Özel bir tavrım vardı elbette; iktidara, şiire içkin, iktidar olabilecek bütün kalelere o çok sevdiğim taşra kafasıyla karşı koyabilmek gibi bir alışkanlığım vardı doğuştan! Öyleyim de hala…
İnkılap Şiir Ödülü’nü kazandığımda, -ilk kitabım Yağmura İçerden Bakmak, kendi birikim paramızla İzlek Yayınlarından, sayfası her açıldığında dağılarak çıkmıştı o günlerde…- kitabın ilgili yayınevinden daha da kaliteli, ‘dağıtımlı’ çıkma aşamasındaki editörüm Enver Ercan’dı.
Şimdilerde bir yarışmaya şiirlerimi yollamasam da, -yarışmalar duygusal kararlarla sonuçlanıyor artık,- o zaman için, gençlik de serde, parasız bir kitap beklentisiyle yollamıştım, yollamışım, dosyamı…
İstanbul’da, Tüyap Kitap Fuarındaki ödül törenine gitmemiştim bile. Kitabın yayın aşamasında, Enver Ercan’la Cağaloğlu’nda bir mekanda, deplasmandaki bir masada, turAyazı’nın son şeklini vermiştik birkaç ay sonra. A’yı özellikle vurgulamıştım, A bold çıktı kitapta da.
Yaptığı işe, emeğe, emeğine değer veren biriydi Enver Ercan… Yemek ısmarlamıştı sonra bana, cadde boyu, yürürken; eli açık biriydi, az konuşsa da, bana benziyordu, sevmiştim…
İnkılap Yayınlarından çıkan ilk ve son, iki şiir kitabından biri de benimkiydi, ödülden sonra; Serkan Işın’la birlikte. Yayınevi şiir basmama kararı aldı sonraki yıl, yarışma tekrar edilmedi. Öykü, roman ya da başka eserler basmaya devam etti yine de.
Büyük bir yayınevinin ‘şiire’ başlayıp, aynı yıl şiir yayımlamayı bırakması ne ilginç!
Şiiri, kendimi biliyorum da, -Serkan Işın ve şiiri konusunda bir söz söyleyemem elbette,- olduğum bir sistemde, reddetti yayınevi beni…
Klasik sorunumuz, İnkılap Yayınlarının ta o günden keşfettiği, şiir yayınlamama kararı. Bizim büyük yayınevlerini reddetme lüksümüz yok oysa ki.
Onların yayınladıkları kitapları satın almaya, arada bir şiir adı altında bile çıksa, içlerinde şiir olmasa bile, şiiri besler miyiz adına, okumaya, satın almaya devam ediyoruz. Edebiyat, onların bize ‘öngördüğü’ satış mantığında gömülen çakma şairlerle, şiirsiz gidiyor ne yazık ki, çoğunlukla öyle.
Yazıktır ki kapitalizm, her dizede, imgede, geride kalanları, önceden ‘tutan-satan’ yazarları tüketebilme başarısı yüzünden yenilere kem gözüyle bakarak, ‘okurun algı düzeyinin yerlerde sürünme sorununa katkı da sunarak’ varlığına devam ediyor.
-Daha dün, Ankara’da, yeni çıkan bir dergiyi, Ankara kökenli olduğu için önemsiyorum, hiçbir kitapçıya kabul ettiremedik. Neymiş efendim, gerekli teşhir yerleri kalmadığından, bundan kelli yeni yayımlanan hiçbir dergiyi almayacaklar… mış!
Biz onların sattığı bütün kitapları almaya devam ediyoruz oysa. Bu konuyu ayrıca, birlikte yazalım, düşünelim, o çok eleştirdiğimiz internet kitapçılığını, yanı başımızda duran kitabevleri ile sınayalım isterim…-
Ne çok reklam yapmıştı oysa zamanın dibinde yayınevim; bütün ulusal gazetelerin arka, renkli ve tam sayfalarında, televizyonlardaki yarışma programlarında, Aktüel Dergisinde bile kendimi görmeye başlamıştım.
Ankara’da, ben İstanbul’a gitmediğim için ayağıma gelen, yayınevinin yolladığı bir foto muhabirinin aramızda geçen günlük konuşmalarına bile “söyleşi” adı altında kurban olmuştum adını andığım o dergide; kapakta bikinili bir manken vardı. Ortalarda bir yerdeydik biz de Serkan Işın’la…
İstanbul’a hiç gitmedim şiiri aramak adına. Şiirimi aramak adına gittiğimse, doğrudur. Azdır yine de, eskilerde, şiiri ilk bulmaya çalıştığım yıllarda kalmıştır.
Enver Ercan’ın, Cağaloğlu yokuşunda ısmarladığı pidede, İskender’in evinde konakladığım o gecede, Sunay Akın’la şiiri konuştuğumuz vapurda ve ille de Altay Öktem’in o zamandan bana kalan ve hala da devam eden tutarlılığında, dostluğumuzdan baki kalan sohbetlerimizde, şiiri aradığım doğrudur.
Varlık dergisinde, Kitap Eki’nde yazdığım bir kitap duygum da olmuştur…
Sevgili editörüm Enver Ercan, bana, Varlık Dergisine birkaç şiir yollamamı, bu durumun bana ve kitaba reklamı olacağını söylemişti pide yerken. Yollamadım. Bu boşlukta, Enver Ercan’ın yok zamanlarda yazdığı ‘imge var gibi’ şiirlerini şiir görmediğim, adına verilen ödüllerin de ödül olmadığı gerçeği etkilemişti beni!
Öyleyim ben… Dedim ya, gençtim o zamanlar, aklım başımdaydı… Ödül törenime bile gitmedim ki!
Bir başkasının ‘balıklama’ atlayacağı bir teklife uzak kaldım. Varlık, benim yazamayacağım kadar ‘usta yazar’ ve ‘sıkı şair’ ile doluydu. Arkadaşlarım, eş-dost ya da tanıdıklarım oradaysa, ben de oradaydım zaten; okur, eleştirmen varsa…
Varlık’ta, kimsenin yazamayacağı kadar yazılan “kötü” şiirler de okudum.
Mehmet H. Doğan, o dönemler Adam Yayınlarından çıkan şiir yıllığına adımla benzer bir başka şairin şiirini almıştı, benim bilgilerimle. Şiir mi, yoksa isim mi hatalıydı, eleştirdim, birbirine benzemeyen bu ‘şiir eleştirisini’ İzmir Tüyap Kitap Fuarında.
Ertesi yıl, özürle, “sahibinin sesi” -bu benim fikrim- bir sesle beni karıştırdığını, asıl amacının ‘ben’ olduğumu yazdı. Benim, Varlık’ta yazdığımı sandığı bir şiirimi almıştı yıllığına. Varlık Dergisine şiir yollamak aklımdan bile geçmemişti o yıllarda da. Mehmet H. Doğan, ben o zamanlar sadece Kül Dergisi’nde yazdığım halde, beni başka bir dergide, Varlık’ta aramıştı.
Zaman içinde, Enver Ercan’la da karşılaştıkça, muhtemelen zamanla da, teklif yenilendi… Varlık’a şiir yollamadım. Yasak Meyve dergisinde, nereye yolladığımın teyidi de birkaç kere alınarak, bir şiirim yayımlandı; kimse kırılmadan…
Varlık, taşrada ‘zamanında’ çıkan bir edebiyat dergisinden farklı değildi benim için. Biraz katı, yenileri, benim kuşağımdan birileri tarafından özel hazırlanan bir ‘mecrada’ küçümseyen, yazılarında da, yeni’lerin yer almadığı bir yetkede akademisyen tavır alan bir dergi; öğretici… Kısıtlı imkanlarına, güç ve maddiyata, orantısal olarak baktığınızda, çok daha iyi işler yapan edebiyat dergileri de var taşrada.
Hem, ‘İnsanın nerede değil, ne yazdığı önemlidir’ demişti Aziz Nesin, Ankara’da, Abdi İpekçi Parkı’nda, hastalığının son günlerinde.
Şiire, yazıyla “on beş” yıl ara veren biri için, aradan geçen zamanda da “gözlem yapma” ve “kendim olma” fırsatımı kimse alamadı elimden, doğal ki… Varlık’ta şiir yayımlamayacağım!