Geçen hafta İzmir’deydik. Aynı gün içinde, önce Karşıyaka’da, sonra da Alsancak’ta dostlarla buluştuk. Her iki buluşma noktasına da gelemeyenlerle ayrıca buluştuk. MedaKitap’ın klasik buluşmalarından birini daha gerçekleştirdik. İyi de oldu, özlemişiz İzmir’i. Bir o yana, bir bu yana, hazır gelmişken, koşuşturup durduk.
Günlerdir sıcacık bir baharla İzmirli’leri ağırlayan Can Yücel Sokağı, fazladan birer buz daha koydu rakılarımıza bizi görünce; biz geldik, üşüdü İzmir. Hasta olduk. Sayılı günler çabuk geçer ya, biz daha ne olduğunu anlamadan koskoca iki gün bitiverdi. Sevgili Mahzun, hızını alamamış olacak ki, orada kaldı; Ankara yollarına düştük geri kalanımızla.
***
Hayati Baki’nin kedisi Bilgican, 15 Martta öldü. Bunu, Hoca’nın sosyal medyadan duyurmasıyla duydum. Onlarca sosyal medya kullanıcısı başsağlığı mesajlarını iletti Hoca’ya. Var olsunlar hepsi de; varmışlar demek…
Ben İzmir’den döneli 3 gün olmuştu Bilgican öldüğünde…
Popüler bir kedi değildi Bilgican; Sinop’un deniz manzaralı bir köyünde, kendi halinde, onu çok seven anne babasıyla, kardeşleri ve köpek dostlarıyla yaşayan ‘sıradan’ bir kediydi. Bir hocanın kedisi başka nasıl olabilirdi ki?
Hoca, Ankara Keçiören’de yaşarken, tanışma fırsatım olmuştu Hayati Baki’nin üç kedisiyle. Bilgican da, geçen yaz Hoca’yı Sinop ziyaretimde konuştuğum kedilerden biriydi; yuvaya sonradan dahil olan…
Üzüldüm Bilgican’a. Pek çok başsağlığı ve sabır mesajları arasında, ‘üzüntülü bir hâlimi’ yolladım ben de Hoca’ya. Öyle süslü cümleler kuramıyorum işte! İzmir’in kedilerini düşündüm sonra.
***
Bir kedinin yaşayabileceği en güzel şehirlerden biridir İzmir; Eskişehir dahil!
İzmir’in kızları da, kedileri de korkmuyor ölümden. Kızları kedilere, kedileri de kızlara kur yapıyor, bakabiliyorlar birbirlerine yüksekten; paylaşabiliyorlar mamalarını.
Ben de uydum ya İzmir’de onlara; kahvaltıdan arttırdığımız salam, sosis ve peynirlerle uzun bir yol olduk kedilere; Asansör’den Konak’a. Dario Moreno’nun evinin önünde biri kesti yolumuzu, şımarık bir Sarman. Tok belli ki! Salamı koklayıp, teşekkür etti. Başka kedilere götürün, dedi. Hepsi de tek tek yolumuzu kesip, salamlarımızdan, sosislerimizden ve peynirlerimizden yediler. Teşekkür ettiler bize. Hatta telefonla arayıp, güzergâhımızı söylediler birbirlerine; aç olan arkadaşları olabilir diye… Gördüm.
Hal hatır sorup hızlıca, kayboldular; yine gelin dediler. Geliriz, dedim. Belki sadece ben gelirim… Bilgican’ı yollarım ya da kendi yerime… Bilgican’ın telefon numarasını istediler, verdim. Öldüğünü bilmiyordum.
Dostlarla buluşmaya gitmiştik İzmir’e; ne çok dostumuz varmış meğer, her köşe başında kestiler önümüzü.
***
Başka güzel şeyler de oldu İzmir’de; Mümtaz’la tanıştım sözgelimi… Karşıyaka buluşmamıza gelen sevgili Ahmet Günbaş, kısacık görüşmemizde bir şiirini okudu bana; ne güzel bir şiirdi. Bir dergide yeni yayımlanmış, heyecanı devam eden bir şiirdi.
Ben şiiri duyarak değil, görerek okuma taraftarı olmuşumdur hep. Belki ilk defa, Ahmet Günbaş şiirini okurken, bütün yorgunluğumla, ortamdaki gürültüye rağmen ‘sesi’ hissedip, şiirin beni götürdüğü başka İzmirler’le baş başa kaldım o an. Şiirdeki ses, eskil şiirlerin kafiyeli rahatsızlığını andıracakken, her defasında beni içine çekiyor, bir anlamdan ötekine yoruyordu.
Şiir böyle de yazılabiliyormuş demek ki!
‘Yırtık Yol’ adlı şiir kitabındaki şiirlere göre farklı bir yerde duruyordu Ahmet Günbaş’ın ‘Kıyıcıl’ şiiri ve Mümtaz! İstedim sonra, görerek okumak da istedim o şiiri. Aşağıda naklediyorum;
“KIYICIL
Kıyımı diyorum Mümtaz,
çekerim çekerim uzamaz
Ne dil susar, ne kül…
Suları yorgun, kuşları boşboğaz
Oysa ne atlar, ne aşkkanatlar
bağlasan durmaz!..
Sazbeniz kılıklı bir yaz yanığı
gider gelir peşimi bırakmaz
Sisinden sıyrılmış mağrur bir gemi
sarılıp öpse ya fenerimi!.. Olmaz, olmazzzz!..
Mümtaz da kim mi? Bir fısıltı kadar yakın
derime yapışmış dalgın bir haylaz!
Yusuf’una kuyusuna bahse girerim
Bu yalnızlık bana az!”
Keşke, dedim içimden, keşke, son dize; “Bu yalnızlık bana haz!” diye bitseydi.
Orada da demiştim bunu ama gürültü vardı, kedilerin gürültüsü de bir yandan… Her iyi şiir yeni bir imge yaratmaz mı okurunda zaten. Benim, naçizane, şiirin sonunu yeniden yazmam, o şiirin aslında görevini yaptığı anlamına da gelmez mi?
***
Bilgican’ın, İzmir dönüşümden birkaç gün sonra Sinop’ta öldüğüne de inanmıyorum artık.
Bilgican İzmir’de; yaşıyor; Hoca yanılıyor!