaklara katlanacak gücünüz yok. Çünkü kendinizi ancak ve ancak bir bütün içinde anlamlı ve güvenli buluyorsunuz.  Parçayı da belirleyen bütün değil midiydi zaten?

Konuyu biraz dağıtmış gibi görünmekle birlikte, aslında bu yazıyı bir yapbozun kurulum mantığına ve yapbozun içinde gizlenen başka başka resimlerin çıkardıkları gürültü’ye bağlamanın da başka bir yolu yoktu. Sonuç olarak, yazmak tam da böyle bir şey işte;

Bir yapbozun, bulunduğu yerini sevmeyen, eğreti bir parçasının iç geçirmeleri sadece…

YAZAR:

Check Also

“TANRI VE KRAL İNDRA” ÜZERİNE BİR DENEME – SEDA ZENGİN

Yabancı, yabancı, gitme ve beni bırakma* paradesee jaana nai परदेसी जाना नै     . …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir