ÖYKÜ KARAKTERİN İZİNDEN YÜRÜR – Murat DARILMAZ

Öyküde karakter öğesini yazardan ayrı, bağımsız olarak düşünmekte fayda var. Yazarın düşüncesi, ideolojisi, değer yargıları, nesnel özellikleri karakterle ilgili olmamalıdır. Onun üzüntüsü sevinci, karakterin üzüntüsü sevinci olamaz. Karakter metnin içindeki gerçekliğe, metnin yapısına ve kurgusuna uygun hareket eder. Uygun hareket ettirilmediğinde yazarın kuklasına dönüşür. Kendi yapaylaştığı gibi öyküye de yapay görünüm kazandırır. Karakteri sahici kıldığımızda öyküyü sahici kılmanın önündeki en büyük engeli de aşmış oluruz. Öykünün sahici olması da öykünün olmazsa olmazıdır. Sahicilikten kasıt; dili, kurgusu, karakteri, atmosferi içinde metnin inandırıcılığını okura iletmektir. Bunu başarabilen öyküler iyi öykülerdir kanımca.

Öyküde karakter yaratırken yazar iki sıkıntıyla karşı karşıya kalır:

Birincisi, girişte değindiğimiz, karaktere sevmediği yemekleri yedirmeye çalışmak, hiç dinlemediği şarkıları söyletmek gibi şimdi abartarak söylediğimiz duygu ve davranışlara sevk etmek. Yazarı patlıcanı seviyor diye karaktere de patlıcanı sevdiremezsiniz.

İkincisi, karakterin henüz karakter olamaması. Öyküde tip olarak kalması. Ne demek istiyoruz bunu da açalım: Öykü kurgusu, atmosferi içerisinde, öykünün belli bir kıyısında durup, fazla rol üstlenmeyen kişidir, tip. Meyhanede içki masasında karakteri dinleyendir, yan masadaki kulak misafiri olan veya emektar meyhaneci. Bazen bir terzi kalfası, bazen bir hemşire veya kaymakam eşi… Karakter dokusunu öyle iyi dokumalıyız ki en ufak dokunuşta dağılmamalı, bir kaç paragraf veya sayfa sonrasında karikatürize haline dönüşmemeli

Öyküde karakteri uzun uzadıya anlatmak bizi romanın dolambaçlı yollarına doğru götürür. O, bizden yapısı gereği böyle bir ayrıntı istemez. Duygu ve düşüncelerini söylemeden anlatmanın yolunu bulmalıyız; hareketleriyle, davranış şekilleriyle veya kullandığı sıradan bir cümle ile belki de. Onun için önemlidir ya her bir sözcüğün, cümlenin önemi. Ayrıntı dediğimiz kavram burada ortaya çıkıyor, öyküyü uzatmak veya sündürmek için boşa kullanacağımız bir cümle yerine karakter yaratmaya destek olacak sıradanmış gibi algılanan cümle öykü için daha önemli olacaktır.

Öyküde karakter denince aklıma iki büyük usta geliyor: Çehov ve Hemingway. Onların öykü karakterlerine neredeyse elinizle dokunursunuz. Karakterleri öykünün emrine verirler ve atmosferi zihnimizde canlandırmaya o karakterlerle birlikte başlarız. O kadar sahicidirler ki öyküleri alıp götürürler. Lokomotiftirler. Onları okurken öykünün nerede, ne zaman olduğunun önemi yoktur. Bu yazarlar aynı zamanda karakterlerine karşı da objektif kalmayı başarmışlardır.

Anton_Chekhov_with_bow-tie_sepia_image

Çehov bir mektubunda şöyle diyor; “Beni nesnel olmakla; nesnelliği de hem iyiye hem kötüye kayıtsız kalmak, ülküden de fikirden de yoksun olmak diye nitelendiriyorsunuz. At hırsızlarını tasvir ederken benim ‘At çalmak kötü bir şeydir.’ dememi istiyorsunuz. Ama bu zaten ben söylemeden de yıllardır bilinen bir şey. Bırakın yargıçlar yargılasın onları; benim görevim sadece onların ne tür insanlar olduğunu göstermek. Ben şunu yazarım, söz konusu at hırsızları. Öyleyse bırakın size onların dilenci değil de gayet iyi beslenen insanlar olduklarını, kendilerine özgü inançlara bağlı olduklarını, at hırsızlığının basit bir hırsızlık değil de bir tutku olduğunu söyleyeyim. Sanat ile vaazı birleştirmek hoş olurdu tabii, ama hikaye tekniği göz önünde bulundurulduğunda bu, kanımca, çok zor, hatta neredeyse imkansızdır. Bakınız, at hırsızlarını yedi yüz satırda anlatmak için her an onlar gibi konuşup düşünmem, onlar gibi hissetmem gerekir. Yoksa öznelliğe kayarsam, görüntü bulanıklaşır, hikaye de her hikayenin olması gerektiği kadar yoğun olmaz.” 1890 yılında yazılan bu mektup içeriği, her öykücü için bir uyarı niteliğinde kanımca. Kötü bir karakter yaratamıyoruz hâlâ. Bir fahişenin dilinden yazılan öykü… Bırakın bunları, küfür eden, öpüşen, sevişen, masturbasyon yapan karakterler öykülerde yeterince var mı? Hep böyle yazılsın dilek ve temennisi çıkmaz bu yazdıklarımdan. Sadece dikkat çekilmesi gereken bir soru olarak bunu buraya not edelim.

Hemingway öykülerinin tamamına yakınını karakterler ve karakterlerin konuştuğu diyaloglar alır götürür. O öyküleri ve karakterleri incelemek başlı başına başka bir yazı konusu olabilir. Onun bir çok teze konu olan, çokça konuşulan öyküsünü bilmek bu yazı özelinde şimdilik yeterli; “Beyaz Fillere Benzeyen Tepeler.” Burada bir çiftten bahsediyor yazar. Barselona’dan Madrid’e gidecekler. İstasyonda treni bekliyorlar. Evli olup olmadıkları belli değil. Ama adam kadını (bu arada kadının adı Jig, adamın adı verilmemiş) cerrahi bir operasyon (kürtaj) konusunda ikna etmeye çalışıyor. Kadın kararsız. Çocuk aldırmaktan bahsediyorlar. Asla “kürtaj” kelimesini kullanılmıyor öyküde. İstasyonda dışarıdaki karşı tepelere bakarak konuşan iki insanın içsel çatışması o kadar güzel verilir ki söylemeden anlatılır öykü. İnsanın derinine işleyen, çok katmanlı bir öyküdür. Karakterleri uzun uzadıya anlatmamak denilen olgu, öykünün boşluklarla yazılan bir edebiyat türü olduğu savımızla doğru orantılıdır. Bu öyküde buna iyi bir örnektir.

ernest

Hemingway’in cümleleriyle bitirelim: “Yazarın makaleler halinde ucuza satabileceği entelektüel kanaatlerini bir kitaptaki kişiler olarak sunulunca daha çok kâr getiren yapay yaratım, karakterlerin ağzına koyması kârlı bir kariyer seçimi sayılabilir ancak katiyen edebiyat değildir. (Burada Ot, Kafa, Bavulgillerden bahsediliyor mu acaba?) Kitaptaki kişiler ustalıkla oluşturulmuş karakterler olmamalı, yazarın özümsediği deneyimlerden, birikiminden, kafasından, kalbinden, varlığının her zerresinden çıkmalıdır.”

 

Sevgiyle…

 

YAZAR:

Check Also

“TANRI VE KRAL İNDRA” ÜZERİNE BİR DENEME – SEDA ZENGİN

Yabancı, yabancı, gitme ve beni bırakma* paradesee jaana nai परदेसी जाना नै     . …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir