GÜNSÜZLER – 0 / İlker ÜLGEN

Bu metinler iki ayrı kişinin günlükleri olarak bir gemi kalıntısında yan yana bulunmuştur. Bu iki kişi aynı mekân ve zamanda bir arada bulundular mı buna dair kesin bir bilgi yok. Zaten kalıntıda keşfedilen belgelerde onlara dair başka bir isim ve iz de yok.

Kader birliği etmiş bu iki anonim ismin metinlerinde yoğun bir biçimde bulunan yazım hatalarını düzeltmek dışında hiçbir değişikliğe gitmeden bu günlükleri bir arada yayımlamaktan kıvanç duyuyoruz.

 

Sevgili Günlük,

Hoş, neden sana karşı böyle bir his beslemem gerektiğini anlamıyorum, zira seni tanımıyorum. Ama öbür taraftan da kendime şunu sormalıyım: Neyi biliyorum ki? Bir tek ağlamayı, atmosfere çeşitli sera gazları salmayı, altlı üstlü bazı çıkarımlar yapmayı. Neden mi bu kadar az biliyorum; ah pardon, bahsetmedim tabii, böyle birdenbire, sanki hep benimle birlikteymişsin gibi, damdan düşer gibi… Haklısın. En baştan alalım.

Bugün benim doğum günüm. Hem de ilki! Yok, ilki bile değil, sıfırıncısı. Bu ne demek ki şimdi? Zaten kafam şuna hiç basmadı, yani hiçbir zaman basmayacak demek istedim ileride. Yeni doğmuş bir çocuğun ilk doğum günü doğduğu gün müdür, yoksa yıl dönümü mü? Aman, boş ver, boş ver böyle ağır konulara girmeyelim, daha şunun şurasında doğalı ne kadar oldu ki, birkaç saatçik!

Şimdi sana bu ilk yolcuğumu anlatarak başlamak istiyorum tanışlığımıza. Yolculuk epey zorlu geçti. Ben kuş yuvası kılıklı köhne evimde halim selim oturmuşken, ara sıra da evimin soluk duvarlarının rengini mi değiştirsem, diye kararsızlık içinde dört dönerken, birden ayaklarım yerden kesiliverdi. Aman tanrım, ne oluyor, yok mu bir hayırsever vatan evladı, beni bu zelzeleden, heyelandan, selden kurtarıversin, diye haykırıyordum ki bir de baktım iş bayağı zevkli olmaya başladı. Terse döndüm, eğlence kaydırağı gibi hooop kayıverdim. Tam da bir daha yapsam mı acaba, diye düşünüyordum, ah kafam çıkış kapısına sıkışmasın mı! Bir ağrı girdi ki başıma hiç sorma. Ömrümde böyle ağrı görmedim. Aslında neyi görüp görmediğim tartışılır bir konu ya, olsun. Yok mu bu feci migrenin bir çaresi, ilacı, diye homurdanırken orada, kafamın yumrularından bir el yakaladı, başladı çekiştirip durmaya. Lan bırak, çekiştirme, kıracaksın, o kafa bana ileride çok lazım olabilir, dedim ama bir türlü duyuramadım. Ağzım eşiğe sıkışmış olacak zannımca. Neyse ki şansım yaver gitti, birden kayıverdim o kovuktan.

Soluk bir aydınlıkta buldum kendimi. Bir soğuk, bir soğuk, sorma gitsin. Artık kaloriferi mi kapatmışlar, kömür almaya paralarına mı kıyamamışlar bilemem. Ama biraz ayıpladım, misafir var değil mi, azıcık özen gösterilir. Bir de üstüne üstlük çıplağız tahmin edebileceğin gibi. Mabadım donduğundan başladım kibarca zırlamaya. Bırakın beni lütfen, bırakın girivereyim geri, havalar iyileşince çıkarın, şu soğuklar hele bir geçsin, o zaman söz, ben kendim geleceğim, dedim, dinletemedim. Onunla kalsa iyi. Artık söylediklerimden ne anladıysa beni elinde tutan, başladı kaba etlerime şaplaklar atmaya. Herhalde küfür falan sandı. Hatta işi kan davasına döktü, arkasından çıkardığı kör bir makasla bana saldırdı ve benim yemekle olan tek ilişkimi hiç acımadan kesiverdi. Neden yaptın bunu, ben şimdi ne yiyip ne içeceğim, açlıktan şuracıkta ölüp gebereceğim, diye başladım haykırmaya iyice. Ben haykırınca içeriki odadan ters duran, pardösülü, tiplerini hiç tutmadığım iki adam geldi odaya. Bunlar yanıma kadar geldi, çeşitli teknolojik aygıtlar kullanarak ölçümler yapmaya başladılar. Sesimin desibeli, dilimin inceliği, ağzımın genişliği. Ayak izime kadar tüm bilgileri not aldılar, geldikleri gibi sinsice kayboldular.

Bu olaydan sonra beni tutmakta olan adam, beni başka ellere emanet etti. Güzel, yumuşak, mis kokulu ellere. Onlar beni aldı, üstümü başımı temizledi. Ellerin dert görmesin eller! Gerçekten çok pislenmiştim, ilaç gibi geldi. Onca yol, farkında olmadan kirleniveriyorsun işte. Akça pakça olunca beni iyice sarmaladı o eller, tekrar kucağına aldı, havada devindirdi. Şimdi sen onca yol geldin, yorgunsundur, diye düşünmüş olacak ki acayip rahat bir yumuşaklığa yavaşça bıraktı. Pek rahattı, içim geçmeye başladı. Ben de tam acaba şöyle bir tilki bayıltması mı yapsam, diye düşünüyordum, yatmış olduğum yüzey kımıldandı. Kımıldanmakla kalmadı, hafif tınılı ıslak sesler çıkarmaya başladı. Böyle bir tabir kullanılıyor mu, yoksa ben mi uyduruyorum? Neyse. Kafamı kaldırınca karşılaştığım manzaraya gelelim çünkü görünce ben pek şaşırdım doğrusu. Meğerse semiz bir kadının kollarındaymışım deminden beri! Kadın beni kokladı, okşadı, bir kere de öptü. E mayıştım haliyle. Tam dalacaktım, o sırada kapının arkasından bazı düz figürler çıktı. Biraz önce beni tutan eller, beni o kadının sıcak kucağından tekrar kendisinin mis kokulu göğüslerine aldı. Gelenlere beni sergilemek için onlara doğru döndü.

Önden bıyıklı, kirli sakallı, kırçıl saçlarının önü seyrelmiş bir adam geldi. Az ilerimizde durdu. Önce bana değil beni tutan ellere baktı birkaç saniye. Onunla birlikte ben de baktım. Pek güzel bir kadındı, alımlı çalımlı. Billur sesiyle o güzel adını söyledi bana: Henşire! Âşık oluverdim o anda. İlanıaşk yaptım, serenada başladım; beni kucağında sallamakla yetindi. Kimi sallıyorsun ey Henşire Hatun, çocuk mu var kucağında, diyecektim ama demedim, haddimi bildim. Zaten beni bırakalım, bıyıklı adama dönelim. O da Henşire’yi bıraksın artık ve bana dönsün bir zahmet. E dön artık. Dön! Döndü. Her nedense suratıma bakmadı ilk olarak, eliyle entarimi araladı, göbeğimle bacaklarımın arasında kalan bir uzvuma baktı. Gülümsedi, erkek oğlum benim, dedi. O böyle yapınca gayriihtiyari o uzvun ne olduğunu merak ettim, kıpırdatmaya çalıştım. Başaramadım, bir milim bile oynatamadım. Şu anki kanılarıma göre çok güdük bir uzuv o. Dallanıp budaklanması için epey beklemek gerecek sanıyorum ki. Bakalım, haklı olup olmadığımı ileride göreceğiz. Devam edelim. En sonunda suratıma teşrif edip beni gerçekten görebildi bıyıklı adam. Eliyle kafama iki defa hafifçe pıt pıt yaptı, sanırım kendince sevmiş oldu böylece. Adam önümden çekilince arkasından genç bir kız çıktı, bana yanaştı. Bir öpmeye başladı, bir öpmeye başladı ki evlere zarar. Henşireciğim durdurmasaydı onu herhalde tükürüklerinin arasında boğulur giderdim. Sonra o da çekildi, arkasından bir oğlan çocuğu çıktı ki eyvah eyvah! Bana bir süre dik dik baktı, sonra etrafa baktı, sonra Henşire’ye baktı, kimsenin ona bakmadığını anladı, elini koluma yaklaştırdı, iki parmağının arasında tutup etimi birden çekti. İçim cim etti. Aslında tam olarak öyle olmadı, biraz daha az acıdı, çünkü benim sözlüğüme göre cim kelimesi daha keskin acılar için kullanılan bir tanımlama. O yüzden şimdilik bu harekete cimcik adını taktım. İleride gerçek adını öğrenince değiştiririm.

Sergilenmem bitince Henşire Hatun beni tekrardan o kadının ılınmış kucağına bırakacak zannettim. Oysa bana mekân atlattırdı. Belki boyut atlatmış da olabilir. Bunlar çok çetrefilli fizik konuları, şimdilik çözümleyebilecek potansiyele sahip olduğumu zannetmiyorum. Sonra, çok daha sonra bakarız.

Henşire Hatun beni saydam bir kutunun içine bırakıverdi, gitti. Demek ki yeni evim bu, diye düşündüm. Pek küçükmüş. Herhalde müteahhit pinti. Olsun, hiç dert değil. Minik de olsa başımı sokabileceğim bir yuvam var ya, bu inayeti gösterenlerin elleri zeval görmesin. Evin iç tasarımını, mobilya yerleşimini yapmayı planlıyordum, şöyle minimalist çizgilerle, siyah-beyaz ve az kavisli asimetrik hatlar; erindim, daha ilk günden uğraşmaya değmez, başka zamana erteledim. Yukarı bakındım. Soluk bir floresan göz kırparak yanıyordu bir tek. Bak bak sıkıldım. En iyisi komşularımla tanışayım dedim. Kafamı sağa çevirdim. Mavi bir tombalak merhabaladı beni. Sevimli, iyi bir çocuk, belli, ama bır bır bır anlatıp duruyor hiç susmadan. Artık ne anlatıyorsa. Sevgili arkadaşım biz de aynı yoldan geldik ama bak konuşuyor muyuz? Hem anlatacak bu kadar konuyu nereden buluyorsun? Beynimizle ağzımız gelişeli şurada kaç ay oldu? Baktım daha fazla dayanamayacağım ona, kafamı sola çevirdim. Ah ne göreyim! Pembeler içinde, güzeller güzeli bir bebek; ne bebeği, melek, melek! Gözleri sürmeli, yanakları allı pullu, dudakları vişne çürüğü! Dönmüş bana bakıyor; bakmakla kalmıyor, hayır, bana öpücükler yolluyor! Aslında sonradan gelen beyaz önlüklü başka bir kadın, onun ağzına garip bir tıkaç sokuverince öpücük yapamadı artık bana; ama o âna kadarkiler âşık olmak için yetti de arttı. İlk aşkımı, Henşire Hatun’u ne yazık ki bir kalemde sildim, gönlüme bu melaikeyi yerleştirdim. Ah ahh, ey sevgili günlük, sen bilir misin aşk ne mene bir hastalıktır, bu nasıl bir kahırdır? Kendimi rakı sofralarına vurasım, sonra kaldırıp o masadan ona, tekrar tekrar patlatasım geliyor. Aşkımdan değil sadece, hicranımdan. Ayırdılar bizi! Nasıl kıyabildiler? Daha kertecektim ben ikimizi. Dinlemediler. Onu aldığı gibi kucağına götürüverdi kadının teki. Bekledim, bekledim, dönmedi bir türlü o ulvi güzellik.

Sonra an geldi beni de aldılar, götürmeye çalıştılar. Yalvardım, haykırdım, karşı koydum. Bırakın beni lütfen, o geri gelecek bir gün, beni bırakmaz o öyle kolay! Aşkımızı satmaz öyle emziklere, beşiklere, pusetlere! Emin olun ki gelir. İzin verin az daha bekleyeyim. Yok. Dinlemediler. Gücüm yetmiyor ki şuncacık boyumla. Aldığı gibi götürüverdi Henşire Hatun beni oradan. Aslında o da haklı, kıskandı kadıncağız. Ben de hiç istemezdim böyle olmasını, onun gönlünü kırmayı. Ama elden ne gelir, sanıyorum ki cinsim birazcık böyle ayran gönüllü. Olsun, sen hiç üzülme Henşire Hatun, ne taliplerin olacaktır daha, kimler kimler yanacaktır senin aşkınla. Sen üzülme, e mi! Dinledi galiba beni, tatlı tatlı gülümsedi. Daha önce gördüğüm semiz kadının kucağına emanet ediverdi. Sabah gördüklerimin hepsi tam kadro oradaydılar. Beni emanet alan kadın iyice sarıp sarmalamaya başladı. Anladığım kadarıyla bu kadın arkeolog ya da antropolog. Beni mumyalayıp koşa koşa bir müzeye gidecek, büyükçe bir lahitin içinde gelene geçene sergiletecek. Bu fikrimden pek emin değilim ama. Belki başka amaçları da olabilir.

Zaten neden eminim ki? Bir tek düşündüğümden eminim. Bundan emin olduğuma göre, o zaman demek ki ben varım. Var olduğuma göre, demek ki bahtiyarım. Çünkü yok olsaydım, bahtiyar da olamazdım. E bahtiyar olduğuma göre ben çok şanslıyım. Şanslı olmayan bir adam bahtiyar olur mu? Olamaz. Peki ne olur? Ben işte onu bilemem, felsefe şu an için ahkâm kesebileceğim konulardan değil.

Evet, kaldığımız yere dönelim. Beşi bir yerdeler olarak anca beraber kanca beraber hareket etmeye başladık. Benim gözlerim hâlâ fıldır fıldır melaikemi arıyordu. Ah, aşkım benim. Rakı getirin ulan! Biliyorum, bebekler ulan demez. Terbiyesizliğimi toyluğuma ver lütfen. Ayrıca bebeklerin içki içmesi de sakıncalıdır diyeceksin. Haklısın, sek süt içerler. Ben içtim bugün, oradan biliyorum. Nerede mi? Birazdan anlatacağım, az sabret.

Biz beşi bir yerdeler kocaman, canavar gibi bir hayvana atladık. Sanırım biz üstüne binince ağır geldik, bu yüzden hayvancağız kızdı. Önce gürledi, sonra titredi, ardından çalkalamaya başladı. Yanımdakiler bunu pek umursamayınca ben de boş verdim. Bu arada gözüm dışarıdaydı sürekli tabii. Ne aradığım malum. Ama sonra çok garip bir durum oldu. Dışarısı hareketlendi. Gördüğüm, daha adlarını bile bilmediğim canlılar, cansızlar hızla geriye doğru kaçmaya başladılar. Acaba bir kusur mu işledim böyle kaçıyorlar diye düşündüm, bulamadım. Kaçmayın benden, ben kötü insan değilim, kaçılacak biri değilim, diye bağırdım, sonuç alamadım.

Sonunda o canavar hayvan sustu, üzerinden kaçarcasına indik. Umarım bir daha binmeyiz, biraz ürkütücüydü. Garip, köhne, büyükçe bir kutuya girdik. Ben hâlâ o semiz kadının kucağındaydım. Birlikte bir köşeye kurulduk.

Sürekli birileri kutuya girip çıkıyor, pek anlamadığım dillerde konuşuyorlardı. Sanırım çok kozmopolit bir yerdeydik. Aklımda kaldığınca sana örnek vereyim.

Yaşlıca, buruş buruş, dudaklarının üstünde birkaç uzun beyaz kıl olan bir kadın yaklaştı, hanimini gononini mini imiş, diye sordu bana. Teyzeciğim, bildiğim dillerden sorarsanız sorunuzu hemen cevaplayabilirim, diyecektim ki, o gitti, pos bıyıklı, pos kaşlı, sert bakışlı bir adam yaklaştı. Elini dudağıma pıt pıtlayarak, hınımıp hınımıf hınımınımış, dedi. Arkasından gence kaçan, sarışın, ama sanırım boya, orijinal sarışın değil yani, bir kadın fırladı. Beni birilerine bağışlattı, ömrümü uzattı, talihimi açtı, gitti. Bunca emeğine karşı bir teşekkür bile edemedim oysa. Arada birkaç sessiz şahıs geçti, sadece bakmakla ve bağışlatmakla yetindiler. Genç irisi bir kız çocuğu geldi sonra. Yanaklarımı çekiştirdi, beni tutan semiz kadın bu hareketine kızdı, ben de tasvip etmediğim için biraz bağırdım, kız korkup hemen kaçtı. Sonra kara kafalı, belki kafası kara değildi ama özellikle gotik olması için o üzerini simsiyah boyamıştı, bilemiyorum, orta yaşlı bir kadın geldi. Kaşları, daha önceden gelen pos bıyıklı adamınkiler gibiydi. Biraz ürktüm. Kadın bana yaklaştı, suratındaki o soğukluk ve ciddiyet birdenbire dağıldı. Amandırabirebeniseniyerihalagülü gibi ehemmiyetli bir kelime söyledi. Anladığım kadarıyla filoloji profesörüydü. Onun arkasından kafasında kasket olan bir adam yaklaştı. Kasketi çıkarınca cascavlaklığından gözlerim kamaştı. Benim rahatsız olduğumu anlamış olacak ki kasketi geri taktı, beni bağışlatıp gitti. Sonra epey şişman, elma şekeri kılıklı bir kadın yaklaştı. Beni kucağına aldı, ay ay ay ay ay, bu bu, aman bu aman aman, ay ay, oh oh, oy oy, dedi, beni geri yerime koydu. Sanıyorum meşhur bir opera sanatçısıydı. Galiba sopranoydu. Bana öyle gibi geldi. Anlayacağın, çok asil bir zümrenin üyesiyim ben. Entelektüeller, sanatçılar, aristokratlar. İleride daha sıkı ilişkiler geliştirmeyi planlıyorum hepsiyle.

Gelip gidenlerin hepsi eğilip yanıma ve üzerime bazı nesneler bırakıyorlardı. Ne olduklarını çözemedim. Yakında anlayacağımdan şüphem yok.

Bu böyle akşama kadar devam etti. Sonra etrafı saran kalabalık azaldı, gene biz, beşi bir yerdeler kaldık. Beni sabahtan beri kucağında taşıyan semiz kadın kıyafetini sıyırdı, şöyle dolgunca, etli butlu bir keseyi ağzıma uzattı. Kokusu güzel olduğundan itiraz etmedim, ağzıma soktum. Laf olsun diye ağzımın içindeki o yumuşak nesneyle oynuyordum ki içinden tazyikli bir sıvı akmaya başlamasın mı! Aman tanrım, nasıl lezzetli, nasıl şahane. Zevkişelale! Emdikçe emdim. Bir yandan mırıldanıyordum. Mis mis, nefis nefis, leziz leziz. Ama kadın yeterli görmüş olacak ki o keseyi ağzımdan çekti, kıyafetinin arkasına geri koydu. Bağırdım, çağırdım, kendimi paraladım; tekrardan o sıvıdan ikram etmedi. Beni pışpışlamakla yetindi. Ardından tahtadan bir salıncağa yerleştirdi. İleri geri derken uykum geldi, dalıvermişim. Ama sonradan uyandım. Kadın sağ olsun yine süt ikram etti. İçtim ve tekrar uyudum. Bu döngü birkaç defa yinelendi.

Sonra uykum kaçıverdi. Onları bu sefer rahatsız etmek istemedim. E daha yeni geldik, misafiriz, pişkinlik yapmayayım dedim. Kalktım dolaştım evin içinde. Köşedeki bir dolabın içinde bu defteri, yani seni buldum. Tozlu bir kalem aldım. Başladım bunları yazmaya.

Hadi bakalım, bakalım gelecekte neler olacak bakalım!

YAZAR: medakitap

mm

Check Also

“TANRI VE KRAL İNDRA” ÜZERİNE BİR DENEME – SEDA ZENGİN

Yabancı, yabancı, gitme ve beni bırakma* paradesee jaana nai परदेसी जाना नै     . …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir