Desen: Salih Köksalan

BU SORULAR EVDE KALMAZ – Tarhan GÜRHAN

‘Evlenir bunlar’. Birileri mutlaka alır, evlerine götürür. Tarhansı sorular, kapısı var, ama içine girilmesi meşakkatli, zor cümleler, sorular… İnatla çıkarlar karşımıza ve bizler inatla o soruları evlerimize taşırız. Kuşların yuvalarına taşıdığı dallar gibi. Takılırız onlara. Aklımıza takılanların bazılarıyla baş edemeyiz. Evde de sürgit  devam ederler. Neden ev? Çünkü her soru başını sokacak bir çatı, bir dam arar da ondan. Bu sorular sokakta mı kalacak yani?…

Belki her soruya bir cevabımız yok. İyi ki de yok. Demek ki bu soruların sorulacakları varmış deyip geçeriz. Cevap beklentisi olmadan, kaygısız, yalnızca soru olarak sorulacaklarmış.

Her soruya bir hayat sığdırılsa, ne şahane olurdu. Bir soruya bir ömür vermek… Şimdi hâlâ daha soru soruyorsak, şahaneye ramak kaldı demektir. Bir hayatta kaç soru yaşarız kim bilir? Kaçını cevaplarız?… Bu gün artık hiçbir şey sormayan insan bile en azından, “Bu kaç para?” diye soruyor.

Yutkundum geçmişimi. Evet, insan geçmişini de yutkunur. Tabii yutkunabilirse. Aklıma takılan soruları hatırlamaya çalıştım. Elimle koymuş gibi buldum çocukluk sorularımı: “Tanrı neden her şeyden büyük? Her şeyden büyükse nerde yaşıyor?”

Dünyanın en çok soru sorulan dönemi çocukluk dönemidir. Böyle bir bilimsel araştırma okumadım, fakat bundan eminim. Çocuk gördüğü, duyduğu, dokunduğu, tadını ve kokusunu aldığı her şeyi sorar. Yani ‘beş duyu artı çocukluk’ sorulara kaynaklık eder. Bu muazzam bir durum. Bir keresinde dört yaşındaki bir arkadaşım, kedimi severken; “Tarhan abi, Bekir niye kedi?” diye sormuştu. Bunca “kirli soru”nun etrafımızı sardığı şu dünyada, biraz daha insani, biraz daha masum, biraz daha çocukça, paranoyaklaşmayan soruların peşine düşmek istedim.

Desen: Salih Köksalan
Desen: Salih Köksalan

Bazı sorular kılık değiştirmez. Ölene kadar sorabilirsin o soruyu. Sorulacak bir hesap vardır her zaman. Ben onu sormuyorum. Abur cubur konuşmak değildir soru sormak. Düşünmek demektir öncelikle. Ne düşündüğünün açık edilmiş hâli de sorudur. “Sonunda benim de umudum kalmadı insanlardan, konuşasım yok.” dediğim dönemlerde her şeyi bırakmıştım, fakat soru sormayı bırakamadığımı fark ettim. Beni hayata bağlayan doğal bir durumdu, zorlama yoktu. Neden? Kaçınılmazcasına soruyordum. Çıkış yolu yine insanın içindedir, biliyordum. İnsanın içinin anahtarı da sorularda? O halde ‘umut var’ demektir. Yani bu kadar sorarsan ‘umut var’.

Bilinçaltına inmek için de sorulara ihtiyacımız var. Bu evrensel. Istırap, insan kendinden menkul olmadığı için var. Sorular da öyle. Eğer toplumsal bir hayat sürmeseydik, bunca soruya gerek yoktu elbette. Madem birlikte yaşıyoruz, birlikte soracağız. Kendi olmak için, özgürlük için, özgünlük için, merhamet için, aydınlanma için, adalet için, sorulara ihtiyacımız var.

Sorular bize aynı zamanda, “ne olur ne olmaz mesafesi” yaratırlar. Bu ne demek? Zarar görebileceğimiz herhangi bir konudan, bir adım geri durmamıza yardımcı olabilirler demek. Takıntı olmasaydı, âşk da olmazdı. İnsan en çok takıldığı yerlerde sorar. Hem takıntılı hem âşıksa, hep aynı şeyi sorar. Hep aynı şeyi… Hep aynı… Hep… Hep… Hep…

 

Dip Söz: Yaratıcılık ve farkındalık, bu iki önemli özelliği geliştirir doğru soru sormak. Kendime torpil mi geçiyorum acaba?

 

YAZAR:

Check Also

“TANRI VE KRAL İNDRA” ÜZERİNE BİR DENEME – SEDA ZENGİN

Yabancı, yabancı, gitme ve beni bırakma* paradesee jaana nai परदेसी जाना नै     . …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir