SESSİZLİK YAZILARI-3: POST MORTEM: SOLGUN BİR KARANFİL İÇİN AĞIT / Recep Nas

POST MORTEM / SOLGUN BİR KARANFİL İÇİN AĞIT – 3

 

Duyun sesimi: ölüm dediğiniz şey sizin, unutmadığımdır benim (*)

 

Ölüm…gecikmiş bir şiirdi
anımsamaya çalıştığım…

Serdar Aydın,

Siyahtan Çoğalıyor Güneş, Jazz, Sf. 15

 

Öleceğini anlayan sokak köpekleri ıssıza vururmuş kendilerini. Yorgun yaşamlarını sürükleyip götürür, dökerlermiş ölümün çukuruna. Köşe bucak sakladığı bir sırrı açığa vurur gibi, bu yazgılı olduğumuz biricik gerçeğimizi yüzüme çarptı babam. Ben de kalktım; yundum, yıkandım, temizlendim. Derimi kanatırcasına keseledim bütün vücudumu. Yaşamdan hiçbir kir izi kalmamalı bedenimde. Tıraş oldum, lavanta kokulu kolonya sürdüm körpeleşen yüzüme. En temiz giysilerimi giydim, mis kokular süründüm. İşte hazırım. Kefenleyip götürsünler beni. İntiharımdan dökülenleri paylaşsınlar aralarında. Vuruşsunlar,dövüşsünler bu uğurda ve  kırışsınlar aralarında. Ben nasılsa,bu boyası dökülmüş, beton sıvalı soğuk dört duvarın yıkıntıları arasında yazılan  fermanlardan bir ferman seçtim kendime. Ve etime bir karanfil batırdım, çıktım yola. O gün bugündür karanfil karanfil kanıyor gövdem. İntiharımdan dökülen sözcükleri çocuklara dağıtıyorum kent meydanlarında. Karanfillerle sağaltıyorum yaralarımı. Akşam inince yeryüzüne, yorgun kollarımla sarıyorum kendi bedenimi, taşıyorum mezarıma. Kösnül gecenin sonunda utanarak arınıyorum bütün kirlerimden. İşlemediğim bütün günahların kefaretini ödüyorum, inanmadığım bir Tanrı’ya. Bir ölü kuşu sürüklercesine sürükleyip götürüyorum intiharımı ardım sıra. İntiharımı kusacağım uzay boşluğundan üzerinize. Kirleneceksiniz…     

Kirleniyoruz. O öldükçe biz kirleniyoruz. İşte, ölüyor. Bacaklarındaki güller soldukça biz kirleniyoruz. Etine batırdığı karanfil boynunu büktükçe biz kirleniyoruz. İşte, ölüyor. Ayakuçlarından başlayıp ağır ağır tüm bedenini bir ölüm şefkatiyle saran soğukluk, yüreğinin karanlık odalarında rüzgârlar estiriyor. Onca yılın yorgunluğunu atmaya çabalarcasına derinden  alıp verdiği solukla göğsü inip çıkıyor. Kendi intiharına hazırlanıyor bir yaprak ağaçta. Bir kuş, dalda, son türküsünü yakıyor seherin alacasına. Rüzgârlı Tepe ansızın bulutlara uzatıyor üryan memelerini. Göl yıkanıyor kendi suyunda. Göl seğirirken alnında, o arınıyor kirlerinden. Ölerek arınıyor bütün kirlerinden.  O öldükçe biz kirleniyoruz. Bütün bedenimiz soysuz bir kirle kaplanıyor. Kir pas içindeki bir oğlan çocuğunun ak pak yüreğinden medet umuyoruz. O taşıyor kuyumuzdaki suyu, o getiriyor sabahın aydınlığını, o çalıyor kuşların ezgilerini kederli anlarımızda, o susuyor Afrika’da, Asya’da çocuklar katledildikçe, o hatırlatıyor çoktan unuttuğumuz şiirimizi, o sağaltıyor işleyen yaralarımızı, o yeşertiyor kurumuş yaşam toprağımızı… Biz ölüyoruz o arındıkça.

 

 

Sonuç yerine:

Bir müntehirin mezar taşı yazısı

Bir gül açtı yaramda

Dokundum ince bir telaşla

Ateş oldu o gül düştü toprağa.

 

* * *

 

Hakikat ırmağında yundum

Vardım güller yatağına…

 

(*) Louise Gluck‘ın Vahşi Süsen şiirinden bir dize. (Çevirisi bana ait)

YAZAR: medakitap

mm

Check Also

“TANRI VE KRAL İNDRA” ÜZERİNE BİR DENEME – SEDA ZENGİN

Yabancı, yabancı, gitme ve beni bırakma* paradesee jaana nai परदेसी जाना नै     . …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir