AHMET OKTAY POETİKASINDA PİTORESK VE PLASTİSİTE

Bir şairin poetikası, çoğul bileşenlere sahiptir ve üretilen şiirsel verimin oluşturucu ve kapsayıcı bağlamı olarak betimlenebilir. Böylesi bir betimleme oluşturucu ögelerin tikel analizlerinden şiirsel ifadenin tümel nitelendirilmesine ulaşmayı öngörür. Eş deyişle poetikanın bileşenlerinden şiirsel ifadenin neliğine ulaşmak, savlar üretmek olanaklıdır. Bu olanak, tümevarım yöntemini önceleyen bir vurgudur. Tikelden tümele, parçadan bütüne ulaşmak arzusunun kaçınılmazlığı olarak da ifade edilebilir. Hele de karşınızda şiirle birlikte çok farklı alanlarda üretimde bulunmuş bir şair ve onun poetikası duruyorsa ve bu poetika üzerine söz almaya, önermeler ve düşünceler üretmeye niyetliyseniz…

Ahmet Oktay’ın poetikasını ve şiirlerini odak aldığımızda oluşturucu öğelerin çoğulluğu ve çeşitliliği karşısında ciddi bir şaşkınlık yaşarız. Zira şair, varoluşuna uygun olarak temas ettiği birçok alanla yakın ilişkiler kurmuş, çeşitli verimler de bulunmuştur. Ahmet Oktay, sözcüklerin bütün çağrışımlarıyla bir şair, yazar, kültür insanı ve entelektüeldir. İlgi alanlarının çoğulluğu, disiplinlerarası temasları ve yazdıklarının geçişken niteliği dikkate değerdir. Bir yanda bohem edebiyat dünyasının ve mahfillerinin içerisindedir, öte yanda ise Marksist dünya görüşüne sahip ve dünyayı değiştirmeyi arzulayan bir şairdir söz konusu olan. Süreç içerisinde toplumsal gerçekçiliğin kökenlerini araştırıp, temellendirip yazmış, bir yandan Ahmet Arif’i ve şiirlerini eleştirmeyi göze almış, bu nedenle de bazı çevrelerce yok sayılmıştır. Oysa tarafgir olmayan bir bakış açısı, Ahmet Arif şiiri için üretilmiş en sıkı eleştirilerden, hakkı teslim etmeyi amaçlayan metinlerden birisinin Ahmet Oktay’a ait olduğunu görecektir. Sadece bu örnek bile Ahmet Oktay’ın ortodoks bir şair, yazar ve eleştirmen olmadığını, entelektüelde olması gereken cesarete ve sözünü söyleme edimiyle ifade edilebilecek özgürlüğe sahip olduğunu gösterir. Bu özgüven, son kertede şairin ilgi alanlarının çoğulluğuna ve birikimine eklemlenecektir. Karşımızda böylesi bir şair varken, onun şiirleri ve poetikası üzerine söz almak da kolay bir şey olmayacaktır. Bilen bilir, ancak anımsatmakta da fayda var; bu çetin şair ve şiirleri üzerine yıllar önce söz alıp savlar ürettim ve poetikasına bir yaklaşım oluşturmayı denedim. Bir monografi olan çalışmamı şairin opus magnum’u olarak değerlendirdiğim Yol Üstündeki Semender’e atıfla ‘Yol Üstündeki Yazıcı’ adıyla kitaplaştırdım. Ve ne büyük mutluluktur ki üstat bu kitabın yayımlandığını gördü, kendisine takdim ettim ve sonrasında savlarım ve düşüncelerim üzerine uzun sohbetler ettik. Kitabımda “empati” ve “ilişkilendirme” kavramları üzerinde yapılandırdığım çözümleme bağlamı içerisinde poetikanın analizini yapmış, poetik nirengi noktalarını belirlemiş ve şiirsel ifadenin bu kavram ikiliği üzerinden nasıl cisimleştiğini göstermeye çalışmıştım. Bu kitaptan sonra ve zaman içerisinde kullandığım kavramsal araçların Ahmet Oktay Poetikası için yeni kavramsal önermelerle bütünlenmesi gerektiğine karar verdim. Böylesi bir bütünleme poetikaya olan yakınsamayı, yakınlaşma deneyimini daha da yoğunlaştıracaktı. Empati ve ilişkilendirme kavramları, poetikaya yaklaşım için ana omurgayı oluşturan, mutlak öneme ve işleve sahip araçlar. Ancak şairin beslendiği ve şiirine poetik olarak tevil ettiği çoğul ögelerin varlığı da görülmeli ve gösterilmeliydi. Böylece Ahmet Oktay Poetikası’na yaklaşım denemelerinin arttırılması sağlanacaktı. Bu yazı, andığım niyetle ve kitabımda ifade ettiğim kavram çiftine eklemlenmek, bütünleşmek üzere pitoresk ve plastisite kavramlarının, olgularının şairin poetikasına etkilerini değerlendirmek için kaleme alındı.

Pitoresk ve Plastisite esasen resme ve görsel sanatlara ilişkin kavram ve nitelikler. Bir ressamın pitoresk algısı ve plastisite kavrayışı, tümel kategoriler veya analiz kavramları olarak göze getirilen ifadenin, cisimleşmiş olan görsel imgenin majör nitelendirici ögeleri sayılabilir. Sıralı bir ilişkiden de söz edilebilir. Pitoresk, etkin öznenin algı içeriğindeki resimsel, görsel, resmetmeye değer olanı ayrıştıran yönseme olarak ifade edilebilir. Plastisite ise hem pitoresk algıyı içerir, hem de sonuçta oluşan görsel cisimleşmenin, imgenin niteleyicisi olarak tümel ve kavramsal bir kategori, eş deyişle göze gelenin oluştuğu ve oluşturduğu bağlamdır. Bu iki olgu ve kavram, diğer birçok ögeyi paranteze aldığımızda algılayıcıyı biçimlendirilmiş görsel imge üzerinden ressama ulaştırırken, ressamın algılayıcıyla buluşmasının, içinde bulunduğu dünyayı ve hayatı yorumlayışının koşullarını ve niteliklerini de belirler. Çift taraflı ve etkileşimli, son kertede ben’in algısında temellenen bir geçişim söz konusudur. Ayrıca son yıllarda beyin plastisitesi veya nöral plastisite olarak da betimlenen “nöroplastisite” kavramı, beynin uyaranlara bağlı olarak şekillenebileceğini, nöral iletişimin beynin plastik ve şekillenebilen formunu etkilediğini ileri sürmekte. Yani organik yapısı herkeste aynı olan beyin, deyim yerindeyse kullanım şekline ve uyaranlarla etkileşimine bağlı olarak bir plastisite yeteneğine sahip ve bu durum beynin yapısını farklılaştırabilmekte. Ancak bu metin için sorulması gereken plastisitenin ve pitoresk olgusunun şiirle olan ilgisi ve poetikanın cisimleşmesine, poetik imgenin oluşmasına nasıl etkileri ve işlevselleridir. Nöroplastisite kavramını dikkate alırsak her şairde poetik plastisitenin uyaranlara ve şairin ilgi alanına göre işlev kazanacağı ve son kertede poetikayı cisimleştireceğini ileri sürebiliriz. Bu saptama, şairlerin algıya açtığı poetikalarının ve sundukları şiirlerinin alımlanması, algılanması ve çözümlenmesinde mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır.

Kısaca değindiğim pitoresk ve plastisite kavramları Ahmet Oktay şiirleri ve poetikasında son derece etkin ögelerdir. Poetik yapılanmanın nihai hali plastisitenin etkileşimine ve şairin ilgi alanlarının çoğulluğuna koşut olarak, pitoresk olgusunu da içererek cisimleşir ve poetik imgeyi oluşturur. Bu bağlamda bir analiz yapılacaksa pitoresk vurgusunun ve plastisitenin resim sanatı ve görsellikle olan ilişkisi odak alınmalı, ayrıca nöroplastisite kavramının sunduğu etkileşime dayanan cisimleşme süreci ve sonuçları şiir örneklemeleriyle çözümlenmelidir. Bu değerlendirmeyi andığım kitabımın yeni baskısında bir bölüm olarak ekleyecek ve detaylı olarak ele alacağım. Elbet ki bu analiz empati-ilişkilendirme kavram çiftiyle kökensel olarak ilişkili olacaktır. Ancak bu ilişki, pitoresk ve plastisite kavramlarının eklemlenmesiyle açımlanacak ve poetikaya yaklaşım yollarının çoğullaştırılmasına olanak sağlayacaktır. Dolayısıyla bu metin, böylesi bir analiz amacına uygun bir önseme ve girizgah olarak değerlendirilebilir.

Ahmet Oktay Poetikası’nda, pitoresk ve plastisite olguları hem görsellik ve görsel ögelerin kullanımıyla ilişkilidir, hem de şairin etkileşimde bulunduğu çoğul ögelerin varoluşsal ve poetik uyaranlar olarak şiirlerde cisimleşmesi bağlamında nöroplastisite, eş kavramlaştırmayla “poemaplastisite” ögesi olarak değerlendirilebilir. Ancak bu değerlendirme öncesinde, ontolojik poetika ve onto-poetik imge olarak iki kavramlaştırma daha yapmak isterim. Bu kavramları çeşitli yazılarımda ele aldıktan sonra, Ahmet Oktay’ın yakın dostu olan Edip Cansever poetikası üzerine yazdığım ve henüz biten dosyamda da kullandım. O dosyada detaylı olarak temellendirdiğim bu kavramlara, yazımın bağlamı açısından kısaca, pitoresk ve poetik plastisiteyi nitelendirmek için değineceğim. Bilindiği üzere ontoloji felsefe içerisinde bir alan. Nicolai Hartmann’ın bu alandaki görüşleri ise ayırıcı nitelikte ve algıyı, bilgiyi insan ile ilişkilendirmeye vurgu yapmakta. Hatta Hartmann’a göre felsefi problemlerin tümü ontolojik nitelikte olup, varlığın ve varlık türlerinin anlamlandırılmasıyla ifade edilebilir. Çünkü bilgi, her ne kadar bir nesnenin bilgisi olsa da, düşünen varlığın nesneyi kavramasıyla ilişkilidir. Düşünen varlığın, etkin özne(süje) olan insanın kavraması ise bilinçte oluşan nesnenin bir tasarımıdır. Bu tasarım süjeye aittir ve bilgiyi üretecektir. Ancak süje olmasa da nesne her zaman vardır. Dolayısıyla bu yaklaşım nesneye ait bilginin, yani epistemolojinin ontolojiye dayanması gerektiği sonucunu doğurur. Epistemoloji bilen ile bilinen, süje ile obje, insan ile nesne arasındaki ilişkiyi, eş deyişle bilgiyi inceler. Bu tümel bağlamı özelleştirir ve obje yerine sanat nesnesini, sanatı, şiiri koyarsak Sanat Ontolojisine ulaşmış oluruz. Kısaca değindiğimiz süreç, süjenin algı deneyimine bağlamsal olarak işlev kazandıracak, varlık ile varoluş, nesne ile o nesneyi algı içeriği kılarak deneyimleyen, eş deyişle şiir ve şiiri algı içeriği kılan özneyi, hem etkin öznenin kendi varoluşuyla hem de şairle ve onun varoluşuyla ilişkilendirerek, şairin dışa vurduğu, sözcüklerle yeni bir terkip kurup temsiliyet kazandırdığı dilsel ifadeyle buluşturacaktır. Klasik ontolojiyi referans alan, ancak özne ve öznenin algısı bağlamında, algı içeriğiyle akli yargılarımız arasında ilişki kurarak sanata ve şiire evrilen bu uslamlama, ilk yazılarımdan bu yana hep vurguladığım, örneklendirerek analiz ettiğim bir yazma alanı oldu benim için. Sanatı ve şiiri, etkin ben’in varoluşunun bir sonucu, dışavurumu olarak ele aldığımızda ontolojinin sunduğu temel bilgilerden ve yukarıda vurguladığım uslamlamadan işlevsel olarak yararlanılabilir. İlk çözümleme metinlerimden itibaren bu işlevselliği kullandım ve Yol Üstündeki Yazıcı adlı kitabımda bu bilgileri, empati-ilişkilendirme kavram çiftinin şair ben’in varlık halleri, varoluş kipleri, oluş iradesi ve şiir verimi açısından etkilerini ve sonuçlarını detaylı olarak gösterdim. Edip Cansever dosyamda da bu süreç devam etti. Çünkü kanımca şiir, varoluş deneyiminin dil aracılığıyla ve imgesel olarak dışavurumu; dolayısıyla bu oluş halinin betimlemelerinde, bilgisinde ontolojiden ayrışmak olası değil, aksine gerek ve yeter koşul olarak bu ilişkinin irdelenmesi kaçınılmaz. Zaten şimdilerde unutulmuş olsa bile antik dönemde de, varoluş bağlamı ve ontoloji dikkate alınmadan bir epistemenolojiden söz edilmezmiş. Hatta Sokrates ve Platon, bana göre ontoloji ile epistemolojiyi ilişkilendiren ilk filozoflar sayılabilir.

Buraya kadar ileri sürdüğüm savlar dikkate alındığında Ahmet Oktay’ın ve şiirlerinin etkin özne’nin varoluş deneyimiyle kaçınılmaz olarak ilişkili olduğu, bu ilişkinin ilksel ve tümel bağlamının empati-ilişkilendirme kavram çiftiyle oluştuğu, pitoresk ve plastisite kavramlarının ise bu bağlamı bütünleyen ögeler olduğu açıklıkla savlanabilir. Dolayısıyla Ahmet Oktay’ın poetikasının bu oluş ve kavrayış haline içkin ve benim kavramlaştırmamla ‘ontolojik poetika’ olarak ve bu poetika içerisinde üretilmiş olan şiirlerin, son kertede şairin şiir algısının, poetik oluş haline ait imgenin başat niteliğinin ve sıfatının da ‘onto-poetik imge’ olarak nitelendirilmesi kaçınılmazdır. İşte bu kavramlaştırma ve bağlam içerisinde pitoresk ve plastisite, Ahmet Oktay’ın poetikasını nitelendirmek için işlevsel ve niteleyici ögeler olarak ele alınacaktır.

Pitoresk ve plastisite, Ahmet Oktay’ın ilk şiirlerinden itibaren, empati-ilişkilendirme kavram çiftiyle koşut ve etkileşimli olarak işlev kazanır. Bu işlevin ilksel göstergesi pitoresk nitelik olarak görünene, görülenin niteliklerine bağlı olarak görselliğe, eş deyişle algının tepki verdiği resimsel ve görsel içeriğe içkindir. Şairin resim sanatıyla olan yoğun teması dikkate alındığında, görsel nitelikleri şiirinde etkileyici efektler olarak kullanması poetikanın önemli ve kurucu niteliklerinden birisi olarak değerlendirilebilir. Ve pitoresk bu değerlendirmenin kökensel önermesidir. İkinci kullanım niteliği ise nöroplastisite bağlamında poetikanın plastisitesi, eş deyişle tekil şiirler ve şiir kitaplarıyla yapılandırılan poetik sonuçtur. Nasıl ki uyaranlara verilen tepkiler ve nöral iletişimle beynin plastisitesi şekilleniyorsa, bu sürecin poetik sonucu da şiirler ve şiir kitaplarıyla poetikanın cisimleşmesidir. Bu dinamik, etkileşimli ve geçişimsel süreç, plastisite niteliğiyle betimlenebilir. Ahmet Oktay varoluşuna etki eden uyaranlara empati-ilişkilendirme ikilisinin ontolojik bağlamında verdiği tepkilerle, eş deyişle nöral iletişime koşut onto-poetik süreçle poetikasını yapılandırmıştır. Savımızın, şiir örneklemleriyle yapılacak analizi oldukça hacimli olacağından sonraya bırakılmıştır. Bu metinde ise sadece kitap adları dikkate alınarak görüşler oluşturulacaktır.

Şairin ilk kitabının adından başlayan, Gölgeleri Kullanmak(1963), pitoresk ve plastik yönseme dikkat çekicidir. Gölgelerin oluşumu ve kullanılması neredeyse empresyonist bir vurgudur. Gölge ışık ile var olur. Eş deyişle varlık koşulu ışık olan gölge, empresyonistlerin ışık ile nesneler ve uzam arasında kurduğu pitoresk ilişkiyi anıştırır. Müphem bir varlık halinde gölgeleri kullanarak var olmaya çalışan özneler, bu pitoresk ortamın ulaklarıdır. Gölgeler görünürlüğün plastik vurgusu olarak da değerlendirilebilir. Çünkü gölgelerle ya da gölgeler kullanılarak bir varlık haline ulaşılacaktır. İşte bu varlık halinin her aşaması, şairin varoluşsal tepkilerinin empati-ilişkilendirme olguları bağlamında kurduğu iletişim ağının poetikasını şekillendirmesinin ögeleri olarak ele alınabilir. Bu ilk kitapta majör vurgular olarak değerlendirdiğimiz konyak ve leylak betimleriyle güçlü ve etkileyici bir pitoresk atmosfer yaratılmıştır. İkinci kitap, Her Yüz Bir Öykü Yazar(1964), bu sürecin portre mecazıyla bütünleşmesidir. Gölgelerin meçhul ve müphemliği, özneye aitliğin surete ve mecaza dönüşmesi yüzlerin yazdığı öykülerle daha somut hale gelecektir. Bu durum yüzün, öznenin varlığının simgesi haline dönüşmesinin ve suretine kavuşan asılın otonomisini de ortaya çıkarır. Aynı zamanda öykü yazan, yani bir tür anlatıcı olan yüzler resim sanatındaki portre türünün birincil anıştırması ve çağrışımıdır. Nitekim Her Yüz Bir Öykü Yazar’ın açılış şiiri, Bir Portre İçin Taslak adını taşımaktadır. Ayrıca kitabın içerisinde “gece” sözcüğü sıklıkla kullanılır. Gece ve gölge arasındaki ilişki önemli bir poetik efekttir. Gece olduğunda gölgeler ortadan kalkar ya da gecenin kendi ışığıyla gölgeler, başka bir varlık tarzında ortaya çıkarak var olur. Bu poetik sürecin pitoresk ve plastisite niteliği aşikardır. Şair ilk iki kitabıyla plastik ve pitoresk yönsemesini güçlü şekilde ortaya koymuştur. Nitekim sonraki kitap, Dr. Kaligari’nin Dönüşü (1966), bu yönsemenin etkileyici bir sunumu ve sonucudur. “Şimdi ne olacak?” sorusunun yarattığı belirsizlik içerisinde son bulan Her Yüz Bir Öykü Yazar’dan iki yıl sonra, 1966 yılında yayımlanıyor Dr. Kaligari’nin Dönüşü. Dışavurumcu Sinema Ekolü’nün temel yapıtlarından birisi olan ve akımın başlatıcısı kabul edilen, Robert Wiene (1881-1938) tarafından 1919 ile 1920 yılları arasında çekilen “Doktor Caligari’nin Muayenehanesi” adlı filme doğrudan gönderme yapan bu kitap, pitoresk ve plastik etkinin şahikasıdır. Şair, kitabının adıyla ve filme atıfla yarattığı atmosferde dışavurumcu sinema görselliğini plastik olarak etkileyici şekilde kullanır. Bir muayenehanede yapılmak üzere olan kürtaj operasyonunun öncesi anlatılarak başlayan kitap betimlemeler, şiir öznelerin varlık halleri ve yaşadıkları gerilimlerin ifadelendirilmesiyle güçlü bir poetik kurmacadır ve etkisini pitoresk, plastik vurgularla artırır. Kürtaj olan, içinden canlı bir parçanın kazınarak sökülüp alındığı bir kadının, Hacer’in varlık haliyle empatik bir ilgi kurabilmek; bu ilgiyi dramatik ve poetik kurmaca bir şiir bütününe güçlü pitoresk ve plastik etkiyle dönüştürebilmek, hem şair hem de bu duyarlılığı duyumsayabilecek okurlar açısından, empati-ilişkilendirme olguları ve varoluş bağlamında ortaklaşan bir varlık sürecinin imleri olsa gerektir. Şair bu süreci şiirsel araçlarla güçlü bir kurmacaya ve poetik ifadeye dönüştürmüş, sürecin atmosferini plastik olarak yapılandırmıştır. Zaman hızla geçer ve tam olarak on üç yıl sonra yeni kitap, Sürgün(1979), yayımlanır. Savrulup giderken görülen her şey, bir sürgünün belleğinde kalmış yaşama anlarının içeriğidir. Şair de savrulmuştur. Toplumsal yaşamın itme ve çekme etkisi bu savruluşun ve sürgünlüğün gerekçesi olabilir. Bu kitapta görüntüye, görselliğe, plastik ve pitoresk olana ilişkin özellikler etkindir ve etkileyici bir şekilde, varoluş bağlamındaki ontolojik gerilimi vurgulamak için kullanılmıştır. Örneğin bir dizede geçen “ölü doğan bir çocuğun gözbebeğindeki buğu” ifadesi bile bu gerilimin etkisini, görsel ve plastik vurguyu ortaya koyar. Böylece hem görselliğin cisimleşmesi anlamında plastisite öne çıkar, hem de nöral iletişim ve varlık hallerine karşı verilen tepkilerin sözel ifadeyle poetikayı nasıl şekillendirdiği, eş deyişle poetik nöroplastiyi ve onto-poetik imgeyi nasıl yarattığı görülür ve gözlemlenir. Elbet ki bütün bu poetik sürecin nitelendiricisi empati ve ilişkilendirme kavramları, olguları bir an için bile göz ardı edilmemelidir. İki yıl sonra yayımlanan Sürdürülen Bir Şarkının Tarihi(1981) ise Deniz’e ithaf edilen bir kitaptır. Şair, kitabını oğlu Deniz’e ve bizce Deniz’lere ithaf etmiştir. Askeri faşist darbeden ve 12 Eylül yıkımından bir yıl sonra yayımlanan kitap, manidar ithafıyla sessiz bir direnişin şiirsel göstergesi sayılabilir. Bu kitaptaki “deniz” ögesi, bütün çağrışımları ve yorumlarıyla birlikte metnimizin pitoresk ve plastik açılımları açısından da dikkate değerdir. Dize alıntılarıyla gösterilebilecek bu etki, ontolojik poetikanın ve onto-poetik imgenin temel yönsemesiyle uyumlu ve ilişkilidir. Kara Bir Zamana Alınlık(1983) ise Ahmet Oktay’ın kitapları içerisinde realitenin olanca ağırlığının duyumsandığı bir kitaptır. Bu durum yaşanılan zamana verilen poetik bir tepkidir. Şair varoluş gerilimlerini tarih ve realite ile ilişkilendirirken, pitoresk ve plastisite açısından denizin sonsuz mavisinden ve de umutlu imgesinden, zamanın karanlığına dönmüş ve bu karanlığın alınlığını yazmıştır. Bu geçişim hali poetik cisimleşmeyle ifadeye dönüşmekte, şairin pitoresk ögeyi görselliğin çağrışım gücünü içerikle dolayımlayarak kullandığı görülmektedir. Nitekim bir an sonra bu gerilim intiharın varlık ve yokluk ikilemine, eğer varsa intiharın görselliğine ve rengine bürünecektir. Yol Üstündeki Semender(1987), intiharla bir söyleşi olarak ifade edilir. Ahmet Oktay, edemediği veya edebileceği intiharlarla bir söyleşi olarak yazmıştır kitabını. Varoluşsal gerilimi yüksek bir betimleme olmakla birlikte herkesin hayatındaki bir an’ı veya yüzleşmeyi de içeren bir varlık halidir söz konusu olan. Daha önce defalarca ifade ettim, kitabımda yazdım ve burada da vurgulayayım; bana göre Yol Üstündeki Semender Ahmet Oktay’ın opus magnum nitelikli kitabıdır ve poetikasının bütün ögelerini içerir. Var olma ve varoluş meselesi yol üstünde olma haliyle imlenirken, semender’in ateşle olan ilişkisi ve imgesel varlığı ontik gerilimin bütünleyicisidir. Ahmet Oktay kitabına konuk ettiği on iki sanatçı, yazar müntehirlerle diyaloğunu poetik olarak sürdürürken, müntehirlerin verimlerine, hayatlarına ve intiharlarına ilişkin etkileyici bir poetik kurmaca oluşturur. Bu oluşumun dikkate değer niteliklerinden birisi de pitoresk ve plastik niteliğidir. Yani Nerval’in kendini astığı sokak lambasının görselliği veya Woolf’un içinde yittiği nehrin akışındaki ışık etkisi okuyucuyu bu poetik ambiyansa ve kurmacaya eklemler. Ahmet Oktay’ın şiirsel kurmaca ve şiirin oluşturucu öğelerini ustalıkla kullanması, pitoresk ve plastik ögelerle bütünleştiğinde algının içselleşmesini ve etkisini, onto-poetik imgeyi ve gerilimini yükseltir. Bir sonraki kitap Ağıtlar ve Övgüler(1991) yayımlandığında, kitabın açılış şiirinin ilk dizeleri okunmaya başlandığında, diğer poetik ögeler bir yana bırakıldığında okuru karşılayan biricik kurucu öge “siyah imgeler”’dir. Şair, imgelerin siyahlığına dair varlıksal ve poetik gerilimi, bilgiyi siyah sözcüğünü ve bu sözcüğün görsel çağrışımlarını, simgesel değerlerini, pitoresk vurgularını aktararak, sonraki şiirler için algılayıcısına bir meşale verir. Aslında bu durum nöral iletişim ve nöroplasti, eş deyişle onto-poetik iletişim ve varoluşun cisimleştirdiği, plastisitesini belirlediği ontolojik poetika için de belirleyici bir işaret, kerteriz noktasıdır. Şair varlık hallerine içkinleşen, empati-ilişkilendirme olgularıyla işlevselleşen şiir söylemi ve poetik kurgularıyla derdini ifade etmekte, müntehirler gibi yoldaşlarını kendi oluş haline, poetik tekamülüne içselleştirirken okurunu da bu soy ilişkisine davet etmekte, katılmasını arzulamaktadır. Bu davet, sonraki kitap Bir Sanrı İçin Gece Müziği(1993) yayımlandığında çok daha güçlenecektir. Şair bu kitabında kolaj tekniğini kullanarak yapıtını oluşturmuştur. Bu tercih, enikonu ünik bir sonuçtur. Bir Sanrı İçin Gece Müziği, kitabın alt başlığı olan “anti-nostaljik bir kolaj” tamlamasına uygun olarak ve araştırmalarıma göre dilimizde kolaj tekniğiyle yazılmış ilk ve tek şiir kitabı’dır. Grafik olarak da tasarlanmış bu kitap, gazete kupürlerinden, fotoğraflara kadar birçok görsel malzemenin kullanıldığı, kolajın ekleyen, eklemleyen parçalı bütünlüğüne dayanan bir verimdir. Aynı zamanda bu parçalı yapı plastisite açısından da dikkatle irdelenmelidir. Buraya kadar vurguladığımız pitoresk ve plastik öğelere ilişkin bütün savlarımız, bu kitapla yeniden ele alınabilir, algıya dahil edilerek “görülebilir”. Plastisitenin belirlediği form ya da pitoresk olanın poetikaya etkisi, bu anti-nostaljik kolajda rahatlıkla algılanabilir ve şairin, bu özellikleri ustaca kullanımına şahitlik edilebilir. Aradan üç yıl geçer ve 1996 yılında şair, geçen her yıla karşılık üç kitap yayımlar. Aynı yıl içerisinde basılan Söz Acıda Sınandı, Gözüm Seğirdi Vakitten ve Az Kaldı Kışa birbirini takip eden bir bütünlüğe sahip olarak bir üçleme ya da tek bir kitabın üç ayrı bölümü olarak değerlendirilebilir. Kitaplar arası ilişkiler ve göndermeler de empati-ilişkilendirme olguları açısından dikkate alındığında, bu durum açıklıkla gözlemlenebilir. Söz Acıda Sınandı, biçimsel açıdan mensur şiirin olanaklarının kullanıldığı bir kitaptır ve daha önce andığımız siyah imgeler bu kitapta siyah kadın’la hısımdır. Aynı kalıp kullanılarak üretilen bu hısımlık, yoldaşlık ve poetik soy ilişkisi aynı zamanda pitoresk ve plastisite nitelikleri açısından da dikkate değerdir. Dolayısıyla vurguladığımız “siyah” sözcüğü andığımız etkiyi iyice görünür kılar. Bir göstergeye dönüşen ve poetik işlev kazanan siyah sözcüğü süreçsel olarak da etkinleşir. Bu bağlamda Yol Üstündeki Yazıcı’dan bir alıntı yapmanın yeridir.

“Poetikanın süreçselliği açısından, şiirsel söyleme ve tekniğe ilişkin vurgulanması gereken diğer bir olgu da  “siyah” sözcüğü ve bu sözcüğün kullanım şeklidir. Bu sözcüğün ve kullanım şeklinin, yakın ilgisi Söz Acıda Sınandı kitabıyla, uzak ilgisi ise 1987 yılında yayımlanan Yol Üstündeki Semender ve 1991 yılında yayımlanan Ağıtlar ve Övgüler ile kurulabilir. Ayrıca Her Yüz Bir Öykü Yazar’ın, bize göre simge sözcüğünün “gece” olması kurulacak ilginin sürekliliğini ve kronolojik niteliğini güçlendirecektir. Gözüm Seğirdi Vakitten’teki “siyah düşler, siyah lekeyi” kullanımları, Yol Üstündeki Semender’de yer alan Gérard de Nerval şiirindeki, “Siyahın Gezginiyim”, Walter Benjamin şiirindeki “Siyah Avrupa!”, Vladimir Mayakovski şiirindeki “siyah sahtiyan” kullanımları ile örtüşür. Ayrıca, Söz Acıda Sınandı ‘da rastlanan “Siyah Kadın!” ve Ağıtlar ve Övgüler’in açılış şiirindeki “Siyah İmgeler!” tamlamaları da bu bağlamda ilgi çekicidir.”

Böylesine etkin ve işlevsel olan bu sözcük ya da eş deyişle poetik gösterge, aynı zamanda pitoresk ve plastisite olgularının ontolojik poetika içerisindeki ağırlığını da pekiştirir ve vurgular. Şair pitoresk ve plastik öğeler ile ontolojik poetikasının atmosferini, nöroplastisite kavramını anıştırarak ve bir anolojiyle yeni bir kavram üreterek ‘poemaplastisite’sini cisimleştirir, okurun algısına dahil eder ve onto-poetik imgeyi görünür kılar. Dolayısıyla bu atmosferi, poemaplastisite’yi duyumsamadan, şiirlerin ve poetikanın algılanması olası değildir. Bu durum öylesine güçlü poetik bir bağ oluşturur ki kalakalırsınız. Örneğin Her Yüz Bir Öykü Yazar kitabı “gece” sözcüğüyle başlar. Ve şair, 32 yıl sonra yayımladığı Az Kaldı Kışa adlı kitabının açılış şiirinde de benzer şekilde, ilk sözcük olarak “gece”yi kullanır. Bu süreklilik hali poetikanın omurgasını belirlerken, şairin şiir algısındaki gücü ve varoluşsal vurguyu, ilişkiyi, etkiyi derinleştirir. Böylesi bir sonucun pitoresk ve plastisite kavramları, olguları açısından da dikkate değer olduğu açıktır. Yol Üstündeki Yazıcı’nın yeni baskısında bu değerlendirmeyi ekleyeceğimi bir kez daha vurgulayarak hem süreklilik, hem de plastisite ve pitoresk olgular açısından şaşırtıcı bir saptamayla sözlerimi bitireyim. İlk kitabı Gölgeleri Kullanmak(1963) ile son kitabı Hayalete Övgü(2001) aynı duyuşun, şiirsel ve varoluşsal duyumsamanın geçen zamana karşı ilişkiselliğini yitirmeyen empati-ilişkilendirme olgusunun, ontolojik poetikanın ve onto-poetik imgenin, pitoresk ve plastisite nitelikleri de dikkate alındığında etkileyici bir alınlığı, gerilimi yüksek bir sunumudur. Çünkü hayaletlerin de gölgeler alemine ait olduğu açıktır. Yani çevrim tamamlanmış, gölgeleri kullanmakla başlayan poetik verim, empati-ilişkilendirme olgularının etkinliğiyle işlev kazanmış ve şiirsel dışavurum, bir tür gölge olan hayaletlere övgüler düzerek ve pitoresk, plastisite niteliklerinin bütünleyici vurgusuyla sonuçlanmıştır. Pitoresk niteliğin poetikanın atmosferi, ambiyansı açısından öne çıkışı, plastisitenin nöral iletişim ve poetikanın etkileşimli cisimleşmesi, poemaplastisite’yi üretmesi açısından da dikkate değerdir. Ustanın kitaplaşmamış şiirleri elbet ki bu saptamanın dışında ele alınmalıdır.

Son söz her zaman şairlerin ve şiirin olmalıdır. Kendisine olan gönül borcumu hiçbir zaman ödeyemeyeceğimi bilerek, hayatıma kattığı her sözcük, her anı ve her şey için müteşekkirim. Ahmet Oktay ile aynı güneşin altında ve şiir yazarak var olabildiğim için, şiirin kökeninde olan her türlü kedere, acıya ve şiiri yazdırtan derde, yoldaş olan dert ehli’ne de bin selam ve eyvallah…

İyi ki şiir var, iyi ki şiirler yazdık, çünkü insan oldukça şiir de olacak, çünkü şiir daima… Ve bu metin, belki de büyük bir rastlantıyla üstadın aramızdan ayrıldığı gün olan 03 Mart tarihinde bitirildi. Anısına saygıyla…

 Pavese, Malcolm Lowry. İkizlerim 

Gece de sonsuz değil 

Kötülük de. Ben de denedim. 

Lav fokurdarken, gidip geldim 

delilikleri. Bin vampir besledim 

şuramdaki inde. Sövdüm 

ve şehvetle öptüm her Meleği; 

Ah!Bilemedim 

kaç  kişiyiz kendimizde. 

Karabasanlar yaşattım 

beni sevenlere, 

bir hataydım, besbelli.

 

İçimdeki ölümden 

içimdeki ölümden 

içimdeki ölümden ürettim her şeyi.”  

  

“ Harflerden, sözcüklerden medet 

umdum bunca yıl. Kerterizlerim 

altın ve gümüş kakmalı pusulalarım. 

Sandım ki seçersem doğru harfi 

açılacak Süleyman’ın “kuşlar dili”, 

Sandım ki doğru sözcüğü bulursam 

aydınlanacak içinde yittiğim 

kristal labirentteki güzergah. 

Var mıydı tutacağım bir yön 

bulacağım düz bir yol? 

Bilemedim. Geliyor ve gidiyor insan.”  

  

“Ayrılık bilemem ne zaman gelir 

sen bir okul defteri getir bana 

çünkü sadece yazmak tesellidir 

çektiğimiz acıya bu dünyada. 

  

Kırlaştı saçlarım, yakınmıyorum 

ölüme yargılı insan doğumda 

yeraltı mı daha korkunç bilmiyorum 

Dünya mı? yaşadım yaşadığımca.. 

  

Senden erken dolarsa vade eğer 

ne olur “beyaz bir gül at” ardımdan 

bomboş sokağa; dağılsın her keder.” 

 

 

(*)Hayal Dergisi “Ahmet Oktay Dosyası”nda yayımlanmıştır.

 SERDAR AYDIN, ANKARA

 

YAZAR: medakitap

mm

Check Also

“TANRI VE KRAL İNDRA” ÜZERİNE BİR DENEME – SEDA ZENGİN

Yabancı, yabancı, gitme ve beni bırakma* paradesee jaana nai परदेसी जाना नै     . …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir