BENDİM ZONGULDAKLI KARDEŞİ AHMET OKTAY’IN – Öner FİKRİ

Uzun uğraşlardan sonra 1993 yılında alkolle arama kalın ve yüksek bir duvar örmeyi başarınca Türkiye Taşkömürü Kurumu’nda yürüttüğüm maden mühendisliği görevim ve şiir ön plana çıktı. Önceki yıllardan kalan çalışmalarımı düzenlemeye başladım. Bu arada yeni şiirler de geliyordu.

O yıllarda yaşadığım Karadeniz Ereğli’de bir kitabevinin sahibi olan arkadaşım Nazlı Demirel’in teşvikiyle UYDUM SUYUN AKLINA adlı bir dosya hazırladım ve 1995 yılının Kasım ayında bu kitabı kendi olanaklarımla yayımladım. Nazlı Demirel bir anlamda editörlüğünü yaptığı kitabı aralarında Ahmet Oktay’ın da olduğu bazı yazar ve şairlere gönderdi.

1996 Şubat’ının sonunda Ahmet Oktay’dan, Nazlı Demirel’e yazılmış, Uydum Suyun Aklına isimli kitabımın değerlendirildiği bir mektup geldi:

 

 26 Şubat 96, İstanbul

Sayın Nazlı Demirel,

Hayli gecikerek yazıyor ve bu gecikme için özür diliyorum. Ama, ard arda gelen kişisel sorunlar, telefonda verdiğim “söz”ü daha erken yerine getirmeme engel oldu.

İmdi:

Arkadaşınız Öner Fikri’nin, Uydum Suyun Aklına adlı kitabını, iki kez okudum. İlkin şunu belirteyim: Belki de belleğim ve dikkatim, ilgi alanlarımın belli sorunsallar üzerinde yoğunlaşması dolayısıyla azalıyordur; bu yüzden, Öner Fikri imzasına okuduğum dergilerden aşina değilim. Eğer, dergilerde sürekli yazıyor ise, imzayı bilmememi, bu belli sorunsallar üzerinde yoğunlaşma eğilimime vermenizi dilerim.

Kitaba gelince:

Şunu içtenlikle belirteyim; Öner Fikri, kendisinden daha usta birçok günümüz şairinin gösteremediği bir tasarruf düşüncesine ve performansına sahip göründü bana. Şiiri bir yapı, Valery’nin deyişiyle riyazî kılan en önemli öge budur. Şiir bir iç dökme (itiraf) sanatı değildir. Tam tersine; yoğunlaştırma, teksif etme sanatıdır. Buradan baktığımda Öner Fikri’nin,

“Uzak yıldızların
Aceleci göçebesi
Bana kon ve beni göç
Bitsin yalnızlığımın
Ağırdan alan gecesi”

dizelerini, hiç de ustalıktan yoksun görmediğimi söyleyeceğim. Bu türden şiirleri, beyitleri, dizeleri bulunuyor Öner Fikri’nin. Besbelli; Türk şiirini okuyan bir arkadaş. Tevellüdünü bilmiyorum; ayrıca önemi de yok. Söz, yaşı iptal eder.

Ama görebildiğim kadarıyla Öner Fikri, sahip olduğu tasarruf ve terkip (kompozisyon) duygusu dolayısıyla, şiirinin ister istemez çok fazla dışında kalamayacağı, kendisinden önceki şiirin duygusal/imgesel ve sözel klişelerinden kurtulabilme, onları aşma potansiyelini taşıdığı yolunda bir izlenim vermeyi başarıyor.

Klişelere örnek olarak şu dizeleri anayım:

“Ve bir mısra kayar yüreğimden
Düşer üşüyen ellerime
Sıcak bir nefes gibi”

Ama hemen şunu da ekleyeyim; klişe, en büyük şairlerin şiirine de içkindir. Çünkü, klişe gündelik ve dilsel yaşama içkindir. Yaşamak, klişedir. Sorun, hem bu yaşama çerçevesine bağlı kalmak, hem de onu aşabilmektedir. Klişe ile özgün arasında gidip geldiğini, ama herhangi birinden yana ağırlık koyamadığımı söylemem gereken iki beyit anacağım:

“Nasıl da çimdikliyor denizi
Binlerce yerinden”

ve,

“Bir kıyıya bırakmıştım
Aldınız mı?”

Kuşkusuz, bu ikilikler güçlerini ya da güçsüzlüklerini bir anlamda adlarından alıyorlar: “Yağmur”, “Emanet.” Sevdiğim bir başka ikilik de “Can” adlı şiir:

“Sıcak bir gülüş
Gözyaşından düşürülmüş”

Bu yöntem, bana göre hem zafiyet hem ustalık yönüne doğru çalışan ikili bir işleve sahiptir. Karar verecek olan şairdir.

Şairdir diyorum; çünkü yaşadığımız post-modern çağda olsun, daha önceki modern çağda olsun, tek bir şair imgesini öne sürmek, otoriteryen  bir anlayış olur. Marx da bir tür profesyonel ve aşkınlaşmış sanatçı imgesini reddetmiştir: Rafaello türünden değil, bütün öteki gündelik işleri arasında resim de yapan insanlardan söz etmiştir.Soruna bu açıdan baktığımda, benim Öner Fikri’ye söyleyeceğim naçizane düşüncem şu olabilir:

Yazmaya inatla, hırsla devam etmek…

Çevrede (periferide) yaşıyor olmak duygusuna kapılmadığı ve kendisini taşralı saymadığı ve çalıştığı sürece kendine ait bir sözü ve sesi geliştirebilir.

Medya yutucu, makilik kurtarıcıdır.

Şair, makilikte yaşayan, fildişi kule’de toplumsalı söyleyen, hem çırılçıplak hem de kamufle edilmiş arazi elbisesiyle dolaşan gerilladır.

Verecek tavizi, yapılacak sözleşmesi olmayan adamdır.

Öner Fikri, sizin aracılığınızla ilettiğim bu düşünceleri hep amatör kalmak için çırpınan bir profesyonelin düşünceleri olarak kabul etsin. Zaten kendisi söylüyor:

“Nice mumun eridiği bu şamdan
Ne görecekti kavlince olmayan akşamdan.”

Dahası, yolunu, yordamını, yöntemini ve ilkesini de çoktan koymuş Öner Fikri:

“Yürüyerek git
Gideceğin yere.”

Bunu söyleyen, suyun aklına uyup, gidecektir gideceği yere…

Ahmet Oktay

 

Yaklaşık iki ay sonra büyük usta Ahmet Oktay’ı İstanbul’da, Göztepe’deki evinde ziyaret edip ona bir madenci lambası hediye ettim. Lambayı deniz gören genişçe pencerenin önüne koydu ve sohbet boyunca gözünü ondan alamadı. Bu lamba ona birkaç yıl sonra dönemin en yoğun ilgi gören şiirlerinden biri olan MADENCİ LAMBASI şiirini yazdırdı. Bu şiir önce Varlık’ta yayımlandı, sonra da Hayalete Övgü adlı kitabında yer aldı.

MADENCİ LAMBASI

Çalışma masamın üstünde günlerdir:
Eski bir madenci lâmbası. Yerdeydi
nerdeyse üç yıldır. Neden göz önüne
getirdim bu tuhaf gereci? Bir simge mi
aranıyordum, bir göçüğün önsezisi mi
yeşermişti içimde? Zonguldaklı şair
Lütfi Fikri, -Fikri Lütfi miydi yoksa ?-
armağan getirmişti. Adlar! -Kişi, kent, kitap
fark etmez- ; turnusol kağıdıdır belleğin,
onlar da ihtiyarlıyor ve bunuyoruz.

Sürgün kitabımdaki üç dize için
tepilmişti onca mesafe: “Madencinin lâmbası
ve kandili Ozan’ın
aydınlatsın yolu”.
Ben de bir şaire ulaşmak üzre
binmedim mi gece otobüslerine?
Çalmadım mı Şişli’de bir bodrum
katının kapısını? Göğsümde
inanılmaz bir panik.

Aydınlattı mı yolu lâmba ve kandil?
Aydınlatabilir miydi? Yarınlarda
yanıt, benim bilemeyeceğim.
Yine de tutuk dilimde
söküldükçe açan alevsi bir çiçek var:
herkesin düşlerinden devşirilmiş,
ve karabasanlarından.
Yaslıyım bir ölü evi kadar ve dudaklarımda,
bir gelinin gülümseyişi.

Bir madenci lâmbası işte. Sayılar ve tuhaf
harfler üzerinde: 19 ve C 249 D. Bir alt
satırda 24 yazıyor. Gizemli aidiyetler: Kuyu,
ekip, madenci ve lâmba. Kişinin silindiği
yerler. Kuyudan kuyuya dolaşıyorum
en olmaz vakitlerde. Vuruyorum korkuyla
damarlara kazmayı ve kalıyorum
geçmişin göçüklerinin de altında.

Bir lâmba. Nedir onu Keats’in
“Yunan Vazosu”ndan ayıran? Sır
nerde, ölümsüzlük nerde? “Güzellik
gerçek, gerçek de güzelliktir” demişti Keats.
Günlerdir dinliyorum, dokunuyorum
metalin soğuk gövdesine ve konuşsun diye
bekliyorum benimle
yoksulluğun kalbi.

Bilmem sordu mu bunları kendine
boğazı düğümlenmiş ve alnı siyah
Zonguldaklı kardeşim;
bekledi mi gerçeğin ve güzelin yanıtını
taşların ve köklerin içinden?

Ahmet Oktay

*Hayalete Övgü, Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık, Temmuz, 2001.

 

İyi şiir, kendisinden sonra gelene yeni şiirler yazdıran şiirdir. Ahmet Oktay’ın Madenci Lambası şiiri de bana yıllar sonra aşağıdaki şiiri yazdırdı.

 

KÖR KUYULARDA

                                Ahmet Oktay’a

dilimde paslı bir çarmıh çivisi
savruluyordum
eksi üç yüz, eksi beş yüz

iniyordum
kör kuyulara
soğuk demir kafesinde
karanlık zamanın

hamur kokusu
ekmek kokusuna
karışırken
eski  mahallesinde çocukluğumun

kana kana su içerken
buldum kendimi
kanadı kırık bir güvercin gibi
Nasrullah Şadırvanı’ndan

kendimi gördüm sonra
ıslak taşta
yarısı Yozgat Sürmelisi’ydi yüzümün
yarısı Arnavut Kaldırımı

Öner Fikri miydim,
Fikri Öner mi ?

bendim,

Zonguldaklı kardeşi
Ahmet Oktay’ın.

Öner Fikri

 

RUHU ŞAD OLSUN BÜYÜK USTANIN…

 

Lacivert Dergisi, Eylül – Ekim 2019, sayı:89,

Öner Fikri / Anı / Bendim Zonguldaklı Kardeşi Ahmet Oktay’ın/s.29

YAZAR: medakitap

mm

Check Also

“TANRI VE KRAL İNDRA” ÜZERİNE BİR DENEME – SEDA ZENGİN

Yabancı, yabancı, gitme ve beni bırakma* paradesee jaana nai परदेसी जाना नै     . …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir