BASIN VE EDEBİYATIN KESİŞTİĞİ KAVŞAK – Söyleşi: Murat Darılmaz/ Yanıtlar: Esme Aras

“Röportaj bir konuşturabilme sanatı, ustalığıdır. Piyanonun hangi tuşuna basınca hangi sesi alacağını bilme ustalığı. Röportajcı ne kadar kendi olup özgün sorular sorabilirse, cevaplar da bir o kadar özgün olabilir”

Ankaralı söyleşilerde her zaman soruları soran ben, yazar Murat Darılmaz’ın titizlikle dokuduğu, bir öykücüye yaraşan incelikli soru metni karşısında… Önce duraksadım. Sonra gülümsedim. Darılmaz, öykülerinde yaptığı gibi boşlukları yine benim tamamlamamı istiyordu!  İyi de insan kendini nasıl anlatabilirdi!?  Evet, obur bir iştahla tükenmez sorular üretmiş,  merak duygusuyla sorup durmuş, aldığım yanıtları derleyip üstüne bir de kitap yazmıştım. Peki, ben şimdi yazdığımı nasıl anlatabilirdim? İtiraf ediyorum çok zorlandım. Soru sormak kadar yanıtlamayı da deneyimledim, denedim. Dilerim başarabilmişimdir. Evet, sorularım da yanıtlar da bir kez daha huzurlarınızda…

“Kentin kültür-sanat hayatına katkısı olan isimleri konuk ediyorum”

Murat Darılmaz: “Ankara’da Edebiyat-Emsal/siz” adıyla müstesna, farklı yerde duran bir kitap. İsterseniz kitabın oluşum sürecinden bahsederek başlayalım. Kitap içerisindeki röportajlar nasıl oluştu?

Esme Aras: 2017’de beşinci yılına başlayacağımız söyleşilerin ilki, Aralık 2012’de yayımlandı. Yazar arkadaşım Tarhan Gürhan’ın “Alkoliçe”si yeni yayımlanmıştı. Gazete ile arasında temas kurmaya çalışırken “Bu söyleşiyi neden biz yapmıyoruz?” düşüncesi doğdu. Gazete yönetiminin bu fikre sıcak bakmasıyla ilk söyleşim yayımlandı. Sonrasında gördüm ki Ankara bu konuda derya deniz. Yaşamında ve eserlerinde Ankara’yı mekân olarak kullanan yazarlarımızın sayıca çokluğu, elimde güzel bir malzeme oluşturuyordu, ben de bunu değerlendirmeye karar verdim. Edebiyatçıları, inceleme-araştırma kitaplarının yazarlarını ve kentin kültür-sanat hayatına katkısı olduğunu düşündüğüm isimleri, her ay konuk etmeye başladım. Söyleşiler kitap bütünlüğüne ulaştığında, gazete baskısında bir kısmına yer verilen metinleri, okurla yeniden buluşturmayı amaçladım.

 

MD: Kitabın alt başlığı “Emsal/siz”, bu ismin konulma sürecinde çok konuşulduğunu biliyorum. Şu çok tartışılan ad nasıl ve ne şekilde konuldu?

EA: İddialı bir kitap adı olduğu doğrudur. Cevap hakkımı kullanmam gerekirse; emsal, çift anlamlı bir sözcük. Hem “örnek” anlamı var. Bir haber ekinde, bu kadar düzenli ve özenli yayımlanan edebiyat söyleşileri, evet, bir emsal teşkil ediyor. Hem de “benzer” anlamı var ki emsalsiz denildiğinde, her yazarın ve yapıtlarının “benzersiz”, biricik olduğunu imliyor. Bu anlamda kitabın içeriği, adıyla örtüşüyor. Önsözde Tarhan Gürhan’ın ve sonsözle noktayı koyan Yaşar Sökmensüer’in, söyleşilerin neden “emsalsiz” olduğunu vurguladığı gibi MedaKitap Yayınları’nın, kitabı okurla buluşturması eleştirilere en güzel yanıttır. Beni çok mutlu eden geri dönüşler ise, sevgili yazarım Necati Tosuner’in “Esme Aras ile Ankara’da Edebiyat, Emsalsiz’dir” sözü ile çevirmen Hasan Fehmi Nemli’nin “Yaşar Kemal söyleşilerinden sonra bir de seninkileri okurken keyif aldım” değerlendirmesidir.

 

“Edebiyatta karanfil elden ele…”

 

MD: Kitaba başlarken vurguladığın gibi “Ankara’da yazmış ya da Ankara’yı yaşayarak yazmış, ömrünü bu kente vermiş, hayatının bir dönemini burada geçirmiş yazarlar” ile röportaj yapmışsın. Bu bir görevse önce Yaşar Bey’e, sonra Ankara Hürriyet’e teşekkür etmek gerekir ki bunun “görev”den öte bir durum olduğunu düşünüyorum. Bu konu hakkında neler söylemek istersin?

EA: Bir yaşanmışlığa tanıklık eden ama hızla yok olan hafıza mekânlarını, edebiyatçıların gözünden kayıt altına alan “emsalsiz” söyleşiler, zenginleştirici olduğu kadar kentin dünü ve bugünü üzerine bir belge bıraktığı için çok kıymetli. Yazarlarımız, kent kültürüne ve tarihine aidiyet hissediyorlar; o mimarinin, dokunun, simanın değişimine, peyzajın bozulmasına tanık oluyor ve estetik değerlerin yitişine yazınla itiraz ediyorlar. Çünkü onların kaleminde ve yaşamında Cumhuriyet’ten günümüze yaşayan bir kent olma, bir kültür başkenti olma özelliğini sürdürüyor Ankara. Yalnız yazında değil, basında da böyle. Önemsediği Ankaralı söyleşilere gazetenin sayfalarında yer açan, köşesinin satır aralarında edebiyata, sanata ve kentin kültürel değerlerine dokun(dur)an Hürriyet Gazetesi Bölgeler Yayın Müdürü ve Ankara Hürriyet’in kıymetli kent yazarı, sevgili Yaşar Sökmensüer’e bir kentli olarak çok teşekkür ediyorum.

 

MD: Türk Edebiyatına uzun yıllarını vermiş, tanınmış öykücülerin yanında “yeni kuşak” diyebileceğimiz öykücüleri de konuk etmiş, yazdıklarını merak ederek sorular sormuşsun. Edebiyata/öyküye emek vermiş insanlara sahip çıkma, onların emeğini göz ardı etmeme adına çok önemli bu. Neden böyle bir harmanlama yapma gereği duydun?

EA: Söyleşiler elbette kitaba girenden fazlası. Bütüne bakıldığında yayınevleri, çevirmenler, program yapımcıları, fanzin/çocuk/gençlik yazarları, Hava Kuvvetleri Müzesi, Cazın Kartalları orkestrası da konuğumuz oldu. Tanınmış, çok bilinen yazarlarımız kadar, ilk kitabı ile okurun karşısına çıkmış öykücülerimizi özellikle öncelemeye çalışıyorum. Bir yanıyla edebiyatta “karanfil elden ele” geziyor. Her kitap, bir başka kitabın doğumuna vesile… Ankaralı yazarların eserleri olmasaydı, bugün “Emsal/siz” de gün ışığına çıkamazdı. Bir diğer yandan edebi(ha)yatıyla Ankara, bir okul niteliğinde; toprağı üretken, kalemi verimli. Son yıllardaki Orhan Kemal Öykü Ödülü’nün, art arda Ankaralı yazarlarımıza verilmesinin bir rastlantı olmadığını düşünüyorum.

 

“Kitabı, yazarına anlattıran sığ sorulardan sakınırım”

 

M.D: “Ankara söyleşilerinin yer alacağı bir kitap, elbette Ankaralı bir yayınevinden çıkmalıydı.” diyorsun. Seni Ankaralı “MedaKitap” ailesi ile buluşturan gerekçeyi merak ediyorum. Daha önceki kitabının da Ankara’daki büyük bir yayınevinden çıktığını düşünürsek Ankara Yayıncılığını, İstanbul Yayıncılığından ayıran etmenler nelerdir sence?

EA: Yazında belli bir olgunluğa eriştikten sonra, kalemini İstanbul’da denemek isteyen yazarlarını, bir dönem kaybetti Ankara. Şimdilerde öyle olmadığını görüyorum. Başta edebiyatçıları olmak üzere yayınevleri, kitabevleri ve okurlarıyla direniyor! Dost Kitabevi’nin, 1977’den bugüne varlığını sürdürmesi az şey mi? İlk kitabımda, Dost gibi kurumsallaşmış bir yayınevi ile çalışmak benim için büyük bir armağandı. Ocak 2016’da yepyeni bir solukla gelen MedaKitap Yayınları ise bir yıl gibi kısa sürede on kitap yayımlayarak adından söz ettirmeyi başardı. Şimdilerde yazarları ve okurları bir araya getirmeyi amaçlayan, Ankara Edebiyat Buluşmaları düzenliyor.  “…sıkıntılı, sorunlu, ‘dertli’ benlerin, dertlerini ifade etme ve paylaşma isteği…” ile kesişti düşlerimiz, birlikte bir yola çıktık, emin adımlarla yürüyoruz. Her iki yayıncıma da insanı, emeği ve nezaketi önceleyen yaklaşımları için çok şey borçluyum.

Esme-Murat 1

MD: Kitaptaki her yazarın külliyatını okuduğun, her satırın altını çizip notlar aldığın ve buradan yola çıkarak çok derin, ayrıntıcı, bir o kadar da sahici sorular sorduğun görülüyor. Büyük bir emek olsa gerek. Nasıl hazırlanıyorsun bir röportaja?

EA: Merak duygusuyla yola çıktığım röportajlar konusunda, ustam diyebileceğim bir kişi olsun isterdim yanımda. Bildiğim ne varsa, ondan öğrendim diyebileceğim… Ama yok! Her aradığımda yardımını esirgemeyerek, beni farklı düşünmeye ve yaratıcılığa yönelten isimlerin desteğine teşekkürüm sonsuz. Yazar arkadaşlarımın, edebiyatseverlerin ve okur yorumlarının katkısı tartışılmaz. Bir yazara röportaj isteği ile gitmeden önce dersimi iyi çalışıyorum. Bazen külliyatı tam olmasa da peş peşe okumalar yapıyorum. O yazarla yapılmış röportajları tarıyorum ki farklı ne sorabilirim!? Kitabı, yazarına anlattıran sığ soruların ağına düşmekten sakınırım, zira yazarın onu okuyarak geldiğimi, ayrıntıları seçip aldığımı fark etmesini isterim. Aldığım eğitim doğrultusunda ve sezgilerimin izinde, duygularımla ilerlediğim bu yolda sorularım da yanıtlar da bir kez daha huzurlarınızda…

 

“Basınla yazın el ele…”

 

MD: Sen aynı zamanda bir öykücüsün. “Neptün Mavisi Düşler” öykü kitabın Aralık 2015’te Dost Kitabevi Yayınları’ndan yayımlandı. Bazı öykülerin yarışmalarda ödüller aldı. Biraz da öykücülüğünden bahsedelim. Nasıl başladı öykü ile ilişkin? Öykü vazgeçilmezin midir? Öykü yazmaya devam ediyor musun? Yeni dosya veya kitap görünürlerde var mı?

EA: Yaşamla kurduğumuz ilişkide hayatın sorunlarıyla yoğrulurken, geliştirdiğimiz baş etme yöntemlerimiz birbirinden farklıdır. Bu farklılık bende öykü ile karşılığını buldu. İç sesimi dinlemek, kendi yolumu çizebilmek ve yazdıklarımın türünü belirleyebilmek için yaratıcı yazarlık atölyelerine katıldım. İyi bir öykücü olma yolundaki ilk adımlarımı atarken, dil arayışım ve üslubumu oluşturma konusundaki kaygılarım da başlamış oldu. Egeli Kadın Yazarlar Platformu’nun projelerinde, edebiyat dergileri, ortak kitaplar ve seçkilerde öykü, mektup, inceleme-araştırma türündeki metinlerimle yer aldım. Tüm bu sürecin üzerinde ilk öykülerim “Neptün Mavisi Düşler” yükseldi. İkinci dosyamın hazırlığı sürüyor, kalemimi iyileştirmeyi kendimden esirgemeyi elbette düşünmüyorum.

 

MD: Öykülerinde şiirsel dil kullanımı, sessizlik ve dinginlik içerisinde ince bir hüzün duygusu var. Büyüyüp yetiştiğin coğrafyanın ve ortamın etkisi olduğunu düşünüyorum. Öykülerin gündelik dilden/hayattan uzaklaşırken, röportajlarında gündelik hayatın ortasında yer almak seni zorlamıyor mu? İkisini bir arada nasıl yürütüyorsun? Bu bağlamda; gazetecilik mesleği ve edebiyat birbirlerine ne derece uzak, ne derece yakınlar?

EA: Sanırım buradaki kilit sözcük, merak olmalı. Evet, röportaj deyince ilk olarak edebiyat söyleşileri gelmiyor akla. Ama soru sorma sanatı geliyor. Ben ilkin sanat olsun diye değil, merak duygumu referans alarak başladım söyleşilere. Katıldığım bir radyo programında “kediyi merak öldürür” demiştim, program yapımcısı Murat Şenel de “…ama soruyu da merak sordurur” demişti. Bu çok doğru, ben neyi öğrenmek istiyorsam onu soruyorum. Basın ve edebiyatın kesiştiği kavşakta, kendime doğru bir yer belirlediğimi düşünüyorum. Çalışma odalarının kapısını tıklattığımda, yazarların yazın evrenine,  eserlerine bakarken kendi dilime ve metnime de bakmayı öğreniyorum. Bu da kalemime yansıyor ve işte o alanda basınla yazın el ele tutuşuyor. Hüzne gelince; hayat melankoliyi yaşamak ve yazmak kadar, zamanla onu sevebilmeyi de öğreti bana. İşte, damarımın mavisinde atan turkuaz taşlı bilekliğimi hiç çıkarmayışım bundan!

 

Esme’nin notu:31 Aralık 2016, Ankara Hürriyet gazetesinde yayımlanmıştır.

YAZAR:

Check Also

“TANRI VE KRAL İNDRA” ÜZERİNE BİR DENEME – SEDA ZENGİN

Yabancı, yabancı, gitme ve beni bırakma* paradesee jaana nai परदेसी जाना नै     . …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir