Bu coğrafya üstünde yaşayan ve İslamiyet’i kabul eden uluslar kendi edebiyat evreleri bölümlere ayırırlar. En katı ayrım ise şöyle başlar:
1.İslamiyetten önceki edebiyat
2.İslamiyetin kabulünden sonraki edebiyat.
Genelde bu değerlendirmenin sonucu İslamiyet’ten önceki edebiyatın varlığı pek tanımlanmaz. Gücü ve varlığı da belirgin olarak bilinmez. Adeta yok sayılır, yok edilmiştir. İşte salt bu nedenden dolayı İslamiyet’ten önceki edebiyattan söz etmek gerekiyor.
İran topraklarında edebiyat geleneğini çok eski tarihlere doğru götürmek mümkündür. Bu tarih Zerdüşt dönemine ve Zerdüştlerin kutsal kitabı Avesta’ya ve onun oluşumuna zemin hazırlayan İ.Ö. VI. ve V. yüzyıllara kadar uzanıyor.
Doğu edebiyatında V. yüzyıl, destanlar çağı olarak tanımlanıyor. Farsça İ.S. VII. yüz yılda Anadolu’dan başlayarak doğu Hindistan topraklarına kadar uzanan birçok ulusun edebiyat ve kültür dili…
İran edebiyatının gelişim sürecini, bu topraklarda İslamiyetin kabul edilmesinden sonraki devrelere bir göz atalım.
İslamiyet Döneminde İran Edebiyatı:
1. Saray (Divan) Şiiri
2. Mistik Dönem
3. Lirik Dönem
4. Duraklama Dönemi
5. Yeni Dönem
6. Çağdaş Edebiyat Dönemi
Çağdaş isimle adlandırılan edebiyat kendi içinde üç guruba ayrılıyor:
a) Eski geleneği devam ettirmek isteyenler.
b) Modern Avrupa edebiyatı tarzında eser vermek isteyenler.
c) Bu iki guruba katılmayan kendi görüşlerine göre ara bir yol izlemeyi tercih edenler
Bu üç grup kendi aralarında edebiyat türünü konuşup tartışırken İran dili ve alfabesi üzerine de önemli tartışmaları gündeme taşımıştır. Bu nedenle, eski gelenekleri tamamen yıkıp, Arap yazısını değiştirmek, Latin alfabesine geçmek isteyenlerin savundukları görüşler bu dönemde su yüzüne çıkmıştır. Füruğ gibi ozanlar Latin alfabesinin kullanılması da dahil İran dilinin ve edebiyatının tamamen değişmesini istemişlerdir.
Her toplum gibi İran’da Batı’dan çok etkilendi. İran Edebiyatı da modernleşmeye başladı. Burada modernden kasıt tabi ki Batı’dır. İran’daki özgürlükçü akım Batı’yı taklit ederek gelişti. Simini Danişver, Mahmud Devledabadi ve Ahmed Mahmud’un isimleri çağdaş İran edebiyatı ile birlikte anılanların başında geliyor.[1]
Türkiyeli okur açısından çağdaş İran Edebiyatı denince ilk akla gelen isimler Füruğ-i Ferruhzad, Sohrab Sepehri, Ahmet Şamlu ve Nima Yuşiç’tir.
Konuşmamın bundan sonraki bölümünde sırasıyla aşağıdaki ustalara, poetikalarına ve yapıtlarına yer verilecektir:
Mehdi Ahavan Sales (1928-1990)
Sohrab Sepehri (1928-1980)
Nima Yuşiç (1896-1960)
Füruğ Ferruhzad (1935-1967)
Ahmet Şamlu (1925-2000)
Rıza Berehani (1935 – …)
1. Mehdi Ahavan Sales (1928-1990)
Mehdi Ahavan Sales (M. Omid) 1928 de Meşhed’de doğdu. 1949’a Tahran’a gelip hayatını burada devam ettirdi. 1950’de devlet karşıtı gösteride tutuklanıp serbest bırakıldı. 1953’de Musaddık’ın düşmesiyle de kısa bir süre hapis yattı. İlk kitabı “Organ” 1951’de yayımlandı. 1959 ile 1965 yılları arasında öğretmenlik yaptı. Ayrıca eğitim filmlerinde dublörlük yaptı. Çeşitli gazete ve dergilerde makaleler yazdı.
1959’da “Şahname’nin sonu” adlı şiir kitabını yayınladı. Bu kitabında İran’ın bazı modern sosyo-politik sorunlarını ülkesinin kadim tarihindeki mit ve efsanelerin imgeleri ile bağdaştırdı. Bir yıl sonra “Bu Avestadan” şiir kitabıyla dolaylı olarak devleti ve diğer sistem yapılarının tümünü eleştirdi. Böylece o ve arkadaşları devlet tarafından anarşist olarak nitelendirildiler. Buna benzer birkaç davranışı sonucu 1967’de şair Sales bir daha kısa süreliğine Kasr Hapishanesi’nde esir yattı. Çıktıktan sonra Eğitim Bakanlığı’na bağlı Ulusal İran Radyo ve Televizyonunda göreve başladı.
1990’da Tahran’da vefat eden Sales’in mezarı Tus’daki Firdevsi’nin mezarı yakınlarındadır.
Sales’in makaleleri daha çok Modern İran şiirinin eleştirilerini konu alır. Ayrıca onun şiiri modern İran şiirinde Şamlu’dan sonra kendine özgülüğü ile dikkat çeker. Katıldığı haftalık televizyon programlarında sürekli modern İran şiirinin problemlerini ve geleceğini tartıştı. Ayrıca şiiri bir kimlik olarak kabul edip her İranlının kimliğini sonunda bulması gerektiğine işaret etti.
Ahavan’ı Modern Türk Şiirinde herhangi biri ile kıyaslamak gerekirse onu en çok avangardlığı ve deli başınalığı ile Metin Eloğlu ancak dildeki yenilikleri ve imgeleri ile Edip Cansever ile özdeşleştirebiliriz. Eski biçimleri yeni kelimelerle ya da eski kelimeleri modern formlar içinde kullanmasıyla da O’nu Turgut Uyar ile karşılaştırabiliriz.
Modern İran şiirinde Ahavan’ın şiirleri, çevirisi zor isimlerin başında gelir. Eş zamanlı olarak dilin tarihi de mukayese edildiğinde Sales’in nasıl bir ummandan seslendiği daha belirgin olarak karşımıza çıkacaktır.
Faysal Soysal’ın çevirisiyle “Hemşire” adlı şiirinden bir bölüm aşağıda yer almaktadır.
“…Şüphe içindeyim ne fark eder gece içindeyim / Benimle ağlayan gece midir? / Yoksa sabah mıdır gizlice bir köşede ağlayan? / Donuk donmuş gözlerle bakmaktadır bana güz / Siyah yastığını koymaktadır sevdamın altına / Ben bunları söyleye durayım oysa olmakta gece / yeniden gece…”
2. Sohrab Sepehri (1928-1980)
Sepehri, Nima Yuşiç’in öncüsü olduğu İran modern şiirinin öncülerinden biridir. Mehdi Ehavansales, Forugh Ferruhzad ve modern şiirin kendisinde farklı bir biçim (Beyaz şiir; modern şiirde aruzun yanında kafiyeyi de kenara atmıştır) bularak doruğa ulaştığı Ahmet Şamlu’dan farklı olarak Sohrab’ın ne şiirinde ne de hayatında hiçbir politik ve teorik bir iddia sözkonusu değildir. O hayatı herkesin büyütüp uğruna kavgalar, dinler, ideolojiler, kargaşalar yarattığı bir fenomen olarak görmez. Bir şiirinde hayatı, çok sade olarak “bir elmayı ısırmak” olarak tanımlar.
Onun için hayat tabiattaki gibi çok doğal ve sadedir. Modern kent hayatından sıkıldığı zamanlarda alır bohçasını, çay termosunu, tepelere, bayırlara çıkardı. Orada kuşların, çimenlerin, rüzgârın asırlardır değişmeyen türküsünü dinler, şiiriyle onların ritmine eşlik ederdi.
“Yeryüzünün yaratıldığı ana yakınım / Çiçeklerin her gün nabzını tutan
Bir aşinayım / Islak kaderine suyun ve yeşile alışkanlığına ağacın.”
Kelimelerinin tükendiğini hissettiği yerlerde fırçasına sarılır yine şiirleri gibi çok sade olan çizimleri girer devreye. Gerek şiiri gerekse çizdiği tablolar minimal olarak anıldı. Ancak kendisi sanatın bu kadar kategorize edilmesinden hem nefret eder hem de bunlara hiç prim vermezdi. Onun için bir çiftçinin ektiği mısırlar, yorgun bir işçinin ay ışığı altında, açıkta uyuması teoriden, biçimden daha heyecan vericiydi. Büyük şair Ahmet Şamlu onun bu iddiasız, kendi başınalık halinden rahatsızlık duyar, “suyu bulandırmayalım” şiirini örnek vererek de onunla şu şekilde dalga geçer; “Bu Sohrab’ı anlamıyorum, Irmağın ötesinde insanlar katledilmekte o hala suyu bulandırmayalım diyor”. Hâlbuki Sohrab hiç siyasi ve politik bir kaygı gütmeden suyun doğasına dair mısralarını sarf etmişti.
Sohrab’ın şiirinde Federico Garcia Lorca’nın şiirine benzer görsel öğelere rastlanılır.
Modern İran şairlerinin ilk öncüleri dil ve biçim kavgaları yüzünden biçimsel olarak dile bağımlıydılar. Buna ek olarak imge ve mitleri de yerel ve kişisel olduklarından pek fazla tercüme edilebilme fırsatı yakalayamadılar. Özellikle Nima ve Ehavansales’in şiirlerin İngilizce çevirileri dahi kendi asıllarından çok ayrı şiirlerdir. Bu noktada şiiri çeviriye uygun olan iki şairin birçok şiiri yabancı dile çevrildi. Bunlardan biri Sohrab diğeri Furuğ Farruhzad idi. Sohrab’ın şiiri büyük bir yalnızlığı içermekle birlikte her zaman çocuk sadeliğinde bir hayatı betimler.
Sıra şairin biyografisi biçiminde de okunabilecek olan “Suyun Ayak Sesleri” adlı şiirde.
SUYUN AYAK SESLERİ
Kaşan’lıyım / Günlerim fena geçmiyor Bir parça ekmeğim, biraz aklım, iğne ucu kadar da yeteneğim var / Bir annem var ki ağaç yaprağından iyidir / Dostlarım da akan sudan./ Bu çimenlerin kenarlarında, o büyük çamın dibinde / Suyun idrakinin üzerinde, otların kanununun üzerinde / Mesleğim ressamlık: / Bazen renklerden bir kafes yapar ve size satarım / Ve böylece ondaki esir şakayığın şarkısıyla dirilir gönlünüzün yalnızlığı. / Kaşan’lıyım. / Nesebim belki Hindistanki bir ota, Siyelk’teki bir çanağa /Ve Belki Nesebim Buhara’daki bir fahişeye dayanır. / Gökyüzü maviydi babam öldüğünde, / Annem habersizce uykudan fırladı, kız kardeşim ansızın güzelleşiverdi / Öldüğünde babam, bütün bekçiler şairdi / Bir dutu yiyordum bilgisini hiç düşünmeden o gün. / Narlar olgunlaşıp da düşmeye duranda eller uzanırlardı altlarına. / Mutluluktan sineler yanardı, kanaryalar ötmeye başladığında / Yalnızlık bazen yüzünü dışardan pencereye dayar / Mutluluk gelir ve kollarını boynuna dolardı./ Hayat o zamanlar bir sıra ışık ve oyuncak bir bebek / Avuç dolusu bir özgürlüktü / Ben aşkın öte tarafında kalan birini görmeye gittim / Gittim, kadına kadar, / Aydınlığın içinde kanat çırptığı kapısız bir kafes gördüm / Aşkın üzerinden semaya çıktığı bir merdiven gördüm / Bir kadın havanda ışık dövüyordu / Ve ben zambağa siz diyen bir şairi, / Kelimeleri billurdan yapılmış bir kitabı, bahardan yaratılmış bir kâğıdı gördüm / Bayırlardan uzak bir müzeyi gördüm işte, / Sonra ben bir tren gördüm Vagonları aydınlık ile doluydu. / Treni gördüm ben / Taşıdığı teoloji yüzünden ne kadar da ağır gidiyordu
Sohrab Sepehri’ye ithaf ettiğim şiir:
bir acem’e
Sohrab Sepehri’ye
doğu’nun bütün mavi merdivenlerinden ineceğiz.
ayışığı gölgesiz bırakacak sütunları.
miraca giden atlıların izleri kumlarda yalnız kalacak
uysal bir kedi dinginliğiyle
yeni bir rüzgârı bekleyeceğiz
çünkü toprak unutkan değildir.
çünkü hiçbir nehir,
temizleyemedi yüreklerimizden kederi
orda kelimeleri aydınlatan ayışığıdır
ey tüm çocuklar! koştuğumuz her mavilik
yeni bir rüzgârı bekler ömrümüz
gökyüzü biçiminde görünür
su ile dolu bir kabın üstü
unutulmaz iğde ağaçların kokusu…
unutulmaz dağ boyunca akan su
ayın gümüş aydınlığında
el süreriz toprağın şefkatli yüzüne
ateşin, suyun ve taşın durumundan
söz ederiz
bir şeyler anlamaya çalışırız
ayak izlerimizden
akasyaların kokusu siner parmaklarımıza
suyun belleğini yitirmediği
sığ nehirlerden geçeriz
güneş gülen bir çocuğa öykünür.
[1] Prof. Dr. Mansur Servet
Devam edecek…