BİR ŞİİR İKİ ÇEVİRİ: ŞİİR ÇEVİRİSİ ÜZERİNE ÇEŞİTLEMELER – RECEP NAS

Kül Eleştiri dergisinin Eylül-Ekim 2005 tarihli, Tartışılan Kişi: Çevirmen konulu özel sayısında yer alan “Evrensel Poetika İçinde Bir Alan: Çeviri Şiir” başlıklı yazımızın bir bölümünde, Türkiye’de çeviri şiir çalışmaları alanındaki sorunlar irdelenirken, ilginç olacağı düşüncesiyle tek bir özgün şiirin Türkçede yapılmış iki ayrı çevirisi, konunun temellendirilmesi bazında bir örneklem olarak anılmış; fakat söz konusu yazının tematiği ve sınırları göz önüne alınarak ayrıntılı bir biçimde üzerinde durul(a)mamıştı.  Ancak, “…ama  özgün metinle çeviri şiir(ler) arasında yapacağımız ufak bir geziyle bunlar ortaya konulabilir(di). Ancak bu bir başka yazının konusu olabilir ve şiir çevirisinin ne olup olmadığı ya da nasıl olması gerektiği konusunda iyi bir örnek oluşturabilir.”  denilerek, yeni  bir yazı için kapı açık bırakılmış; bir çeviri denemesi üzerinden bir başka şair çevirmenin,    çevirisiyle dergi genel yayın yönetmenine “hangi konular üzerinde incelikli uyarılarda” bulunmuş olabileceği konusunda akıl yürütmelerde bulunmak yerine, şiir çevirisinin ne olup olmadığı ya da nasıl olması gerektiği konusunda deneysel bir yazı kaleme alınabileceği  duyurulmuştu. Bu yazıda Seamus Heaney’in “Digging” başlıklı şiirinin iki ayrı çevirisi üzerine irdelemeler yapılırken bir üçüncü çeviri denemesi olarak da biz bir çeviri seçeneği sunmaya çalışacağız…

 

İşte ilk iki dize:

 

Between my finger and my thumb

The squat pen rest; snug as a gun.

 

İşte bunlar da bu iki dizenin, iki ayrı çevirisi:

 

İşaret parmağımla başparmağım arasında

Küçük bir nasır var, silah gibi sıcacık. (N. Damar)

 

İşaret parmağımla başparmağım arasında

Güdük bir kalem; silah gibi tam oturmuş yerine. (N. Zekâ)

 

İşaret parmağıyla başparmak arasında yer alan bir ‘nasır’ mı bir ‘kalem’ mi? Her neyse, bu şeyin bir silah olduğu doğru da, yerinde sıcacık mı duruyor yoksa sımsıkı oturmuş mu? bu konuda ayrı düşülmüş. Bu ilk iki dizenin iki ayrı çevirisinde de bir yitim mi var, yoksa bir fazlalık mı? Silaha benzetilen şey (ki burada benzetme şairin kendisine aittir. ‘…snug as a gun’), bir kalem mi yoksa bir nasır mı? Olasıdır ki, N. Damar verilen savaşıma (özgün şiirde şairin kalemiyle şiir uğruna, babanınsa elindeki kazmayla toprağa karşı verdiği savaşa) “nasır” sözcüğüyle derin bir anlam yüklemeye çalışmış; ancak, bu arada tek bir sözcük üzerinden hem anlam yitimine hem de anlam kaymasına yol açmıştır. Şairin elindeki ‘şey’in kalem olduğu kesin, ama bunun sıfatıyla ilgili bir anlaşmazlık var: Nasır olmasını geçelim; bu ‘şey’ küçük mü, yoksa güdük mü? Bu noktada sorun ‘squat’ sözcüğünün temel ve yan anlamlarında odaklanıyor. Sözcüğün ‘güdük, bodur, ufak’ gibi anlamları var, ama alt anlamlarında, şehircilik terminolojisinde ‘gecekondulaşmaya’ da bir göndermede bulunan ‘mantar gibi, arsızca çoğalan’a vurgu yapılmakta. Burada, anlaşılacağı üzere vurgunun, ‘güdük’ sıfatını da kapsayacak biçimde kalemin ‘arsızlığına’ yapılması gerekmez mi, diye düşünüyorum ben. Zorlu bir iş yaşamında toprakla cebelleşen insanı mekanikleşme teması içinde sunan şiirde, dede geçmişe ait bir imge olarak kullanılırken baba, şimdiyi imlemektedir. Çalışmak eylemini bir tür yazgı olarak kabullenen İrlanda insanını bir prototip olarak betimleyen ‘Paddy’ sözcüğüne karşı bir anti tez gibidir bu şiir. Çünkü bu sözcükte İrlanda halkını küçümseyen, giderek aşağılayan bir yan vardır. Çalışmaktan, üretmekten başka bir şey düşünmeyen bu insan tipi, mekanikleşmenin modernist temasına karşılık gelmektedir. Kendisine karşı sürekli engeller çıkaran verili yaşamın “arsızlığı” karşısında yenilmezliğini tarihe bir not olarak düşürme peşindeki insanoğlunun (bu şiir özelinde İrlanda halkının) destanı gibidir bu şiir. Şairin böylesine güçlüklerle dolu bir yaşam ritüelinden kendisine çıkardığı pay, ‘sımsıkı kavranmış bir silah gibi’ elinde tuttuğu ve asla bırak(a)mayacağı kalemidir. N. Damar’ın yüklemeye çalıştığı o derin anlamı biraz yüzeyselleştirmek bahasına ve özgün şiirin özüne sadık kalabilmek adına bu sözcüğü şöyle içselleştirebilir miyiz?

 

İşaret parmağımla başparmağım arasında bir arsız kalem

Durur öylece; sımsıkı kavranmış bir silah gibi.(R. Nas)

 

İki çevirmenin çalışmasında bu iki dizenin ardından gelen şu  üç dizede de bir anlaşmazlık, dolayısıyla bir sorun olduğu gözleniyor. Özgün şiirle söz konusu çeviri denemelerini karşılaştıralım:

 

Under my window, a clean rasping sound

When the spade sinks into gravelly ground:

My father, digging. I look down

 

Penceremin altından, yüksek bir ses geliyor

Kazma toprağa girerken oluyor,

Babam kazıyor. Aşağıya bakıyorum (N. Damar)

 

Çakıllı toprağa bir çapa saplandıkça çıkan

Gıcırtılı sesler yükseliyor penceremin altından:

Babam toprağı kazıyor. Aşağı bakıyorum (N. Zekâ)

 

Her iki çeviriye baktığımızda şiir bilgisi gerektirmeyen; az buçuk İngiliz diline vakıf olmakla götürülebilecek bir çeviri ile karşı karşıya olduğumuz gibi bir yanılsamaya yaslanıldığını görebiliyoruz. N. Zekâ’nın çevirisi daha bire bir, daha bir sözcüğü sözcüğüne yapılmış bir çeviri iken, N. Damar’ın çevirisi el yordamıyla, özgün metni üstünkörü bir biçemle yoklayarak yapılmış bir çeviri, gibi duruyor. Her iki denemede de şairce bir yaklaşımın izlerine rastlayamıyoruz, ne yazık ki. Kuru, düz bir söyleyiş biçemi hâkim. Ancak, hakkını teslim etmek gerekir ki N. Zekâ’nın çalışması özgün şiirin iç sesini yakalamada, biçim ve özü harmanlamada daha başarılı bir deneme. N. Damar’da ise bu türden şiir tekniklerinden söz etmek bir yana, Türkçe söyleyişte, Türkçenin kurallarına uygunlukta bile sorunlar olduğunu görmekteyiz. “Yüksek bir ses”ten bahsederken büyük olasılıkla sesin desibelini vurguluyor, ama bu, şiirin iç sesini ne kadar yansıtıyor, su götürür. Ayrıca “yüksek bir ses” tanımlaması sizin de kulağınızı tırmalamıyor mu!?  “Penceremin altından, yüksek bir ses geliyor” dedikten sonra, bunu bir de “Kazma toprağa girerken oluyor,” diye açıklamak, açıklamaya çalışmak, bırakın şiirsel söyleyişi, düz bir söyleyişte bile acemice söylenmiş, sorunlu bir tümce izlenimi uyandırmıyor mu?  Belirtmek gerekir ki, bir de sözcükler üzerinde bir anlaşmazlık söz konusu. Örneğin N. Damar, dede ve babanın iş gördüğü aletin ‘kazma’ olduğunda ısrarlıyken, N. Zekâ’da bu alet çapaya dönüşmüş. Oysa   bizim  bildiğimiz  ‘spade’ geniş ağızlı, ortasından uzanan bir sapı olan bir bahçecilik aletidir ki, buna da ‘bel’ denir. Neyse. Asıl söylenmesi gereken, bu üç dizede vurgulanan eylemlerin bir ardışıklık içinde geçtiğidir. Belin toprağa girip çıkması; bu eylemin bir yansıması olan ‘canhıraş’ sesler ve şairin odasında bu farkındalığı enikonu duyumsayarak yaşantılaması… Şair bu üç dizede, aynı anda yaşanan eylemlerin yankılanmasıyla şiirde bir iç ses yakalamaya çalışmıştır. Ki bu iç ses, tekdüze bir çalışma yaşamının kısır döngüsüne ve giderek bir tür mekanikleşmeye de vurgu yapmaktadır. Bu anlamda Heaney’in “şiir damarına aşılanmak”, hem şiirin yazıldığı dönemi yansıtmak hem de otomatikleşmiş çalışma koşullarının temel verilerine yaslanmak bağlamında daha doğru bir çeviriyi gerektirmektedir. Burada şairin, doğal seslerin dilde yansıtılma tekniği(onomatopoeia) olarak bazı sözcükleri (rasping, gravelly gibi) özellikle seçtiğine ve yapılan işin tekniğini yansıtan sözcüklere (‘lug’, ‘shaft’)yer verdiğine tanık olmaktayız. Biçim ve özün birbirlerini bütünlemesi açısından bu şiir tekniklerinin yerindeliğini tartışmaya gerek yok sanırım. En doğru çeviri adına değil, ama özgün şiire en sadık çeviri olarak ben, bu üç dizeyi şöyle çevirmeyi uygun buldum:

 

Öldürücü darbeleriyle inerken bel toprağa

Canhıraş sesler yükseliyor penceremin altından:

Babam toprağı belliyor, ben bakarken aşağıya(R. Nas)

 

Bu üç dizeden sonra gelen bölümü her iki çevirmen de özgün şiirin dörtlük düzenine uygun olarak çevirmişler. Gerek N. Damar’daki gerekse N. Zekâ’daki sözcüklere yüklenen anlam açısından baş gösteren uyumsuzlukları bir tarafa bırakıyorum. Kaldı ki, kullanılan sözcükler üzerinden yapılacak irdelemede de görüleceği üzere, hem anlamsal hem de dörtlüğün ritimsel vurgusu açısından ilk elden kulağı tırmalayan seslerle karşılaşmaktayız. Bakın nasıl?

 

Till his straining rump among the flowerbeds

Bends low, comes up twenty years away

Stooping in rhythm through potato drills

Where he was digging.

 

Terleyen sırtı saksılara değerken

Çok eğiliyor, yirmi beş yıl ötelere gidiyor

Eğiliyor coşkuyla, şimdi kazdığı

Çukurların arasına. (N. Damar)

 

Çiçek tarhları arasında debelenen kabaları ine çıka,

Kalkıp yirmi yıl öncesinden gelinceye kadar.

Bir ritim tutturmuş, eğilip kalkıyordu kendi kazdığı

Patates çukurları boyunca. (N. Zekâ)

 

Heaney, bu şiirinde söyleyeceğini eğip bükmeden, doğruca söylemiştir. Mekanikleşmiş bir iş yaşamında bir makinenin yorulmazlığıyla sürekli üreten, hep üreten İrlanda halkının zorlu yaşamını önce babası sonra da dedesi üzerinden şiirleştirmiş; onların hayvanca bir güdülenmeyle yaşamı her gün yeniden üretmelerini anlatmaya çalışmıştır. “Rump” sözcüğünün seçilmesi boşuna değildir, kısacası. Çünkü bu sözcükle gerçekten bir hayvanın “kıçından” söz edilmekte, bütün gövdeleriyle işe koşulan hayvanlara gönderme yapılmaktadır. Bu, atalarını bir tür aşağılama biçiminde değil, aksine yüceltme olarak şiirde yer almıştır. Baba ve dede ikilemesinde geçmişle şimdi birbirine bağlanmakta; şairin elinde tuttuğu kalemle de geleceğe gönderme yapılmaktadır. Öyle patates tarhları arasında güle oynaya çalışan insanlar değildir söz konusu edilen; canını tırnağına takıp çalışan, sürekli üreten insanlardır…

Ayrıca söylemeden geçemeyeceğim, patates tarlasında saksının ne işi var!? Geçelim…

Öz ve biçim arasındaki uygunluk kadar dilde ekonomi ya da fazlalıklardan arındırma biçiminde tanımlayabileceğimiz edebi yaklaşım teknikleri, diğer türlerde olduğu kadar, belki de daha fazlasıyla şiir sanatı için geçerlidir. Şiirde her unsur gerektiğince yer almalı. Ne bir fazla ne bir eksik. Binlerce çiçeğe konup bir parmak bal elde edebilen arının çiçeklerle işi bitmiştir artık. O binlerce çiçeği anlatmaz bize arı. Şair de öyle değil midir? Sözcükleri kullanır ama önümüze koyduğu sözcükler değildir. Kendisini anlatmak kaygısındaki bir şiir, böyle bir misyon yüklenmişse ve bunun gereğini yerine getirirken daha çok, daha çok sözcüğe gereksiniyorsa o bir şiir değildir artık. Örnek mi? Bakın şu dizeler N. Zekâ’nın dilinde nasıl bir anlatıya dönüşmüş. Bir düzyazı biçiminde yazılsalar, bir şiirin parçası olduğunu anlayamayacağız handiyse. Gerçi şiirsel düzen içinde dahi anlatımsallıktan kurtulabildiklerini savlamak ne kadar olanaklı, o da tartışılır. Ayrıca seçilen sözcükler temelinde de bazı sorunlar olduğu kolaylıkla görülmekte. İşte birkaç örnek: Bizim bildiğimiz ‘çapa’ elle kullanılan bir tarım aletidir ve büyük türleri yanında küçükleri de vardır. Büyük türleriyle genellikle patates, havuç ya da pancar gibi ürünler hasat edilir. Ama ne küçüğünü ne de büyüğünü kullanırken ayaklara ihtiyaç duymazsınız. Aşağıdaki alıntıda görüleceği üzere, haliyle ‘kunduraların’ çapanın üstünde ne işi var, diye sormadan edemiyor insan. Küçük bir aletin küçük olan ‘sapını dizin iç kısmına nasıl oturtacağız’ da toprak kazacağız; bunun için bir ustalık gerekiyor mu, ayrıca bir merak konusu. ‘Çapanın parlak kenarını’ derine nasıl saplayacağız!? Taş çatlasın on santimetrelik bir demir parçası ne kadar derine gidebilir ki. Kısaca, ‘bel’ dururken ‘çapada’ ısrar etmenin anlamı ne!?

Hangi türde olursa olsun, konuyla ilgili teknik bilgilere sahip olmadan çeviriye kalkışmak da, ayrı bir çeviri sorunsalı olarak karşımıza çıkıyor, görüldüğü üzere.

 

“The coarse boot nestled on the lug, the shaft

Against the inside knee was levered firmly.

He rooted out tall tops, buried the bright edge deep

To  scatter new potatoes that we picked

Loving their cool hardness in our hands.”

 

 

“Eskimiş kundurası çapanın üstüne yapışmış, dizinin

İç kısmına oturttuğu sapı, rahatça kaldırıyordu.

Uzamış filizleri söküp, çapanın parlak kenarını

Derine saplıyordu, yeni patatesler yetişsin diye.

Onları topluyor, seviyorduk avucumuzda hissettiğimiz

Soğuk sertliklerini.” (N. Zekâ)

 

N. Damar’ın denemesine gelince:

 

“Kaba saba botları askıda, sıkıca kaldırıyor

Karşısındaki boruyu.

Toprağa gömdü, pırıldayan uzun filizleri

Yeni patatesler olmaları için,

Onların sıkılığını, ellerinde duyumsuyor.” (N. Damar)

 

Görüldüğü gibi, N. Damar, Sayın Zekâ denli yoğun bir anlatıma başvurmamış. Dilde ekonomi yapmak mı istemiş, yoksa bazı dizeleri çevirirken zorlanmış mı, her neyse, ortaya koyduğu, ‘fazlalıklarından arındırılmış’; hatta oldukça eksikli diyebileceğimiz bir çeviri. Örnekleyelim: Bu dizelerin (bundan öncekilerin de olduğu gibi)kahramanı, şairin babası. Bu doğru, ama babanın yanında çocukları da var. Ne var ki N. Damar bunları görmüyor.  Ayrıca baba ‘botlarını’ bir ‘askıya’ asmış! Bir de ‘boru’ var, sıkıca kaldırdığı. Bu boruyu ‘sıkıca’ kaldırırken patateslerin ‘sıkılığını’( ne demekse!) da ellerinde duyumsuyor. Sanıyorum burada şiir içi uyak düzenini yakalamaya çalışarak içsessel bir uyum vermeye çalışmış.

Kuşkusuz şiirin tümü bu kadar değil. Ancak bu yazının temel ereği açısından bu kadarının yeterli olduğunu düşünüyorum. Bilindiği gibi, temel çıkış noktası sorgulayıcılığı olan bilim, tek bir doğrunun peşinden gitmez. Bilimde doğrular yoktur; araştırılması gereken problemler ve bunların çözümüne yönelik ortaya konulmuş yaklaşımlar vardır. Günümüzde çeviri de bir bilim dalı olarak ele alınmakta ve diğer bilimler için geçerli olan genel geçer kurallar burada da birer düstur olarak benimsenmekte. Ancak, şurası da açıktır ki, ortaya konulan ürünlerin söz konusu bilimin temel verileri içinde yer almayı hak etmeleri gerektiği yönünde ortak bir kanı da gelişmiş bulunmaktadır. Bu ortak kanıdan hareketledir ki, ‘nihayetinde bir şiir çevirisi diye bakılabilecek’ bir konuda bu denli uzun söz etme gereği duyduk. Yoksa başkaca bir amacımız yoktu…

Son olarak aynı özgün şiir için kendi çeviri denememizi vermenin kaçınılmaz bir görev olduğunu söylemeliyim. Kuşkusuz bunu yaparken ‘tek doğru çeviri, tek yetkin çeviri budur’ gibi bir gözüpeklikle çıkmıyorum okur ve eleştirmenler karşısına.  Taşımak zorunda olduğumuz bilimsel tavır böyle bir cengâverliğe izin vermez, herhalde…

İşte Seamus Heaney’in “Digging” başlıklı şiiri için benim çeviri önerim.

KAZMAK

 

Seamus Heaney

 

İşaret parmağımla başparmağım arasında bir arsız kalem

Durur öylece; sımsıkı kavranmış bir silah gibi.

 

Öldürücü darbeleriyle inerken bel toprağa

Canhıraş sesler yükseliyor penceremin altından:

Babam toprağı belliyor, ben bakarken aşağıya

 

Kıçından terler akarken çiçek tarhları arasında

Eğilir yerlere dek, döner yirmi yıl öncesine

Devinir durur bedeni patates kümeleri boyunca.

Kazıp durduğu bu yerde.

 

Kaba saba çizmelerini indire kaldıra ağır aksak

Dayamış da dizini belin sapına, yükleniyordu tüm gücüyle.

Söküyordu kökünden uzun  sürgünleri ve gömüyordu

Canlı dal uçlarını derinlere, yetişsinler diye

Topladığımız patateslerden yenileri

Sevgiyle  duyumsarken  ellerimizde her birini diri diri.

 

Tanrısal bir güçle nasıl da sarılırdı bele yaşlı adam

Tıpkı yaşlı bir adam gibi kendi soyundan.

 

Ne çok kesek kaldırırdı dedem yerden bir günde

Toner bataklığında günücü gözler hep üstünde.

Süt götürmüştüm ona bir keresinde

Ağzı eski püskü bir kâğıtla tıpalanmış bir şişeyle.

Doğruldu yerinden, tam içecekken kalkıp ayağa

Savurtmaya durdu omuzları üstünden dilim dilim kesip de çimleri

En iyi çime ulaşmaktı tüm çabası.

Kazıyordu durmadan derinlere salıp belini.

 

Çürümüş patatesin baygın kokusu, sırsıklam turbalardan

Gelen şapır şupur sesleri, tersyüz edilmiş çim kesekleri

Kafamın içine uzanıyorlar kökleriyle.

Ne ki bir belim yok, düşüp gitsem peşlerine bu adamların.

 

İşaret parmağımla başparmağım arasında

Bir arsız kalem durur öylece.

Kazacağım ben de onunla kendi toprağımı

 

Türkçesi: Recep NAS

Meraklısı için not: Sayın Nice Damar’ın çevirisi için Varlık dergisinin Ocak 2001 sayısına, Sayın Necmi Zekâ’nın çevirisi içinse yine aynı derginin Şubat 2001 sayısına bakılabilir.

YAZAR: medakitap

mm

Check Also

“TANRI VE KRAL İNDRA” ÜZERİNE BİR DENEME – SEDA ZENGİN

Yabancı, yabancı, gitme ve beni bırakma* paradesee jaana nai परदेसी जाना नै     . …