İNEK
Mart bahçesine bademcik kusacak kadar hastayım. Dağlar iyi. Üç koca inek dur kalk içinde biraz tutuk. Arifesi incitilmiş yollar… Kardeş şehir, kardeş okul, kardeş takım… Kardeş inek! Giz diye bir ses, içime diken battı.
Birinci ışık kırmızı: Cadde derin… Yaya kalmış üç karga, kaldırımı topluyor yuvasına. Arabalar dökülmüş uç bucak beklemekte. Ağzımdaki sakız, dağdaki inek! Diri kalan tek yanım: karga yanım… Duruşum kaporta! Kıyım sıra bir motor: ineği çevik, dağı arsız ve karsız. Alabildiğine yeşil. Öne atılmak için hazır çift başlı bir kaya. Solum: hörgüçlü bir kış. Altı aylık uyku, kırk yıllık hatır. Fitili bitiyor. Hammaddeden emekli. Kaçımız çayır, kaçımız acı kahve?
İkinci mevsim: yıldırım! Sıra sende. Heybesindeyim acının, ışığın. İğne iğne işlenmiş yanık… Bedenimde kılcal faylar bırakan çığlık. Göğün spotları çark için diş gıcırtısı. Sessiz ve renksiz sinemada patlayan tarih: tahriş gücü yüksek bir savaş. An. Göğe saplanan bir ışık. İneği çıldırmış gökdelenler çağı.
Bir mevsim daha: sütliman Beyoğlu’nda bir meyhane adı olacak kadar paradoks. Gitmedim. Sanal cuntanın zırt dediği yerde gördüm. İneği fiyakalı. En çok Ekim’e yakışır. Tanrı deliği kul deliliği bir koşu. Asayla karıştırılmamış lades.
Dördüncü mevsim: Arınıyor!