RUHUMUN DERİNLİKLERİNDEN SESLENİYORUM SANA – Gökhan TOK

Anahtar kilitte yavaşça döndü. Kadın elindeki mektuplarla kapıyı itti ve evinden içeri girdi.

“Hayatım neredesin?” diye seslendi mektupları ayakkabılığın üzerine bırakırken “Uzun süredir kapıyı çalıyorum!”

“Mutfaktayım!” diye yanıtladı onu adam “Sana yemek hazırlıyorum! Çok güzel oluyor; görünce bayılacaksın!”

Kadın güldü, “Neymiş bakalım o yemek?” diye sordu. Ayakkabılarını ve ceketini çıkardı.

“Görmek için sabırsızlanıyorum.”

Mutfağa yöneldi. Kocasının bir şeyler doğradığını duyabiliyordu.

“Mutfağı biraz dağıttım” dedi kocası “ama o kadarcık kusuruma da bakmazsın değil mi? Sonuçta sana en sevdiğin şeyi pişireceğim.”

Adamın arkası dönüktü kapıya, yaklaştığını görmemişti

“Tamam ama” dedi “dağıttıklarını toplamamı bekleme benden. Öylesine yorgunum ki yemekten sonra ölü gibi uyuyacağım korkarım.”

Kocasına sarıldı, uzanıp yanağından öptü.

“Söylesene ne yemek …”

Sözlerini bitiremedi.  Masanın üzerinde kanlı bir tüy yumağıydı kocasının doğradığı. Bıçağın arka arkaya inmesi çoktan ölmüş olan kedinin hareket etmesine neden oluyordu. Dehşetten taş kesilmişti. Kocasının sırıtarak ona baktığını görüyordu ama aklı bir şeylerin ters gittiğini söylüyordu.

“Sana en sevdiğin şeyi pişiriyorum, en sevdiğin kedini…”

Dehşet içinde bir iki adım geriledi. Elini ağzına bastırarak kusmasını engelledi. Sonra birden hızla arkasına döndü ve kaçmaya başladı. Kocasının elindeki bıçak vınlayarak kulağının yanından geçti, duvardaki bir tabloya saplandı. Kadın, tablodaki adamın göğsünden vurulduğunu gördü. Göğsünden akan kanlar tablodan aşağı sızıyor, halının üzerine damlıyordu.

“Bu bir kabus olmalı…” diye geçirdi aklından “Bu yalnızca bir düş, bu yalnızca bir düş” Bu yalnızca bir düş. Ümitsizlik içinde yere çömeldi, duvarın kenarına büzüştü. Kocasının peşinden koşacağını düşünmüştü ama adam gelmedi.

“Benim kocam yok ki” dedi kendi kendine. Güldü. “Benim kocam yok ki, öldü o…”

Ayağa kalktı. Tablodaki bıçak yok olmuştu. “Zaten hiç var olmadı.” diye geçirdi aklından “Bu yalnızca bir düştü.”

Ürkek adımlarla mutfağa yöneldi. Kedi mutfak masasının üzerindeydi. Kadın yavaşça yaklaştı; hayvanı kucağına aldı. Hafif bir mırıltıyla gözlerini açıp baktı hayvan, sonra tembelce kapadı yeniden.

Anahtar kilitte yavaşça döndü. Adam elindeki mektuplarla kapıyı itti içeri girdi.

“Hayatım neredesin?!” diye seslendi mektupları ayakkabılığın üzerine bırakırken “Uzun süredir kapıyı çalıyorum!”

“Mutfaktayım!” diye yanıtladı onu kadın “Sana yemek hazırlıyorum! Çok güzel oluyor; görünce bayılacaksın!”

“Neymiş bakalım o yemek.” dedi adam mutfak kapısında dikilip. Bütün gün yorgunluktan öldüm. Çok da acıktım.”

Karısına sarıldı, öptü. “Seni de çok özledim.”

Kocasına sokuldu “Ben de seni özledim.” dedi usulca. “Yemek hazır oluncaya dek dinlen istersen. Birazdan pişer.”

“Sana mektup gelmiş!” diye seslendi adam televizyonun karşısına otururken. Uzaktan kumandayla açtı televizyonu “Annenden sanırım!”

Ayakkabılığın üzerindeki mektuplara baktı kadın. Acele etmeden açtı birini. Yazılanları görünce sarsıldı

“Hiç seni görmeden

Düşmanı içeri almadan

Aynaya baktığında,

Kendini anladın mı?”

Bir de resim vardı mektubun içinde. Kocaman antenleri olan siyah parlak bir böcekti bu. O kadar canlıydı ki antenlerin oynadığını, başın yukarı aşağı hareket ettiğini görebiliyordu kadın. Böcek fotoğraftan fırladı, gömleğinin kolundaki açıklıktan kadının içine girdi. Çığlık çığlığa fotoğrafı elinden attı. Yere düşen fotoğraftan böcekler çıkmaya devam ediyordu. Bir anda her yeri kaplayan, üzerlerine bastıkça çıtırtılı çığlıklar atan böcekler vardı.

 

Uçurumun derinliklerinden sesleniyorum sana

Ruhumun derinliklerinden sesleniyorum

Uçurumunkilerle değil

Kendi gözlerimle görmek için

Karanlığa karışıp, boşlukta yitmemek için

Yolumu bulmak için

Sesleniyorum…

 

“Neyin var?!” diye seslendiğini işitti kocasının. Elinde mektuplarla yanına gelmişti. “Bir şey mi oldu; bağırdığını duydum.”

“Yemek…” diyerek kekeledi kadın “yemeği unutmuşum, az daha yanıyormuş.”

Adam yalnızca başını salladı. Gece boyunca da çok konuşmadılar. Sessizce yemek yiyip, sessizce yatmaya gittiler.

 

Ağlayarak uyandı kadın. Kocasının derin soluk alış verişlerine bakılırsa uyuyordu. Demek ki bu sefer uykusunda bağırmamıştı. Adamı uyandırmakla uyandırmamak arasında bir süre bocaladı. Sonra yavaşça omuzuna dokundu. Karanlıkta bir ışık gibi parladı eşinin gözleri. Pencereden giren ay ışığı yüzüne vuruyor, bu da ona olduğundan daha hüzünlü bir ifade veriyordu.

“Yine oğlumuzu gördüm rüyamda.” dedi kadın “Ölmemişti; gülüyor, koşuyor, bana anne diye sesleniyordu. Kucağımıza alıp seviyorduk onu…”

Şimdi adam da ağlıyordu. Elini uzatıp kadının dudaklarına dokundu.

“Neden?” dedi. “Neden böyle yapıyorsun?”

Kadının başı yastığa düştü yeniden. Gözlerini tavana dikti; ay ışıklı odanın alacakaranlığını seyre daldı. “Söz vermiştin.” diye sürdürdü konuşmasını adam “Bu düşlere son vermek için bir doktora gidecektin.”

Sıkıntı içinde kalktı kadın yataktan. El yordamıyla bir sigara bulup yaktı. Derin bir nefes çekip içine, usulca bıraktı dumanını.

“Tamam, yarın birlikte gideriz.” dedi

Pencerenin yanındaki sandalyeye oturdu

“Oğlum  ölmemişti.” diye mırıldandı.

 

“Rahatsızlığınız nasıl başladı?” diye sordu doktor “Hatırlıyor musunuz ilk ne zamandı?” Karı kocanın gergin olduğunu görüyordu. Başı önde, suç işlemiş gibi anlatmaya başladı kadın.

“Oğlumuz, doktor bey, hayat doluydu. Doğduğu zaman ne kadar sevinmiştik bilemezsiniz; dünyalar bizim olmuştu. Birkaç yıl çok mutlu yaşadık. Hastalandığı zaman ne yapacağımı şaşırdım inanın. Gitmediğimiz doktor kalmadı. Ama hiçbiri iyi edemedi yavrumu.”

“Neden?!” diye bağırdı adam ansızın “Neden böyle yapıyorsun?”

Gözlerinden yaşlar boşanıyordu. Kocasına düşmanca baktı kadın.

“Sen,” dedi “oğlumuzu hiç sevmedin biliyorum. Gece rüyalarıma giriyor dediğimde hep rahatsız oldun. Biliyorum öldüğü zaman bile hiç üzülmedin!”

“Ne olur…” diye yalvardı adam, “Kurtar kendini bu hayallerden. Bunun doğru olmadığını biliyorsun.”

Doktor ayağa kalkıp adamın yanına geldi, kolundan tutup kaldırdı.

“İsterseniz siz biraz dışarıda bekleyin. Göreceksiniz onunla konuşmam yararlı olacak.”

Kapıya geldiklerinde adam acılı gözlerini doktora çevirdi

“Anlamıyorsunuz.” dedi “Hiç çocuğumuz olmadı bizim. Yıllarca ikimizin de istemesine rağmen hiç çocuğumuz olmadı.”

“Anlıyorum” dedi doktor. “Anlıyorum.”

Adamı dışarı çıkardı.

“Sakinleşin” dedi kadına. “Benim size yardımcı olmak için burada olduğumu unutmayın.”

“Evet evet…” diye kekeledi kadın.

“Ben… anlatmaya nereden başlayacağımı bilmiyorum…Kafam öyle karışık ki…”

“Uçurumun derinliklerine çok eğilirsen uçurum seni yutar. Ruhunun derinlikleri de böyledir.”

Kadın şaşırdı. Kaşları çatıldı.

“Anlayamadım” dedi “Ne dediniz?”

“Olaylar kocamın ölümünden sonra başladı demiştiniz.” diye karşılık verdi doktor. “Sanırım sorun burada yatıyor. Biraz daha anlatın lütfen.”

“Ama kocamı biraz önce dışarı siz çıkardınız. Bakın anlayamıyorum…”

“Hımm” dedi doktor kayıtsızca, alt dudağını kemiriyordu.

“Yanınızdakinin anneniz olduğunu düşünmüştüm.”

“Evet,  haklısınız. Kocam öldü benim.” Güldü “Yıllar önceydi ama bu.”

Arkasına yaslandı.

“Hatırlıyorum.” dedi. “Gözlerimi kapattığımda oradayım. Geçmişteki yağmur öncesi o günde. Gri gökyüzü tepemde; karmakarışık gri bulutlar dolaşıyor başımın üzerinde. Göğün yere bu kadar yakın olabileceğini bilmezdim hiç. Havayı uzun uzun kokladım; durgun sessiz havayı çektim içime. Yağmur kokusu vardı toprakta. Yağmur esiyordu rüzgâr.”

“Benim türüm.” dedi doktor “Yağmuru pek sevmez. Yağmur yağdığında korunaklı yerlere çekiliriz biz.”

Kadın gözlerini açtı. Karşısındaki doktor değil, pullu yüzüyle kendine bakan bir yılandı. Bu yalnızca bir düş. Bu yalnızca bir düş.

“Bir daha ne zaman geleyim?” diye sordu kadın yılanın sarı gözlerine bakarak. Korkuyordu ama bunu göstermek istemiyordu.

“Neyiniz var?” diye sordu doktor. “Renginiz sapsarı oldu. Kalktı kadının yanına geldi. Koridorun sonunda lavabo var.” dedi “Dilerseniz elinizi yüzünü yıkayabilirsiniz.”

“Evet evet” dedi kadın telaşla “Sanırım iyi gelir.”

Doktorun odasından çıktı. Koridorun sonunda “kadınlar tuvaleti” yazan kapıyı buldu. Kapıyı açtığında karşısına çıkan daha uzun bir koridordu. Koridor boyunca sağlı sollu kapılar dizilmişti. Çevresinin gittikçe karardığını hissediyordu. Bebek ağlaması işitti. Koridorun sonundaki kapının ardından geliyordu ağlamalar. Döndü arkasına baktı, geldiği yol çok uzun göründü gözüne. İlerledi. Çevresi iyi kararmıştı şimdi. Yalnızca önünde duran kapının ardından ışık sızıyordu. Korka korka, yavaşça açtı kapıyı.

“Neredesin be kadın?!” diye bağırdı kocası “Deminden beri kapıyı çalıyorum duymuyor musun?”

Kocasının yüzüne korkarak baktı kadın. Adam sarhoştu. Alkol kokusu metrelerce uzaktan bile duyuluyordu.

“Mutfaktaydım.” dedi kadın “Bebeğin mamasını hazırlıyordum.”

Kadını itip içeri girdi adam.

“Gene ağlıyor Allahın belası.” dedi “Git sustur şunu, bebek ağlaması çekemem.”

Kadın çabukça cocuğun yanına gitti;  kucağına alıp göğsüne bastırdı.

“Ne yemek yaptın?” diye sordu adam ters ters. Yanıt beklemeden kadının üzerine yürüdü

“Yine bütün gün bu piçle uğraştın değil mi?”

Kadının saçlarını tuttu, kafasını geri çekti “Neye yararsın ki zaten!?” diye bağırdı kadına. Adamın tüm nefesini yüzünde hissetmişti kadın. Ucuz şarabın ekşi kokusu değildi bu. Bu, yılanın zehirli soluğuydu; ejderin ateşiydi yüzündeki. Başı ezilesi yılanın gözleriydi gözlerine bakan. Peki göbeğinden akan böcekler neydi öyleyse? Ekmek bıçağını karnına sokmuştu adamın. Fışkıran kızıl kan değil kızıl  böcekti. Önce kendi ellerine sonra öbür eliyle sıkıya tuttuğu bebeğin üzerine sıçramışlardı. Bıçağı da bebeği de fırlattı attı elinden. Kapıdan nasıl çıktığını hatırlamıyordu, eve nasıl döneceğini de hatırlamıyordu. Usulca çöktü kaldırımın kenarına. Başını elleri arasına aldı. “Bu yalnızca bir düş.” diye geçirdi içinden “Kötü bir düş görüyorum yalnızca.”

Bir an irkildi. Biri önünde durmuş ona bakıyordu. Kafasını kaldırdı, gözlerini yavaşça yukarı kendine bakan kadına çevirdi. Hırpani görünüyordu. Yaşı kaçtı sezemedi, saçını en son ne zaman taradığı da belli değildi. Kadın, gözlerinin içine bakıp güldü.

“Hiç seni görmeden,” dedi “düşmanı içeri almadan, aynaya baktığında kendini anlamadın mı?”

Bir süre hiçbir şey söylemeden süzdü kadını. Gözyaşları yanaklarından süzülürken “Anne” dedi fısıldar gibi.

“Efendim?” diye sordu doktor gözlüklerinin üzerinden bakarak “Tam anlayamadım?”

 

 

YAZAR:

Check Also

“TANRI VE KRAL İNDRA” ÜZERİNE BİR DENEME – SEDA ZENGİN

Yabancı, yabancı, gitme ve beni bırakma* paradesee jaana nai परदेसी जाना नै     . …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir