KULAKLARIMDA RÜZGAR – Gökhan TOK

Yalnızlığımın ortasında gözlerimi açıp yine yalnızlığıma kapadığım zamanlarda düşündüğüm biri var. Uzun yürüyüşüm sırasında, bulutların altında uyandığım sabahlarda düşündüğüm biri var.

Tek kişilik bir bando gibi ölçülü adımlarla yürüyorum yolda. Tepeden aşağı kırlangıçlar uçuyor yanımdan. Gömleğimin dışarı çıkmış etekleri uçuşuyor. İlerideki tepeleri de aşınca evime varacağım. Güneşin altında kısılmış gözlerimle gülüyorum. Güneş yanığı tenime sevinç kızıllığı da yayılıyor; görmeden biliyorum. Evim; çok uzaklardaki bir düş gibi hatırladığım evime geldim yıllardan sonra. Mayıs tarlalarının yanından yürüyorum. Gözlerim geçmişe, çok eskilere bakıyor. Tarlaların ilk yeşilinde koşarak, şarkılar söyleyerek dans eden insanlar var. Elinde çantasıyla istasyona giden bir oğlanı durduruyorlar. Aylardan Mayıs, sabahın erken saatleri, bahar.

Batan güneşlerin ardından yanan ateşte düşündüğüm biri var. Tepelerden aşağı inerken, çakıl taşlarıyla birlikte yuvarlanırken düşündüğüm biri var.

Kulaklarımda makine tıkırtıları, kulaklarımda şarkılar. Köylü olmayacağım. Ellerim toprakla yoğrulmayacak; gideceğim. Mayıs tarlalarının yanında yürüyüp, kente giden serseriler güruhuna katılacağım. Etekleri uçuşuyor rüzgarda, sabahın alaca rüzgarında şarkı söyleyip dans ediyorlar. Bahar direğinin çevresinde, kurdelelere dolanmış şarkıları ayaklarıma dolanmış bir engel oluyor. Aylardan Mayıs, sabahın erken saatleri, bahar. Evime giden yolda rüzgar esiyor, biraz önce geçen eşek arabasının izleri siliniyor. Tek kişilik bir bando gibi ölçülü adımlarla yürüyorum yolda, ayaklarımın tozlu yolda bıraktığı izler siliniyor. Zihnimde geçmişin izleri capcanlı. Nefes nefese çıkarken yokuşu, şarkı seslerini duyuyorum.

Kışın soğuğundan dertli kentlerde düşündüğüm biri var. Dalgaların yükseldiği kıyılarda, fırtınanın en şiddetli olduğu anda düşündüğüm biri var.

Tarlaların saçları yollara dökülüyor, onun saçları omuzlarında. Yanına gitsem… Çantam elimden düşüyor, öğlen kalkan bir tren daha var. Babam gittiğimi anlamadan, annem ağlayıp oğlum nerede demeden yetişirim öğlen trenine. Aylardan Mayıs, sabahın erken saatleri, bahar. Kalakaldım tarlaların yanında. Ayaklarım gitmiyor. Aklımda binlerce soru, ayaklarım hepsinin yanıtını bilir gibi. Tarlaların sarıya kesmiş yeşil saçlarında şarkılar duyuluyor. Uzun buklelerin altında, yeşiller beni çağırıyor. Ayaklarım durdu, çantam elimden düştü. Tarlaların ilk yeşilinde insanlar koşuyor dans ediyor, baharı karşılıyor. Tek kişilik bir bando gibi ölçülü adımlarla ayrılıyorum yoldan. Gideceğim buralardan çiftçi olmayacağım. Elimi uzatıyorum tarlaların saçlarına, yeşil başaklar rüzgarda akıyor elimin altından. Bukleleri akıyor omuzlarına. Gözlerinde yeşil pırıltılar, göğüsleri  rüzgarda akıyor elimin altından. Aylardan Mayıs, sabahın erken saatleri, bahar. Tek kişilik bir bando gibi tırmanıyor ayaklarım tepeyi. Tek kişilik bir bando gibi ölçülü adımlarla iniyorum tepeden aşağı.

 Derinlerde soluksuz kaldığımda ve nefesimin bana ait olmadığını sandığımda düşündüğüm biri var. Sonsuz gibi görünen karanlığın ortasında, umudun tükendiği o anda düşündüğüm biri var.

Yıllar öncesini, o günü anımsıyorum. Tek kişilik bir bando gibi tırmanıyor ellerim tepeyi, tek kişilik bir bando gibi ölçülü adımlarla iniyor ellerim tepeden. Kulağımda yakmaya başlayan güneş gibi nefesi, göğüslerinin tepesinden, karnının düzlüklerine iniyorum. Gömleğimin önü açılmış, etekleri uçuyor. Güneşin altında kısılmış gözlerimle gülüyorum. Güneş yanığı tenime sevinç kızıllığı da yayılıyor; görmeden biliyorum. Aylardan Mayıs, sabahın erken saatleri, bahar. Yıllardan sonra evime dönüyorum. Annemin hayırsız oğlu, babamın kalp ağrısı evine dönüyor. Kulaklarımda çanlar çalıyor, ellerimden bir kuşu bırakır gibi tedirginim. Evim tepelerin ardında. Yıllar sonra kentin soğuk kışlarından çıkıp geldim. Yaşayamadığım aşkları, çektirilmiş fotoğrafları bırakıp peşimde, yıllardan sonra burada, evimde… Aylardan Mayıs, sabahın erken saatleri, bahar.

Fırtınanın geldiğini gördüğümde, burnumda yağmur kokusu varken düşündüğüm biri var. Yere en yakın bulutu gördüğümde ve çocuklar ağladığında, perdeler uçuştuğunda düşündüğüm biri var.

Toprağın buğusunda, kollarına bıraktım kendimi. Ellerim yolunu buldu, gözlerime sunulan bir yudum suydu. Ve şehirde onca yıldan sonra, onca karanlıktan, fakir mahallelerde sessizce uyuyan terkedilmişlik gibi soğuklardan sonra güneşin altında yürüyorum. İstasyon geride kaldı. Çantamı bıraktım bir vagonda. Bırakıp giden trenin notasında, dumanlara bürünmüş bırakıp gitmelerde tek başıma, ölçülü adımlarla yürüdüm. Şarkılar geliyor kulağıma. Dans ediyorlar. Rüzgar şarkı mı söylüyor, yoksa tarlalara giden yoldan mı geliyor sesler çıkaramıyorum. Güçlü bir savaşçı gibi dimdik başım. Yaralarım gizli derinlerde, anılarımı bir madalya gibi taşıyorum göğsümde. Tek kişilik bir bandoyum şimdi, ölçülü adımlarla yürüyorum tepelerde.

Ayaklarım yere düzensizce vururken ve elimdeki sopaya yasladığımda yorgunca, düşündüğüm biri var. Ve başımın üzerinden kuşlar uçarken, koyunların arasında yürürken ve gökteyken bir yandan ve yerdeyken ve aslında bilmezken, düşündüğüm biri var.

 Eve dönmek harika bir duygu. Kulaklarımda rüzgarın şarkısı, yıllar önceki bir günün anılarıyla yürüyorum. Aylardan Mayıs, sabahın erken saatleri, bahar. Bir ay önce bir mektup geldi. Ben denize doğru oturmuş, gri bulutları seyrederken, ellerimin altından rüzgar kaçıp giderken evime dönmeye karar verdim. “Gözlerinden öperim…” diyordu annem. Yıllar önce genç bir kadın beni öpmeye gözlerimden başlamıştı. Gözleri gözlerimde öylece durup, bir an soluksuz bana baktığını hatırlıyorum. Şimdi tepelerde tek kişilik bir bando gibi yürüyorum. Kargalar gürültülü uçuşlarıyla geçiyorlar üzerimden. Kentten ayrıldığım için kimse üzülmüyor, kimse aldırmıyor. Soğuk karanlıkları terk etmeme kimse ağlamıyor.

Elimi uzatıp tuttuğumda ve saatin çalışıyla yitirince düşündüğüm biri var. Düşlerin yapıldığı malzemeden, inip çıkan bir melodi gibi, yanımdayken görmediğim ve uzaklaşınca düşündüğüm biri var.

Hep o hikaye, nereye gitsen peşinden gelir. Yitip giden yılları geri getirmenin bir yolu olsaydı evime giden tepeler kadar yüksek olurdu pişmanlıklarım. Ama biliyorum, onca yıldan sonra yaşlanıp, ancak daha geç bir yaşın bilgeliğinde biliyorum, evime giden yol o tepelerden geçiyor. Aylardan Mayıs, sabahın erken saatleri, bahar. Tepelerin üzerinde tek kişilik bir bando gibi yürüyorum. Tarlalarda sevdiğim kadın için geldim. Televizyonda değil onun gözlerinde gördüğüm dünya için geri döndüm şimdi. Onca yıldan sonra, gelip alsam seni, yaşanmamış günlerimiz için aceleci bir aşkla sevsem…

Aklımın kıyısında dolaşan ve dilimin ucundayken yanarcasına düşündüğüm biri var. Vişne bahçelerinde dolaşır gibi ve gözlerinde portakal çiçekleri açtığında düşündüğüm biri var.

 

Tek kişilik bir bando gibi ölçülü adımlarla yürüyorum yolda. Evime dönüyorum, sana geliyorum. Aylardan Mayıs, sabahın erken saatleri, bahar.

 

 

 

YAZAR:

Check Also

“TANRI VE KRAL İNDRA” ÜZERİNE BİR DENEME – SEDA ZENGİN

Yabancı, yabancı, gitme ve beni bırakma* paradesee jaana nai परदेसी जाना नै     . …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir