medakitap’tan dört yeni kitap – ali hikmet eren

Butik bir yayınevi olan MedaKitap, kuruluşunun ikinci yılında 20 kitaba ulaştı. Nisan 2018 programında, yayınevinin şiire olan inancını da berkiten üçü şiir, biri de öykü olmak üzere 4 yeni kitap daha okurla buluşuyor. Kitaplar çıkınca yazılır ya hep, arkalarından, bu kez bir değişiklik yapıp, kitaplar çıkmadan yazayım dedim, önlerinden… Nasıl olsa hepsini de okudum dosya’dan…

 

Jaklin’in Elleri:

İlki, Serdar Aydın’dan; Jaklin’in Elleri… Nilgün Marmara ve Janis Joplin’den sonra, üçlemenin Jacqueline  du Pré temalı son kitabı… Aydın’ın keşfettiği ve hayatına temas eden sanatçılar üzerinden, onlarla bütünleşerek, kendini ve hayatı onlarla yorumlayıp, poetik-ontolojik bir bağlamda şiire ulaşabilmesini hep takdir ettim.

Üstelik bu dosyasında zor bir teknikle, düzyazı şiirle yazıyor Jacqueline’i Serdar Aydın. Onun özelinde, Jacqueline’le konuşarak, anlamı bulmak yolunda kendini dinliyor, ritmin ulaklığında varlık hallerini dışa vuruyor.

Jaklin’in Elleri, Serdar Aydın’ın, şiire içkin teknik ve bileşenleri başarıyla kullandığı, düzyazıyla anlamı da çoğaltan, yerini zaman zaman felsefi düşünce ve sorguya, sorgulamaya bırakan bir dille oluşturduğu bir kitap.  Şairin, müzisyen için söylediği, örneği pek de görülmeyen bir tür “şiir-ağıt” belki de…

“Şimdiden sonraya uzanacak her söz ve inleyiş

“Senden başlayıp sende bitecek arzunun

“Tuhaf nesnesine dönüşecek ve dilim

“Durmadan çırpınacaktır anlamın yokluğunda…”

 

Beyhude:

İkinci kitap, Özer Aykut’tan, şiir o da. “Karantina” ve “Düş Ağacı” adlı kitaplarından sonra “Beyhude” üçüncü şiir kitabı şairin.

Özer Aykut, babasının aziz hatırasına ithaf ettiği şiirlerde, önceki şiir izleğini devam ettirse de, kitabının son bölümünde düzyazı şiirlerini de görüyoruz. Aykut, yalın ve bir o kadar da derin bir şiir yazıyor. Özellikle bu kitapta uyguladığı “eksiltme” tekniği, dizeleri nicel olarak azaltırken, imgeyi ve çağrışımı alabildiğine yoğunlaştırıyor.

Özer Aykut, Beyhude’de daha bir dönmüş kendine, içine. Şiirlerinde yoğun bir “ben” ve içedönüklük, kendisinden yola çıkarak hayata dair soru ve sorgulamalar var.

Şairin hayatı da şiire dahildir hem, öyle değil mi?

“kendimin bile… var iken varlığına, nefesine duacı olduğum sevdiklerim, uzaktan bilemediler burada olanı, bende saklı duranı. hızla hareket eden yaşamın içinde durağan kalamazsın. bunu kim söyledi?

nasılsın sorusuna neden hep “duruyorum” diye cevap verdim.

sanırım durağanın içindeki hareketi, ben yazmazsam kimse bilmeyecekti. peki kelimeler kafi gelecek miydi? üstelik kafi en sevdiğim kelimelerden biriyken, içimden geçen şey; yetişecek miydi bende olana?

olsun, soru en güzel başlangıçtı.”

 

Aynadaki Yatak:

İlker Ülgen’den bir öykü kitabı. İlker Ülgen yıllarca önce yazmaya başlamış genç bir öykü yazarı. Yazdıkları kitaplaşmamış hiç, pek çok dosyası var. MedaKitap, yazarın “Aynadaki Yatak” dosyası ile başlıyor, bu genç öykücüyü okura tanıtmaya.

Bazen geri planda kalmak da afili bir şey değil midir? Ömrünü yazmaya adamış kaç kişi var ki, bu cesareti gösterebilen? Sonra, hiçbir dergi ve toplantısında yer almamış, kitapları dışında hiçbir yazarla tanışmamış, zamanını okumaya ve yazmaya ayırabilen kaç kişi vardır, yayınlatmak için teklif bekleyen, cesur bir yayınevinden?

Ve o yazarı bulabilen, araştıran, nitelikli olanın izini süren kaç yayınevi vardır; bu kadar çoklukta… O sessizliğe inebilen kaç okur, kuyuya atılan taşın sesini duyabilen kaç kulak vardır?

Göreceğiz hepsini de…

“Haklısın. Emzir, yedir, içir, eğle, kıçını temizle, giydir, yıka, günde on kere oyuncaklarını topla, alışverişini yap, ders çalıştır, bir de yatmadan önce masalını anlat.”

“Ben de onu soruyorum ya, sen tüm bunları yaparken seninki nerede?”

Parmağıyla sandalyeyi gösterir.

“Yorulmuş, beli ağrıyormuş, uzandı televizyonun orada.”

“Bir de öküz dememe kızarsın. Çevresindeki inekler kadın kadar yorulsa o bile utanır, azıcık toynağını uzatır.”

Pelüş ayıyı yatağın dibine koyar, yavaş adımlarla sandalyedeki cekete doğru yürür.

 

Yeryüzü Derdini Anlatmadan Önceydi:

Dördüncü ve son kitap bana, yani Ali Hikmet Eren’e ait; “Yeryüzü Derdini Anlatmadan Önceydi.”

Kitap birkaç bölümden oluşuyor ve ilk bölümde yer alan şiirlerin sonraki bölümlerde yeryüzünün eğim ve şekillerine göre şekil değiştirmesine, çeşitlenmesine ve şiirin üretim aşamasındaki çokluğa ve çoğulluğa tanık oluyoruz.

“Önce söz vardı” ile başlayan bir kitap, sözünün yazıya dönüşme aşamalarını ve şiire içkin parametreleri örnekleme yoluyla gösterirken, ortaya çıkan yeni şiirleri de evlat ediniyor sayfalarında.

Agnes Richter’in yaşamı ve “onun şiir dolu ceketi”ne adanmış, bir projenin ilk kitabı, Yeryüzü Derdini Anlatmadan Önceydi… Benim ve Serdar Aydın’ın ortak projesi. Vol.1 ve Vol.2 şeklinde çıkacak olan bu kitaplar iki ayrı zamanda, aynı kapak ve aynı isimle çıkacak ve Agnes’in bize bıraktığı ceketindeki şiirin,  sözcüklerin, insanın ve anlamın peşinde koşmamızın betikleri olacak.

 “başlangıçta söz vardı; yeryüzü derdini yazamıyor, agnes ceketini işliyordu zamanın boşluklarına. safariye çıkmış bir zebra otlara basmadan yürüyebiliyor, alt katında bir kadın kendini öpüyordu. nesneler ve şeyler kadardı dünya; şeylerin ömrü şeyler kadardı.

tarih kadar eskiydi de biz, biz diye bir şey yoktu. belki de az rakı vardı şiirin de hayatında, müren balıklarıyla susuz içtikleri de. şiiri halka sanan bir halkı yazıyorlardı,  içtikçe güzelleşen bir halkı.”

İyi okumalar olsun, nisanda…

 

YAZAR: medakitap

mm

Check Also

“TANRI VE KRAL İNDRA” ÜZERİNE BİR DENEME – SEDA ZENGİN

Yabancı, yabancı, gitme ve beni bırakma* paradesee jaana nai परदेसी जाना नै     . …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir