YOLUN YARISI – Saniye KISAKÜREK

Büyük ciltli ansiklopedilerde rastlarız hayatta olmayan yazarların doğum ve ölüm tarihlerine. Yaşamın kısa ve resmi dökümü, bir hesap defteri gibidir bu bilgiler. Kimi kısa, kimi de uzun bir zaman diliminde yaşamıştır.

Dante_Alighieri_Florence_Firenze_JBU01Bir başı ve bir sonu olan hayatın elbette bir de ortası olmalı. Mesela Dante “Yaşam yolumuzun ortasında” demiş, henüz otuz beş yaşında. Cahit Külebi ise bu sözlerden etkilenerek buraya küçük bir kısmını aldığım “Otuz Beş Yaş” şiirini yazmıştır:

“Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,

Gözünün yaşına bakmadan gider.’’

 

Her ne kadar Dante elli altı yaşında öldüyse de, bu sözüyle yaşamı iki eşit parçaya bölmüştür adeta. Bu sözleriyle iki ayrı şair de ölüme daha fazla yaklaştıklarının korkusu ve gençliğin tazeliğini ve heyecanını kaybetmenin üzüntüsüyle bu şiirleri yazmışlardır.

Roland Barthes ise “Şu yolun ortasını yaşama duygusunu, sanki suların iki farklı yöne ayrıldığı noktada bulunma duygusunu, kesinliğini içimde hissediyorum.” diyerek yolun ortasında olma duygusunu farklı bir açıdan yorumlar. Barthes daha çok vereceği eserler açısından az kalan zamanın nasıl iyi kullanılacağı yönünde kaygılarını dile getirmiştir. Marcel Proust ise az kalan zamanı karşısında kendine şöyle seslenir:

 

“Işığınız oldukça yazın”

 

Evet, bu ikinci yolun sonuna gidememiş birçok şair ve yazar da var. Orhan Veli, Sabahattin Ali, Sait Faik, Oğuz Atay, Behçet Aysan, Jack London, Sylvia Plath… ilk aklıma gelenler. İnsan düşünmeden edemiyor; hayatlarının baharında kaybettiğimiz yazarlarımız, yaşam yolunun ikinci yarısını yaşayabilselerdi bugünlere ne eserler bırakırlardı kim bilir?

Samim Kocagöz’ün bir yazısında da bu soru işaretleri yer alıyordu; “Erken yaşta yitirdiğimiz yazarlar eğer ellili yaşlarını aşmış olsalar eserleri açısından kim bilir nerelere ulaşırlardı?” derken, şair ve yazarların yaş ilerledikçe coşkularını ve heyecanlarını bastırıp duygularını daha dengeli biçimde ölçüp tartabildiklerinden bahsediyordu.

Bunun sağlamasını uzun bir ömür yaşamış yazarlarımızda daha iyi görüyoruz. Mesela yakın zamanda kaybettiğimiz ve uzun bir ömür sürmüş birçok yazar ve şairimiz böyle değil mi; Ali Püsküllüoğlu, Fazıl Hüsnü Dağlarca, İlhan Berk, Erdem Bayazıt, Orhan Duru, Fethi Naci, Nail Çakırhan gibi… Hepsini de yakın zamanlar içerisinde kaybettik. Ve hepsi de adlarını geniş kitlelere duyurdular.

 

***

 

Hilmi Yavuz’un “Erken Ölümlü Şairler” adlı yazısı şöyle başlıyor: “Cemal Süreya, ‘her ölüm erken ölümdür’ dese de, asıl Yunus’un genç yaşta ölenler için söylediği ‘göğ ekini biçmiş gibi’ dizesidir şiirsel olduğu kadar da yaralayıcı olan.

Yunus’un o dizesi, daha sararıp olgunlaşmamışken biçilen buğdayları tırpanlayan ‘ölüm’ imgesiyle bütünleşir. ‘Ölüm’, elinde tırpan tutan bir iskelettir çünkü ve ‘göğ ekin’, onun eliyle tırpanlanacak, acımasızca biçilecektir…”

Hilmi Yavuz burada Ahmet Günbaş’ın “Erken Ölümlü Şairler Antolojisi” kitabını tanıtırken, aynı zamanda ölen şairlerin kitapların tozlu sayfalarında kalmamaları gerektiğini vurguluyor. Ve onların ölümünü taze ekinlerin vakitsiz sararıp solmasına benzetiyor.

Güçlü bir solukla yazın hayatına başlayanların hayata beklenmedik bir şekilde veda etmeleri gerçekten üzücü. Üstelik bu güçlü kalemlerin olgunluk döneminin verimli çağlarına gelmeden, yaşamlarının ortasını geçemeden bıraktıkları eserler, yaşasalardı ne büyük yapıtlar vereceklerinin sinyalini vermekte.

YAZAR: medakitap

mm

Check Also

“TANRI VE KRAL İNDRA” ÜZERİNE BİR DENEME – SEDA ZENGİN

Yabancı, yabancı, gitme ve beni bırakma* paradesee jaana nai परदेसी जाना नै     . …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir