T.S Eliot, Kadınlar ve Cinsellik— Kısa Bir Değini
Ozansı dehası Ezra Pound tarafından keşfedilen; önce 17. yy metafizik şairlerinin etkisiyle daha sonra 19. yy Fransız sembolistlerinin–ki Baudelaire ve Laforgue başta gelen şairleriydi– etkisinde şiirler yazan, deneme ve oyun yazarı, eleştirmen ve asıl edebiyat dünyasında saldığı ün ile bir İngiliz şair, Thomas Stern Eliot. Daha Harvard’daki ikinci yılında Baudelaire ve Laforgue şiiriyle tanışır. Boston burjuvazisinin geleneksel düşünce kalıplarını ve tercihlerini hicveden şiirler yazmaya başlar.
Burada J.Alfred Prufrock’un Aşk Şarkısı özelinde de görüleceği üzere kadın cinsine karşı taşıdığı, nefrete varan duygusu ve geleneksel yaşam biçimlerinin dayattıkları arasında sıkışıp kalan Eliot, kişilik yapılanmasında oluşan yarılmalarla birlikte cinselliği yozlaştırıcı bir güdü olarak göregelmiştir. Kadınlara karşı duyduğu korku ve nefretin temel nedenini çocukluğuna kadar götürebiliriz (Ackroyd). Annesi, kız kardeşleri ve bakıcısıyla çevrelenmiş bir aile ortamında, içinde yaşamak zorunda kaldığı sevgi ve şefkat çemberinin o daracık alanı kadınları erotik yanlarıyla düşünmekten alıkoymuştur. Henüz yirmi iki yaşındayken (1910) yazmaya başladığı Prufrock’un Aşk Şarkısı’nda içinde yoğrulduğu bir yaşamın yarattığı kişilik bölünmelerine değgin izler görülmektedir.
Prufrock Çıkmazı
“J.Alfred Prufrock’un Aşk Şarkısı”* (1917); T.Stearns Eliot’un çağdaş klasik sanat anlayışı içinde “Gerontion” (1920), “Çorak Toprak” (1922) ve “Dört Kuartet”(1935-1942) adlı yapıtlarıyla birlikte değerlendirilen yapıtıdır. Bu çalışmada yapıta adını veren şiir bağlamında çağdaş insanın çıkmazları sergilenmeye çalışılacaktır.
Şiir, trajikomik bir figür olarak Prufrock’un anlıksal açmazlarını dramatize etmektedir. Prufrock, “dış dünyanın kargaşası ve değişken akışı içinde kaybolmuş, özgür iradeden yoksun bir eşya olarak” çıkar karşımıza (1). Bütünüyle Laforgue tarzında bir alaysamayla ele alınan, gittikçe ‘cüceleşen’ bir adamın kişilik biçimlenişidir, şiirde içkinleşen. Son adı olan Prufrock’ta bir sözcük oyununa başvurularak İngilizcede ‘Proof-Rock’ ;yani Türkçedeki karşılığı ‘denektaşı’ olan ‘touchstone’ sözcüğüyle değişmeceli anlamda, çağdaş insanın şiirin kahramanı üzerinden denendiği sonucu çıkarsanabilmektedir.
Eliot, “çözük bir kültürün ürünü olan çağdaş insanın psikolojik sayrılığını, onun kişiliğindeki çözülmenin ve parçalanmanın bir sonucu olarak görmüştür” (2). Kişilik çözülmesi, giderek parçalanması Prufrock’ta (şiirin örgüsüne de yansıdığı biçimiyle) üst düzeydedir. ‘Sen’ , ‘ben’ ve ‘biz’ adılları bağlamında, çözük kişiliğinde çağdaş insanı bütün çıkmazlarıyla temsil eden bir Prufrock öykülenir şiirde. Daha ilk dizede, “Gidelim öyleyse, sen ve ben,” diyerek okura seslenilir gibi görünse de, ‘Sen ve ben’ çoğul adılıyla Prufrock’un farklı iki kişiliği ortaya konmuştur. ‘Sen’ ne yaptığını bilen, ayakları yere basan Prufrock’u ; ‘ben’ ise, iç monologundan da anlaşılacağı gibi, “katı burjuva şekilciliğinin sımsıkı bağladığı; son derece utangaç, endişe ve korku içindeki diğer Prufrock’u” (3) temsil etmektedir.
Akşam vaktini eterlenmiş bir hastaya, (…./Göğe karşı sere serpe yatarken akşam / Eterlenmiş bir hasta gibi masada; /….) sokakları uzun ve sıkıcı tartışmaların yaşandığı bir sahneye (…./Sokaklar ki sıkıcı bir ağız dalaşı gibi/ Gizli bir amacın ….) benzetmesiyle; ve sise aylak aylak dolaşan bir kediyle değişmeceli bir anlam yüklemesiyle (…./Pencere camlarına sırt sürten sarı sis,/ Pencere camlarına burnunu sürten sarı duman, /….) okura verilen Prufrock’un zihinsel açmazlarıdır aslında. “Hastalığının belirtilerini bilmekte” (4) ve fakat bunlardan kurtulması için göstermesi gereken savaşımcı ruhu kendinde bulamamaktadır. Dış dünyayı karmaşık iç dünyasının bir yansıması olarak görmekte; çoğul bir kişilik yapılanmasından tekil olana yönelişle hareket etmektedir. Ruhunda yaşadıklarının nesnel karşılıkları olan dışındaki dünyaya değgin unsurlar, handiyse kişiliğiyle bir özdeşlik göstermektedir. Bu özdeşleşme, (…./Ve aslına bakarsanız olacaktır zamanı / Merak etmenin, “Cüret eder miyim?” ya, “Cüret eder miyim?” / Geriye döndürmeye zamanı ve merdivenleri inmeye, / Bir kellikle tam ortasında saçlarımın– / (Diyeceklerdir: “Nasıl da cılızlaşıyor saçları!”) / Sabahlığım, çeneme doğru dimdik uzanan yakam, / Basit bir iğneyle tutturulmuş şık ve sade kravatım– /…) dizelerindeki duygusal çarpıtmalara başvurması biçiminde kendisini açık bir biçimde göstermektedir. “Parçalanmış bir atoma benzeyen” Prufrock, fiziksel ve düşünsel deneyimlerini duygusal açıdan çarpıtarak sürdürmektedir yaşamını. Çünkü, ‘katı burjuva şekilciliği’ içinde biçimlenen ve sürdüğü orta yaş bocalamalarının yansımalarıyla oluşan kişiliği duygusal yaşamını dumura uğratmıştır. Öyle bir yapılanmayla biçimlenmiştir ki, olmakla olmamak arasındaki o ince çizgide gidip gelmektedir. Orta sınıfa özgü duyarlıklardan, Mikelanjelo’dan bahseden kadınlar bağlamında söz edilmesi, çağdaş insanın ‘kendi’ olamamak sorunsalının hicvedilmesi bakımından çarpıcıdır, ayrıca. Kendi olabilmek, “kendini bilmek, gerçek varoluşa ulaşmak ve böylece başka dünyaları anlayabilmek anlamına gelir ki, bu, gerçek ve insani aşk demektir. Purfrock’un çıkmazı tam da bu noktadadır işte. Bu çıkmazın farkına varmasıyla birlikte sorumluluktan kaçar; hayal dünyasında gezer, hayali sevgiliye mazeretler sunar. Cesareti cürete dönüşür. Sonuçta giderek ‘cüceleşir’ ve ezilir.” (5)
Eliot, çağdaş insanın acıklı durumunu açımlarken onun ‘kendisine ve topluma yabancılaşmasını ve tanrısından kopukluğunu’ bu genel geçer durumun nedenleri olarak sıralamaktadır. Maddesel temelde ‘eşya’yla hemdem olan çağdaş insanın kendisine yabancılaşması kesinleşmiş bir sonuç iken, tanrısıyla hemdem olurken etik değerlere yabancılaşması, onun paradoksal ruh yansımaları olarak nesnel değerini bulmaktadır. Yoksa çağdaş insan, kutsal kitaplardaki ‘bozguncu tanrı’ olarak mı kendini gerçekleştirmektedir giderek? ‘Eşref-i mahlukat’ olma icazetini tanrısından ‘koparan’ çağdaş insan, neden olduğu çevresel kirlilikler, doğa yıkımları, savaşlar, açlık ve yokluk ile çarpık bir mimari yapılanmaya boğduğu dünyasında arabeske varan bir yaşam anlayışıyla ruhsal karmaşalarının nesnel yansımaları biçiminde kendini gerçekleştirirken kendi cehennemini de kurmuş olmaktadır. Çağdaş insanın denektaşlığındaki Prufrock, Dante’nin Guido’su gibi ‘zekasını kötüye kullanmış; ancak Guido gerçek cehennemini yaşarken’ Prufrock daha hayattayken kendi cehennemini yaratmış; Guido yeniden günah işleme gücünü kendinde bulurken Prufrock, kendisini duygusal deneyimlerine terk etmiş bir kişi olarak zekâsını kötüye kullanıp günah işlemek sansından bile yoksun kalmıştır. (6) Çağdaş insan, Guido’nun ve Prufrock’un özdeşliğinde kendini yaratan paradoksal bir olgudur. Ya yarattığı cehennemin ateşinde bütün insanlığı ateşe vermekte bir an olsun tereddüt etmeyecektir. Ya da ‘olgunluğa ve yeniden doğuşa dönemeyen bir insan’ olarak ‘bir hiçlik’i yaşamaya yazgılı kılacaktır kendisini.
devam edecek…