LOUSİE GLÜCK – ŞİİRLER – Çev. Recep NAS

PENELOPE’NİN ŞARKISI

Küçük ruh, her daim çıplak gezen ruh
Yap şimdi emreylediğimi, tırman
Sedir ağacının kat kat dallarına
Bekle tepesinde, dikkat kesil
Bir nöbetçi gibi, tetikte ol ya da. Yakındır
Dönmesi erkeğinin yuvaya. Cömert olmaktır yaraşan sana
Mükemmel de değildin ya baştan ayağa;
O keder yükü gövden yüzünden bir de
Şiirlerde sözünü bile edemeyeceğin
Şeyler yaptın. Bu yüzden
Seslen ona açık denizleri, ışıklı suları aşan sesle
O kasvetli şarkınla, o ihtiraslı,
Yapmacık şarkınla—tutkulu
Maria Callas gibi. Kimdi
İstemeyen seni? Kimindi o şeytani mi şeytani şehvet
Bir türlü doyuramadığın? Çok sürmez,
Olurken bütün bunlar
Döner geri her nereye gittiyse,
Arzularken ızgara tavuğunu
Uzayıp giden ömrünün güneşiyle yanmış.
Ah, selamlamalısın onu
Çekmek için dikkatini
Sarsmalısın ağacın dallarını
Ama özene bezene,
Mahvolmasın diye o güzelim yüzü
Düşerken bunca iğne yere.

 

BİR SADAKAT EFSANESİ

Karar verdiğinde Hades sevdiğine bu kızı
kurdu onun için yeryüzünün bir benzerini,
aynıydı her şeyiyle, çayırlıklara kadar,
ama koydu bir yatak fazladan

aynıydı her şey, günışığı dahi
zor olurdu çünkü bir genç kızın bunca tez elden
parlayan ışıkları aşıp zifiri karanlığa geçmesi

Düşündü, günbegün tanıştıracaktı onu geceyle
ilkin titreşen yaprakların gölgelerince
Sonra ay, sonra yıldızlarca. Derken ne ay ne yıldızlar
Bırakacaktı alışsındı Persephone yavaştan yavaştan
Düşündü, sonunda nasılsa bulurdu ondaki erinci

Bir kopyası dünyanın
tek farkla ki sevgi vardı burada.
Tek istediği sevgi değil mi ki herkesin?

Bekledi Hades yıllarca
bir dünya kurup seyrederek
Persephone’yi çayırlıklarda.
Persephone ki bir reyha hassı, bir çeşnici
Düşündü, varsa eğer ağzınızın tadı
Çeşnici de olursunuz ve dahi reyha hassı
Kim istemez gecenin bir vakti
duyumsamayı sevgili bu bedeni, ne pusula ne kutup yıldızı
duymak için bu sessiz soluk alışverişi, söylerken o

Yaşıyorum ben, demek ki
yaşıyorsun sen de, çünkü duyuyorsun ya sesimi
buradasın demek benimle. Dönerse sırtını insan
çevirir karşıdaki de yüzünü—

Buydu karanlıklar lordunun duyumsadığı işte
bakarken Persephone için
kurduğu dünyaya. Hiç de aklına
gelmemişti oysa ne bir koku
ne de yemek olduğu burada

Suç mu? Dehşet mi? Aşk korkusu mu?
Hayal bile edemezdi böyle şeyleri;
Bir âşık hayal eder mi ya hiç bunları.

Düşlerine giriyor, ne ad vermeli şimdi bu yere
İlk gelen aklına; Yeni Cehennem, sonra da İrem Bahçesi
Verdi kararını en sonu
Diyecekti ona Persephone’nin Kızlık Çağı.

Dümdüz uzanan çayırların üzerinden nazlı nazlı
yükselen bir ışık ardında yatağın. Alıyor Hades kollarına onu.
Söylemek istiyor, seviyorum, hiçbir şey incitemez seni

ne var ki düşüyor aklına bir yalan olduğu bunun
diyor, en sonu öldün sen, bu yüzden
incitemez kimse seni, budur işte gözüne görünen
daha gerçek, daha ümitvâr olan başlangıç.

 

ŞİİR

Akşamın erinde bir an, tam eğilmişken
yazı masasına adam.
Kaldırır başını yavaşça; çıkagelir
bir kadın kucağında güller. İşmar eder
aynada nazlı nazlı salınan yüzü
gül saplarının yeşil parmaklıkları arasında.

Bir acı çekme biçimi bu: sonrası
hep saydam bir kâğıt parçası
damarları görününceye dek
gün ışığına tutulan
en sonu mürekkeple belirirken sözcükler.

Anlamam beklenir neyin tuttuğu
bütün bunları bir arada, ya da
külrengi evin nasıl da dimdik durduğu
tozun toprağın içinde

çün sokulmalıyım ben de yaşamlarına:
ilkyazdır, giderek güçsüz düşen
beyaz çiçekleriyle armut ağacı.

 

BİR YAZ BAHÇESİ

1.

Birkaç hafta önce bir resmine rastladım annemin
oturmuş güneşin altında, parlıyordu yüzü başarı ya da utkunun pırıltısıyla.
Parıldıyordu güneş.
Zamanın uykuya daldığı yerde, ayakları dibinde uyuyordu köpekler,
bütün resimlerdeki gibi, sakin ve kıpırtısız.

Sildim yüzündeki tozu annemin
Bir o mu, toz içindeydi her şey; sanki yurtsamanın direngen pusuydu
çocukluğun bütün hatıralarını saklayan.
Arkalarda çeşit çeşit bahçe möblesi, ağaçlar ve fundalık.

Alçaldı gitti güneş gökte, uzayıp karardı gölgeler.
Kaldırdıkça ben tozları daha da büyüdüler.
Yaz çaldı kapıyı. Gül tarhlarına
abanıyordu çocuklar, karışırken gölgeleri
gölgelerine güllerin.

Gözümüzde canlanan bu değişimi,
bu dönüşümü, silinen bütün bu izleri
anıştıran bir sözcük geldi şimdi aklıma—

canlandı gözümde ve gözle kaş arasında silinip gitti.
Körlük müydü yoksa karanlık mı, tehlike mi yoksa kargaşa mıydı bu?

Yaz çaldı kapıyı, sonra güz. Renk değiştiriyor yapraklar
bronz ve kırmızımsı bir renk cümbüşüyle parlak beneklere dönüyor çocuklar

2.
Toparlanıp bir şekilde kurtulunca yaşadığım bu durumlardan
Nasıl buldumsa öylece koydum resmi yerine
sayfa kenarlarına kimi zaman sözcüklerle
ama çoğun pek çok bölümü ateşli soru ve ünlemlerle
“Hemfikirim” ya da “Emin değilim, kafam karıştı—”
gibi yorumlarla dipnotlar düşülmüş
ciltsiz bir eskil kitabın sayfaları arasına;

Giderek soluklaşıyordu mürekkep. Anlatamam
rastladıkça bunlara hangi düşünceler uyanırdı kafasında okurun
Ama daldıkça bu yaramsı lekelerin içine
kapıldım bir telaşa, handiyse ucundaydı gözyaşları burnumun.

Bırakamadım kitabı bir süre.
(Bir çevirisiydi) Venedik’te Ölüm’ün:
Ne olur ne olmaz bir not düştüm sayfaya,
Freud’un inandığınca, tesadüf değildir hiçbir şey.

İşte böylece bu küçük resim
Gömüldü yine, gömülürken geçmiş geleceğe.
Kenarında sayfanın bir okun ucunda
İki sözcük duruyordu: “kısırlık” ve altında sayfanın, “unutuş”—

“Öyle geliyordu ki adama, şu solgun benizli ve sevimli
Mübaşir, durmuş karşıda, ona gülümseyip eliyle işaret ediyordu sanki…”

3.

Ne kadar da sakin şimdi bahçe;
Bir esinti bile yok kızılcığı dalgalandıran.
Yaz geldi.

Ne kadar da sakin her şey
Utkuyla çıktı öyleyse yaşam. Güçlü

sütunları çınar ağacının
destekliyor devimsiz sergenlerini yaprakların,

aşağılarda çayırlıklar
gümrah mı gümrah, pırıl pırıl—

Ve ortasında gökyüzünün
hadsiz tanrı.

Bu durumlar, diyor tanrı. Bunlardır, değişmez olanlar;
değiştirmez bunları verilen hiçbir tepki.

Ne kadar da sessiz bu sahne
seyirciler de öyle; bakılırsa görünüşe
bir ihlaldir nefes almak bile.

Çok yakında olmalı tanrı,
gölgesiz bütün çayırlar.

Ne kadar da dingin, ne de sessiz,
Pompeii’de bir öğle sonu gibi.

 

4.

Cedarhust’taki parka götürdü çocukları Beatrice.
Güneş parlıyordu gökte. Uçaklar
başları üzerinde gelip geçiyordu, erinç içindeydiler, savaş bitmişti çünkü.

Hayalindeki dünya buydu işte
Bir önemi yoktu ne doğrunun ne yanlışın.

Yenile perdahlanmış ve parlatılmış—bu hâldeydi işte dünya. Henüz
pavkırmamıştı eşya yüzeyindeki tozlar.

Gelip geçiyordu uçaklar, çevirip rotalarını
Roma’ya ve Paris’e—uçmadıkça parkın üzerinden
varamazdınız oralara. Her şey
geçip gitmeli, hiçbir şey engellemeden—

El ele tutuştu çocuklar, eğilip
kokladılar gülleri.
Biri beş, yedi yaşındaydı öteki.

Sonsuzluk, sonsuzluk— buydu
işte Beatrice’in zaman algısı.

Oturdu Beatrice, meşe ağaçlarının yarı gizlediği bir peykeye.
Hülyalı, tren istasyonundan gelen sesin saldığı
korku yokluyordu arada bir.

Pembe ve turuncu renge bürünmüştü gökyüzü, daha bir eskimişti, sona ermişti gün çünkü.

Rüzgâr dinmişti. O yaz günü
meşe ağacı biçimli gölgeler düşürüyordu çimlere.

 

CADILAR BAYRAMI

Şu anda bile bütünleniyor bu manzara.
Karanlığa gömülmüş tepeler. Öküzler
uyuyorlar mavi boyunduruklarında
silinip süpürülmüş
tarlalar, bir boyda bağlanıp
yığılmış yol kenarında ekin demetleri
beşparmak otları arasına, diş diş sırıtarak yükselirken ay

Hasat zamanının ya da kıran vaktinin
Çoraklığıdır işte bu.
Sarkarak pencereden
Uzattığı eliyle kadın
farklı tohumlar sunar
Bedel olarak altın yerine, çağırır
Gel buraya
Gel buraya benim küçüğüm

O sırada sıvışır gider ağaçtan çocuğunun ruhu

 

Lousie Glück

 

Amerikalı şair Louise Glück, 22 Nisan 1943’te New York’ta bir Yahudi ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Şair lise döneminde anoreksiya nervoza hastalığıyla mücadele etti ve ardından iyileşti. Glück, Columbia Üniversitesi’nde eğitim aldı. Yazar kimliğinin dışında çeşitli kurumlarda şiir öğretmeni olarak akademik kariyerini geliştirdi.

Pulitzer dâhil yirmiden fazla ödülün sahibi olan Glück, en son 2020 yılı Nobel Edebiyat ödülünü aldı. Komite ödül gerekçesi olarak “yalın bir güzellikle, bireysel varoluşu evrenselliğe ulaştıran şaşmaz şiirsel sesi” olduğunu belirtti. Akademi yaptığı açıklamada ayrıca, Glück’ün “sarihlik arayışıyla biçimlendirdiği yapıtlarında, çocukluğu, aile yaşamını, ebeveynlerle ve kardeşlerle ilişkileri ele aldığını, bunların, yapıtlarının merkezini oluşturduğunu” kaydetti. Şiirsel tekniği açısından “kurguya bağlı yazdığı” ileri sürülen şair, şiirlerinde ölüm, reddedilme, kayıp, insanlar arası ilişkilerdeki başarısızlık gibi temaları işlemiştir.

YAZAR: medakitap

mm

Check Also

“TANRI VE KRAL İNDRA” ÜZERİNE BİR DENEME – SEDA ZENGİN

Yabancı, yabancı, gitme ve beni bırakma* paradesee jaana nai परदेसी जाना नै     . …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir