HAVUZ PROBLEMİ

Annesinin hastalığı için aldığı izninin dönüşünde Bay K’ya müjde verir gibi “havuzdasın” dediler. O güne kadar havuzu sadece uzaktan gören, yıllık izinlerini kullanmayan, kullansa da evde beraber yaşadığı annesiyle ilgilenen Bay K, havuzdasın kelimesine bir anlam yükleyemedi.

Çalıştığı kurumun tüm teşkilat yapısının değiştirildiğini, eski birimlerin kapatıldığını, buradaki bazı memurları havuzda toplayıp taşraya göndereceklerini öğrenmesi uzun sürmedi.

İlk sorduğu bu mühür ve kaşeleri kimin yapacağı oldu. Odadaki herkesin gülmesinden, alaycı bakışlarından etkilenmeyebilirdi belki Bay K, ama on sekiz yıldır hizmet ettiği şu yerde o kadar çok anısı vardı ki gözlerine biriken yaşları ilk defa saklamadı. Aslı’yı görmek istiyordu. Genelde işlerden konuştuğu, özel konulara girmeyi bir türlü beceremediği Aslı’yı. Merdivenleri kullandı, dört katı yürüyerek çıkmak istedi. Bolca düşünmek…

Aslı’nın odasında onu çalışırken buldu. “Havuzdaymışım Aslı” dedi. Sesindeki titreme, eziklik, başını öne eğerek konuşmasından anlaşılıyordu. “Koskoca kurumda bir bana yer bulamamışlar.” “Bir sen değilsin, seksen kişi havuzda.” diyerek onu garip bir şekilde teselli etmeye çalıştı. “Her şeyin hayırlısı.” Kendisi havuzda olmadığı için böyle konuşuyor diye düşündü Bay K. Hem oradan, hem ondan ayrılmasının kendisini ne hale düşüreceğini anlamamıştı Aslı. Herkes kendi bencilliğinde avunup duruyordu. Belki de yıllardır böyleydi de o, “aslı gibidir” yaptığı evraklardan başını kaldırıp asıl hayatla ilgilenememişti. Çay içip kalkmıştı Aslı’nın yanından. Yürüye yürüye amaçsızca dolaşır olmuştu, imzalar, mühürler, arzlar, ricalar sinmiş odaların önünden geçerken.

Ne zaman geldiğini kendisinin bile unuttuğu bu meyhanede otuz beşlik rakı ve mezeler söyledi kendine. Bir devri kapattığına mı içecekti, Aslı’sından ayrılışına mı, annesini oradan oraya dolaştıracak oluşuna mı, ev, iş derken zamanın kendisine attığı çalıma mı, neye içecekti?

O gün sabaha kadar evinde içerken annesine ne kadar da çok bağırmıştı, ilk ve son olmuştu o. Günlerce özür diledi, hiçbir şey tam hatırlamadığını söyleyerek. Halbuki her şeyi hatırlıyordu. Senin yüzünden Aslı’ya açılmadım bak bu gün evleniyor o, diyerek yüksek tondan haykırmalar, ağlamalar o gece ilklerindendi.  “Dünya insanın başına ne zaman yıkılır?” diye sormuştu. Annesi yattığından -yatmasaydı da yanıtlayabileceği bir şey değildi ya- Kanepeye devrilmişti öylece.

İçmeye o geceyi hatırlayarak başladı. Utandı. Biraz kendinden, biraz annesinden. Belki de ihmal ettiğini düşündüğü önünde duran rakıdan. Düşünmek istemediği havuz problemi kafasını yoruyordu. “Yaşlandın sanırım Bay K.” diyordu, “Artık kabul et!” “Sen işe ya-ra-maz-sın.”

Ertesi gün işe geldiğinde herkesi alanda topladılar. Çevrelerinde güvenlik görevlileri vardı. Herkes vebalı gibi pencerelerden bunlara bakıyordu. Seksen kişi garip bir bekleyiş içinde birbirlerini inceliyor kendilerindeki kusuru aramaya çalışıyorlardı. İçlerinden birisi kafasına vurmaya başladı. “Hep benim yüzümden. Geçende amirimin odasından çıkarken bir emriniz var mı efendim demeyi unuttum, oysaki girerken evet efendimle girmiştim.” “Hayır hayır suç benim; denk kuruluşlara yazılırken arz edilirdi, gözümden kaçmış,  müdürümden önce benim görmem gerekirdi” dedi başka biri. Diğeri, “Ne vardı sanki şefin doğum gününü unutacak, herkes hatırlamış oysa” diye bağırıyordu. Her kafadan bir ses, bir yakarış, bir pişmanlık çıkmaya başlamıştı. Hadi dedi güvenlik görevlisinden birisi herkesi susturdu, otobüsler geldi. İki büyük otobüse doldurdular. Uzun bir yol gittiler. Bilmedikleri bir yerde bıraktılar. Geniş, büyük boş bir havuzdu burası. Hepsini tek tek merdivenlerden aşağı indirdiler. Ayaktaydılar. Ve seksen kişi sığmıştı havuza. Buraya göre sayıyı belirlemiş olmalıydılar. Neden seksen olduğunu bir türlü anlayamamıştım. Eğilmeye, çömelmeye bile alan bırakılmayacak şekilde çivi gibi çakılı bekliyorlardı. Sonra bazı görevliler geldi, bir brandayla havuzun üzerini kapatmaya başladılar. Ne olduğunu anlamaya çalışırken üstten vidalarla brandayı havuzun içinde hiç hava kalmamacasına vidalıyorlardı. Hey! Hey! Hey! diye bağırmalar…

Hey! Hey! Hey! diye bağırmayla uyandı Bay K. Dürtükleyerek “kapatıyoruz beyim”, diyen buranın emektar meyhanecisiydi. Son kadehi içerken sızmıştı.

Sallanarak kalktı masadan, hatta birkaç sandalyeyi de devirdi. Bu esriklik hoşuna gitti. Geç olduğunu umursamadan zikzaklar çizerek yürürken kendince bildiği türküleri önce mırıldanarak sonra da sesli bir şekilde söylemeye başladı. Meydandaki büyük parkın içerisinden geçerken ağaçların geceye de yakıştığını düşündü ve karşısına çıkan bankta biraz oturdu. Önünden akıp giden sessizliğin içinde banka uzandı, üzerine de emektar ceketini örttü.

YAZAR: medakitap

mm

Check Also

“TANRI VE KRAL İNDRA” ÜZERİNE BİR DENEME – SEDA ZENGİN

Yabancı, yabancı, gitme ve beni bırakma* paradesee jaana nai परदेसी जाना नै     . …