İKİNCİSİ – Murat DARILMAZ

Girer girmez boynuma sarıldı. Onu terk edip geldiğini düşündüm. Kesik kesik iç çekişinden ağlıyor sandım. Belki de öyle kurguladım. Kollarıyla çok sıkmıştı, nefes almakta güçlük çekmeye başlamışken bıraktı. İçeri, odaya aldım. Etraf dağınıktı. Kanepeye oturduk yan yana. Dizlerini titretiyordu. İçine sıkışmış öfkenin çıkmasını bekliyordum. Çıkarmamakta diretti. Yanında sessiz sessiz oturdum.

“Niye bu kadar sabrettim, inan bilmiyorum. Artık onu istemiyorum.”  isyan eden sesi sanki harf harf, sözcük sözcük odaya sızıyordu. İkimizde bekleme salonunda adımızın anonsunu beklercesine karşı duvara bakıyorduk. Odadaki ütü masasının üstünde duran kırışık gömleklerim gözünü tırmalamıyordu bu sefer. Duvardaki lekelere takılı kalmıştı. Donuktu. Göz kapakları oynamıyordu. Gözünden dökülen yaşlar hâlâ yanaklarında duruyordu. Silmek istemedim.

Onun ikincisiydim. Derviş sabrı gibi bunca zaman asıl olmayı beklemek zordu. Bu kızda beni çeken şeyin ne olduğunu bilmiyordum. Yüzünü avucumun içine alırsam sonrasında kendimi durduramayacak, sevişmek isteyecektim. Duvarlar, kanepe ve kenarına sıkıştırdığım prezervatifler şahitti buna. Ona olan öfkemi azaltan belki de bu ritüellerdi. Bunun da farkındaydım.  Sessizce yanında oturmak en iyisiydi.

Çay koymak için kalktım yanından. Biraz yalnız kalsın istedim. Aceleci davranıp ona yakışmayan nişanlısına yüklenmek, eleştirmek, fırsat kollamak gibi geldi. Dolu tezgâhın üzerini boşaltarak mutfakta oyalanıyordum. Aslında kendisi de tanıştığımızdan beri onu eleştirip duruyordu.

Bu arada ona bir bardak su versem iyi olacaktı. Ferahlardı. Odanın kapısında durdum. Telefonuna bakıyordu. Mesajlarını, fotoğraflarını sildiğini düşündüm. Çay da kaynamaya başlamıştı. Onu seyrediyordum. Damla damla göz yaşları yanaklarına süzülüyordu. Telefonunu eline alıyor, eviriyor, çeviriyor, sonra tekrar yanına fırlatıp atıyordu. Hâlâ ondan bir beklentisi var gibiydi. “Bu, söylediği gibi değil, ondan vazgeçemeyecek.” dedim, elimde bardakla tekrar mutfağa döndüm. Niye böyle yaptıysam?

Odada bekleyenin varlığı birdenbire keyfimi kaçırmış olabilirdi. Elimde tuttuğum bardağı sesli bir şekilde tezgâhın üstüne bıraktım. Bardak kırılırcasına ses çıkardı. İçeridekinin duyduğunu sanmıyordum.

Mutfaktan elim boş olarak yanına döndüm. Soru sormayacak, sessizlik içerisinde bir şey yapmadan öylece oturacaktım. Telefonu aramızdaki boşluğa değil, kendi sol tarafına koymuştu. Gözü yana kayıp duruyordu.  Kuruyan dudakları kıpırdamaya başlamıştı. Beddua mı, dua mı, artık kestiremez olmuştum. Titremeleri artmıştı. Kalktı. Tuvalete gitmek istedi. Tuvalet kâğıdı içeride var dedim, havluyu da istersen getiririm. Dolaptan havluyu alıp geldiğimde kanepenin üzerindeki telefon dikkatimi çekti, duraksadım. Ötekinin mesajlarına bakmak için elime aldım. Telefonu açmadan geri kanepenin üzerine attım. Bir iki zıpladı, ters döndü. Sadece o gelince çıkardığım çiçek desenli havluyu kollarımla çektirip gerdirdim. Tuvalet kapısının önünde onun çıkmasını anlamsız bir şekilde bekledim. Hıçkıra hıçkıra ağlama sesini duyunca havluyu kapı koluna bırakıp odaya geçtim.

Kanepenin üzerine gelip oturduğumda nereden geldiyse aklıma eski ev arkadaşımın hınzır sorusu geldi; “Bir yarışta ikinciyi geçersen kaçıncı olursun?” Sessizlik kapladı içimi. Duvarlar garip bir şekilde bana bakıyordu. Hep ikinciyi geçen ikinci oluyordum, birinci olmaya bu kadar yaklaşmışken bile neden böyle oluyordu? Sonra bir kahkaha patlattım kendi kendime. Sinirim mi boşalmıştı bilmiyorum, güldükçe gülüyordum. Gözümden yaşlar geliyorken kapıda elleri koynunda bana baktığını gördüm; “Çok mu komik gerçekten? Kime gülüyorsun ve neden gülüyorsun?” Öfkesini şimdi de benden çıkaracaktı. Herhangi bir karşılık vermeden odadaki tüm eşyalarla birlikte ona bakıyorduk. Kızgın bir şekilde çantasını toplayıp girişe yöneldi, “Bu gün sevişmeyeceğim seninle” deyip çıktı gitti. Yerimden bile kımıldamadım. Buna kendim de şaşırdım. Yarış pistinde tökezleyen, yarışı bitiremeyen yarışçıların çaresizliği kondu üzerime. Sadece nefes alıp veren ses efektleri dalga dalga yayılıyordu. Güp güp-güp güp atan kalp ritmleri, boncuk boncuk terlerin alından dökülmesi…

Sonra bir güç geldi, yarışı tamamlamak isteyen tüm yarışçıların yaptığını yaptım. Kalktım, o gelince kullandığım bütün çarşafları ve yastık kılıflarını çöp poşetine tıka basa doldurdum. Bu epey zamanımı aldı. Kanepe kenarındaki prezervatifleri kestim. Çok yoktu. Kapının önüne bir dünya bez parçasını bıraktım. Arkasından kapıyı hızlıca kapatıp, zinciri taktığımda düşündüğüm şey; “Yarın kapının kilidini değiştirmeliyim.” oldu.

YAZAR:

Check Also

“TANRI VE KRAL İNDRA” ÜZERİNE BİR DENEME – SEDA ZENGİN

Yabancı, yabancı, gitme ve beni bırakma* paradesee jaana nai परदेसी जाना नै     . …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir