MUALLA İÇİN YARI TOPLUMSAL BİR YAZI – Ali Hikmet EREN

 

geçenlerde kül dergisinin eski sayılarını karıştırırken ‘mualla için toplumsal bir şiir’i yeniden okudum (kül, kasım 2002, sayı 30). şiir, ispanyol şair franco colté’ye ait. şiirin çevirisi bilal kolbüken tarafından yapılmış ve ilk çevirisi olmasına rağmen, türkçe yazılmış sıkı bir şiir havası var çevirisinde. çevirinin kurallarını fazlaca zorladığı, özellikle de böyle bol isimli bir şiirde, çok belli…

mualla için toplumsal bir şiir yazılması, benim de ‘mualla için yarı toplumsal bir yazı’ yazmamı gerektirmezdi elbette; yine de duramadım:

ispanyol edebiyatı için olmasa da, antifeminen bir hareketin kendi çapında katalizörü olması nedeniyle adını duyurmayı başarmıştı franco colté. adonis’in faşizan söyleminde kulağımızı tırmalayan (:kadından şair olmaz, çünkü kadının kendisi zaten şiirdir!) ve ilk bakışta zekice, kulağa çok hoş gelen bir tümce, can yücel’in ‘kadından şair olur mu?’ sorusuna son noktayı koymasıyla yerle bir olmuştu oysa;  ‘neden olmasın ki; erkekler şeyiyle mi yazıyor şiiri?’

elbette bir metni cinsiyet ayrımına tutmak, o bakış açısıyla yorumlamak doğru değil. ama şiir söz konusu olduğunda durum biraz daha tuhaflaşıyor nedense. ben colté özelinde, kadın şairlerin ‘güncel’ edebiyatın içinde sonuna kadar var olmalarına rağmen, kendilerini geliştirememeleri ve ya da başka nedenlerden, yazdıklarıyla kalıcı olamamaları üzerine kafa yoruyorum daha çok. colté umurumda bile değil yoksa!

ede

son zamanlarda uzak kaçtığım, yıllar önceki okumalarımla bilgi sahibi olduğum ataol behramoğlu’nun, iki ciltlik ve yüzyılın başından başlayarak 80’li yılların bir kısım şairlerini de dahil ettiği ve hala da kült olan ‘büyük türk şiiri antolojisi’nde kaç kadın şair var biliyor musunuz? neredeyse hiç!

ataol behramoğlu’nun antolojisi kişisel bir tercih olarak görülebilir ama memed fuat’da da (çağdaş türk şiiri, adam, 1996), ilhami soysal’da da (20. yüzyıl türk şiiri, bilgi yayınevi, 1973), durum aynı; gülten akın ortak öznesinde, belki bir ya da iki kadın şair daha sözünü ettiğim antolojilerde yer alabilmiş, onca yılda, şimdi dergilerde bile olmayan…

şiirimizin son dönemini içeren ya da yıllık bazda yapılan antoloji ve seçkilerde bu oranın daha da yükseldiği, hatta yüzde 10’lar civarında ve kimi zaman daha da yukarılarda olduğu bile görülüyor. mehmet h. doğan’ın 90’lı yıllar boyunca devam eden, dergilerde o yıl yayımlanan şiirlerden seçtiği şiir yıllıkları (adam yayınları) bunun iyi bir göstergesidir. matematiği bilenler, istatistik ve yüzde hesaplarının ne kadar önemli olduğunu da bilirler. zaten durum iyi bir edebiyat takipçisinin gözünden kaçmayacak denli de ortadadır. seçki, yıllık ve ödülleri de hesaba katarsak, ortada kadın şairler açısından aksak bir hesap olduğu göze çarpıyor ne yazık ki, matematik bunu söylüyor; ben değil!

ödül dedim ya, açıklayayım; tamamen rastlantısal olarak baktığım ve 90’lı yıllarda verilen şiir ödüllerinin nerdeyse yarısında kadın şairlerin imzası olduğu görülüyor; yarı yarıya. diğer yıllarda ve yıllıklarda da durum çok farklı değil. şu hipotezi rahatlıkla savunabilir ve gerçekliğini arama hakkını da kendimizde görebiliriz pekala: “kadın şairler türk şiirinde gerekli ilgi ve torpili gördükleri halde kalıcı olamamaktadırlar!”

kadın şairlerin şiirlerini yayımlamakta, ödüllendirilmelerinde, dolayısıyla daha popüler ya da tanınıyor ve okunuyor olmalarında bir sorun yokken, kalıcı olabilmeleri konusunda ciddi sıkıntıları var maalesef. hipotez benimdir ve katılıyorum. bu durumun nedenlerini matematiksel tezler ve hipotez kanıtlanmadan düşünmek bana düşmeyeceği gibi, sorunun, aşırı pohpohlanmakla, gereğinden fazla üretmek ya da “üreti’ye ayrılan zamanla, üretim için ayrılan zaman arasındaki ilişkinin tutarsızlığı”, ama elbette benim gibi bir mühendisin çok da kafasının basmadığı sosyolojik ve toplumsal nedenlerde olabileceği gibi kuşkular var kafamda.

yayınevlerinin ve dergi editörlerinin şiirde kadın şair sayısının çokluğu isteklerinden kaynaklanan ve onların vasat sayılabilecek şiirlerinin bile gereğinden fazla iyimser karşılanması, ne yazıktır ki kadın şairlerin şiirinde bir iyileşmenin de önünü tıkamıştır. uzuuun bir zamandan bu yana böyledir bu; hipotez öyle söylüyor, doğruluğuna bakacağız elbette…

istatistiki araştırmalarımı kadın şairlerin ortak dili, ortak izleği, ortak tekniği ve zamanı gibi konularda da derinleştirmek istiyorum. çok mu gerekli bu çalışmalar, ondan da emin değilim ama, bakalım…

 

mualla için toplumsal bir şiir (*)

türkçesi: bilal kolbüken

 

mualla bir güzel hatun pijamasıyla yatar

ayıcıklı, lacivert yakalı ve bir ormanın koynunda gibi

yüzünde bir erinç, bir gülümseme, bir yeşil

kalkıp atasın gelir kendini sekizinci kattan–

 

mualla bir güzel hatun hepinizle

sözde editör hasanla orospu çocuğu hüseyinle

tacir tüccar ahmet’le, hırsız polis servet’le

avukat fuat’la, sanırım kamyoncu suat’la

yatar, kalkar, duyguludur şiirler yazar

iyi kadındır güzel hatundur fena değildir insandır mualla–

(*) : şiirdeki adlar, seslerine dikkat edilerek türkçeleştirilmiştir. (b.k)

şimdi bu şiir, buraya, tam da istatistiki ve bilimsel verilerle konuşurken neden girdi, diye sorabilirsiniz.

amacım, elbette mualla değil; onun yaşam tarzı, hele de hiç ilgilendirmiyor beni! yazının başında da söylediğim gibi, colté’nin okuduğum bir şiirinden yola çıkıp, buralara kadar geldim işte; colté’yi anlatacağım size.

 

franco colté: ispanyol şair (1918 italya-1964 ispanya). babası, fabian andreas scolté, tanınmamış bir ressam; italyan asıllı. gençlik yıllarında ispanya’ya yerleşmiş ve franco orada doğmuş ve büyümüş.

franco colté, şiire çok geç sayılabilecek 30’lu yaşlarında başlamış ve sadece bir şiir kitabı, şimdiki fotokopi diyebileceğimiz imkanlarla yayımlanmıştır. yayınevlerinin basmayı reddetiği ve sonradan colté’nin kendi çabalarıyla, deyim yerindeyse, dağıttığı bu kitap, okurla onun istediği çoklukta buluşamamış,  colté, sonradan biraz daha meşhur olduğunda, pek çok yayınevi şiirlerini yayımlamak istese de, o buna razı olmamış, kitapsız bir şair olarak kalmayı tercih etmiştir.

ispanyol edebiyatı için değil ama dünya edebiyatı için bilinen bir şair olmayan colté, şiirlerini anlattığı anıları, farklı konularda yazdığı denemeleri, gazete ve dergilerde yayımlandıktan sonra adını duyurmaya başlamış ve şiirlerinden ziyade denemeleriyle tanınan bir yazar olmuştur.

çeviri şiirdeki adıyla mualla, colté‘nin anılarındaki gerçek adıyla; inmã manâs huetó, ispanyol bir kadın şair olup, o da colté gibi çok tanınmış değildir. colté’nin, döneminin kadın şairlerine, inmã’yı hedef alarak yazdığı bu şiir, ona, hakkında açılacak manevi tazminat davaları olarak geri dönmüş, o ise, birbiri ardı sıra süren mahkemelerde, şiirdeki adların yalnızca ‘benzerlik’ içerdiğinden yola çıkan savunmasıyla bu davalardan herhangi bir ceza almamıştır.

ispanya’da, o istemese de, magazin basınında yer alan bu şiir ve davalar hakkında süren polemikler, onun tanınmasında en büyük etkenlerden de biri olmuştur.

franco colté, mualla’yı anlattığı yazılarında, onun, mutsuz bir çocukluk ve bu mutsuzluğun bir yan ürünü olarak da sorunlu bir ‘gençlik’ geçirdiğini söyler. eldeki veriler mualla’nın nasıl bir çocukluk geçirdiği, aile ve sosyal çevresiyle alakalı ilişkileri konusunda bize fazla bilgi vermiyor. ‘duygulu şiirler yazması ve şiirlerini yayımlatmak adına girdiği azimli yol ve bu yolun zamanla onda bir yaşam tarzına, belki de arzuladığı sahte bir doyuma ulaşması, önceleri eleştirdiği bir yaşam tarzını sahiplenmesine de neden olmuştur’ der colté, inmã için.

mualla için çok söz hiçbir işe yaramıyor’, der, aynı zamanda colté, bir yazısında.

sonuçta, mualla’nın kültürel düzeyi, ne menem şiirler yazdığı konusunda bilgi ve örnekler ne yazık ki yok elimizde. ancak colté şu önemli hususu da ısrarla vurguluyor yazılarında; ‘mualla okuma yazma bilmeden önce şiir yazmayı biliyordu!’

franco colté’nin ispanyol şiirine antifeminen yaklaşımları, o dönem için ispanya’da kimi kadın şairlerden bile destek görmüş ve olayın sosyolojik ve poetik açılımları mercek altına alınmış, tartışılmıştır. bu konuda, ispanyol kadın şair adriano pãolo, kendisinin derlediği ve ‘ispanya’nın kadınları’ (las mujeres hispanãs) adını verdiği şiir antolojisine yazdığı ön yazıda franco colté’yi eleştirmiş, kadın şairlerin ispanyol şiirine katkılarının en az erkek şairler kadar olduğunu ısrarla savunmuştur.

öte yandan ispanyol öykü yazarı desideria alys’in,  yine aynı yıllarda (40’lı yıllar), ispanyol kadın şairlerine ithafen yazdığı ‘tu mãdre tuvo la culpo’ (asıl suç annende) adıyla yayımlanan ve franco colté’yi de bir anlamda destekleyen makalesi ülkede büyük ses getirmiş; kadın şairlerin, şiiri, sırf duygu’dan ve direkt sonuca varan basit bir imgesel mantıktan kuruyor olmaları nedeniyle, bu şiirlerin ‘gereksiz’ ve hatta ‘israf’ olduğu, ispanyol edebiyatına ciddi zararlarının olabileceği gibi çok sert eleştirilerde bulunmuştur. elbette ki bu eleştiriler, hayatında hiç şiir yazmayan alys’in söyledikleri ve değişik dergilerde, konu hakkında ısrarla yazdıklarıyla kalmıştır.

40’lı yıllarda, orhan veli, sonraki yıllarda cemal süreya, şiirlerini yazarken, colté’den etkilendiklerini söylerler. hem garip akımı’ ve hatta ‘ikinci yeni’ temsilcilerinin colté’yi tanıyor ve şiirlerinden etkileniyor olması da hipotezin başka ve türk şiiri açısından önemli bir savunmasıdır. çevirmen de bu etkileşimden payını almış olacak ki, orhan veli’nin “dedikodu” şiirindeki mualla yapmış inmã’yı.

mualla1

yazının bundan sonraki bölümleri google’dan apartma; dikkuyruk adlı bir blog sayfasından! yazdıklarımı da destekler nitelikte;

mualla’yı mehmed kemal anılarında anlatır:

 “istanbul’a gittiğimde orhan’ı aradım. ressam agop arad vefalı dostu idi, ona sordum. ‘karaköy’de bir meyhane var, adı: çat çat, orada bulunur.’

tarif üzerine çat çat’ı buldum. asıl adı çat çat değil, orhan koymuş bu adı. yıkıldı. karaköy balık pazarı’nda, unkapanı’na yakın bir yerde, küçük bir balıkçı meyhanesi. 

 mualla2

mualla abla diye bir kadın işletiyor. orhan, kadına ‘mualla abla’ dediği için olacak, herkes ‘mualla abla’ diyor. kadının, davranışlarından, orhan’a önem verdiği belli. hatta biraz da aşık. belki bu ablalık, ağabeylik, gizli aşkı müşterilere çaktırmamak için icat edilmiş. vakit öğleye yakındı. baktım bir köşede şarap içiyor. kadın mangalın üstünde, tava, balık kızartıyor. sıcak sıcak orhan’ın önüne koyuyor. orhan da, mualla abla da yoksul yaşantılarından memnunlar. 

 beni görünce, oturduğu yerden davrandı: ‘vay reis!.. hoş gelmişsin…’ dedi. boynuma sarıldı. ben de o’nun… hemen kaynaştık. benim taşralı kılığım mualla abla’ya hiç aykırı gelmemiş olacak ki, bir balık orhan’a, bir balık bana atıyordu. biz de şaraptan yudumlayarak  bunları afiyetle yiyorduk. 

 

çat çat meyhanesi ve mualla mevzusu rakı ansiklopedisine de girmiş;

 1940’ların sonunda karaköy perşembe pazarı’nda bulunan salaş meyhane. asıl adı hoşgör’dü ve derviş adında biri tarafından işletiliyordu. çat çat adını mekânın baş müdavimi orhan veli takmıştı. salâh birsel’e göre köfteci, mehmed kemal’e göre balıkçı meyhanesiydi. ama bu iki tanık da mutfakta çalışan mualla abla’nın, orhan veli’ye hafiften âşık olduğu konusunda hemfikirdi.

sabahattin ali, bedri rahmi gibi dostları orhan veli’yi bulmak için çat kapı çat çat’a giderdi. rakı içecek paraları olmadığı için burada ucuz güzel marmara şarabı içiyorlardı. mehmed kemal, mualla abla pişirdiği balıkları servis ederken, istanbul’a yerleştikten sonra sakalı koyuverip devrin bobstil modasına uyan orhan veli’nin bu kalender yoksulluktan büyük keyif aldığını anlatır. ölümsüz “istanbul’u dinliyorum” şiiri bu dönemin ürünüdür.

mualla’nın izini hoşgör köftecisi isimli, orhan veli’nin öykülerinin, yazarın ölümünden sonra yayımlanan derlemesinde de sürmek mümkün…

hoşgör köftecisi’nde bir balıkçı meyhanesi mekan olarak seçilir. üç masalıdır bu küçük işletme. dünyanın manasız bir yer olacağına hükmedeceğiniz anda, dünyanın hiç ummadığınız bir yerinde, bu nefis kebap kokulu alan karşınıza çıkar. insanları kanlı canlıdır.

(…) bir anda bu sevimli kadının ismini öğrenmek istedim:


-ismim bana bile lazım değil, sen ne yapacaksın? dedi. (sayfa 10)

 mekandaki hikayelerden etkilenmiştir anlatıcı. devamlı gelmek istemektedir bu küçük -ama- büyük dünyaya:

o şarkılarda, o seslerde, o hikâyelerde büyük bir dünya vardı. o daracık dükkâna giderken kendimi seyahate, hem de büyük bir seyahate çıkan bir adam sanıyordum. (sayfa 11)

 

 orhan veli için kaynak: dedikodu – levent yüksel, şiir; orhan veli kanık, beste; sezen aksu, düzenleme; uzay heparı…

 zavallı sezen aksu, sevdikleriyle yarım kaldı hep…

not 1: dipkuyu’nun alıntılarına nokta, virgül, tire… koydum haddim olmayarak. içime sinmedi öteki türlü. o dönemin daktilo hataları olsa gerek…

 not 2: “kadın şairlerin ‘güncel’ edebiyatın içinde sonuna kadar var olmalarına rağmen, kendilerini geliştirememeleri ve ya da başka nedenlerden, yazdıklarıyla kalıcı olamamaları üzerine kafa yoruyorum daha çok.”

cümlesnde olduğu gibi; (ve) ve (ya da) da yan yana kullanılabilir, örnektir! dilde zorlama vardır!

bu yazıdaki istatistiki ve öteki başka bilgilerin doğru olma ihtimalleri kadar, hakikat dışı olma ihtimali de var elbette. araştırılması gerekir. yazdıklarıma, bilgi kaynağı ve aynı zamanda bilgi çöplüğü olan hz. google’da rastlayıp, kaynak bilgi olarak kullananlar da olabilir. dipkuyu’nun satırları selamet de,  gerisi tehlikelidir.

kim bilir, bazı popüler dergilerin kapaklarında, ölüm aylarında, daha önce göremediğimiz bir fotoğrafı ve şiiriyle, görebiliriz colté’yi; işleri budur elbette!

 

 

 

YAZAR:

Check Also

“TANRI VE KRAL İNDRA” ÜZERİNE BİR DENEME – SEDA ZENGİN

Yabancı, yabancı, gitme ve beni bırakma* paradesee jaana nai परदेसी जाना नै     . …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir