Sağır bir köpek gördüm; bir haberde geçiyordu. Sırf sağır diye önceki beş sahibi tarafından terk edilmiş. Sağır olduğundan eğitilemeyeceğini düşünmüşler ve yüzüstü bırakmışlar onu. Ve fakat gördüğüm kadarıyla altıncısı ve umarım ki sonuncusu pek seviyor kendisini. Asla bırakmayacak gibi, öyle hissettim. Histen dolayı mutluyum ve emeği geçenlere teşekkür ederim.
Çok özel bir köpek. Beyaz fon üzerine kahverengi benekleri var. Benekten ziyade yama gibi duruyorlar ve kusurlu pullar kadar kusursuz görünüyorlar.
Köpekler de çeşit çeşit; tıpkı insanlar gibi. Tek çeşit insanlı bir gezegene rastlamadım daha. “Çeşitliliği olmayan bir gezegene“ diye düzeltiyorlar hemen; düzeltsinler. Diğer gezegenleri gördüğümü dile getirmemden daha çok şaşırtmış olmalı bu durum, enteresan. Sağ olsunlar, dünyamıza çok fazla çeşit koymuşlar tanrılar. Evrime de çok teşekkürler; seçilimler falan gırla gitmiş, türler mürler havalarda uçuşmuş.
Yine bir haberde görmüştüm (okumuş da olabilirim, emin değilim); bilim insanları bilmem kaç ışık yılı ötede, dünyamıza benzer yaşam koşullarına sahip bir gezegen keşfetmişler. Yanlış hatırlamıyorsam 4,37’ydi bu sayı. Sağ olsunlar, teleskoplar da son zamanlarda büyük bir gayret içerisindeler; canla başla çalışıyorlar. Öküz gibi büyütüyorlar önüne geleni. Eşler arasında eşsiz bir tartışma, ufacık bir sorun mu var, koyun teleskopun önüne; seyreyleyin cümbüşü, seyreyleyin abartıyı. Bu cümle çıksın buradan lütfen, gereksiz çünkü. Diyelim ki 4,37 bu sayı ve yarın ışık yılına ulaşsak, 4,37 yıl, bir gün sonra varabileceğiz ancak oraya. Nedir ki hem 4,37 yıl, göz açıp kapayıncaya dek geçer. Hemen hemen bir dünya savaşı süresi. Ve teknoloji sayesinde artık çok çabuk geçiyor savaşlar. Dakikasında üç beş değil, binlercesi dökülüyor sapır sapır. Ölümlerden bahsediyorum; kıyma makinesinden daha hızlı ölüm çıkarıyor artık savaşlar.
Gelelim köpeğe, biricik sağırımıza. Çok uzaklaştık zira kendisinden. Her şeyi güzel, bakışları ayrı güzeldi. Bakışlarda güzellik aramak, biz insanların harikulade zaaflarından biri ve pek fevkalade bir tabir harikulade. Bakışlarına tav ya da mest olmamın en önemli nedeni, bakışların kendisinde gizliydi. Gizli falan değildi, bakıp duruyor ve mükemmel baktığı bal gibi de belli oluyordu işte. Çelişki de geldi oltaya; kendime de ayrı bir teşekkürü borç bilirim.
Nedir bir bakışı mükemmel ya da bir kişiliği çelişik kılan? Bilmiyorum; bilen varsa beri gelsin. Tek bildiğim, köpeği pek sevdiğim. Hakkını vere vere hakkında bir türlü temiz bir girizgâh yapamadığım biricik köpeği yere göğe sığdıramadım. Seviyorum köpekleri, seviyorum kedileri ve tabii diğerlerini.
Sağır olduğundan havlayamıyordu; ki bu da çok doğaldı. Havlamayı sineye çekiyor, eski sahiplerinin öğrettiği işaretleri komut almak için kullanıyordu. Üstelik çok daha fazlasını öğrenecek kadar iştahlı görünüyordu. Akıl deseniz, onda da hiçbir sorun yoktu; akıl küpleri tepeden tırnağa gani ganiydi. Yeni sahibi boş durmamış, öğrendiği komutlara yenilerini eklemişti. Abartmayalım; komut olup da hepi topu birkaç taneydi işte: Otur, kalk, yuvarlan, akşam erken gel, terliksiz betona basma, gazeteye spor sayfasından başlama ve birkaç ıvır zıvır daha. Yeter, Allah çok versin.
Daha on aylıktı köpekçiğimiz. Sağırlığın bir kusur değil, ayrıcalık olduğunu düşünenler yanılmıyorlardı. Yaşını bilmem kaçla çarpalım, insan ömrüne göre karşılığını bulalım gibi saçmalıkları da dalmıyorlardı. Daldıkları tek şey, düşüncelerdi ve o düşüncelerde en az köpekçiğimiz kadar güzel siluetler vardı. Güzel şeydi sevgi; hissetmek ondan da güzeldi.
Ve en az köpek kadar sevimliydi. Yeni sahibinden söz ediyorum. Yüzünü görmesem de, sesinden anladım. Anladım onun ne kadar sevimli olduğunu. “Yaşam sevimli insanlarla güzel” sözü geldi aklıma hemen. “Yaşamı sevimli kılan diğer canlılar aslında, ya da insan dışında her şey,” şeklinde ve şiddetinde düzeltim aklımı hemen. Akıl bu, yanılması, şaşması ve yoldan sapmasıyla ünlüdür; arada terbiye ve marine etmek icap eder.
Ses hakkında söyleyebileceğim bir başka şey de, sesin sahibinin bir kadın olduğu. Cinsiyetin hiçbir önemi olmasa da, yaklaşımındaki o kadın sesine has ince ve anaç tavır hayran bırakıyor duyanı ve haberin dijitalliği bir anda ete kemiğe bürünüp somut bir hâl alıyor. Yok, daha neler! İçten bir tonda “Daha ilk gördüğüm anda onu çok sevdim!” diyor işte; abartmaya gerek yok. Arkasından gelen kelamları da içten; onun da ayrıca altını çizmek lazım: “Koşarak yanına gittim,” diye devam ediyor; “Onu kucaklamak ve bağrıma basmak istedim. Boğulacağını düşünüp, vazgeçtim. Kulağındaki problem nedir, diye sordum sonra. Yanıt vermedi, havlamadı bile!”
İlk görüşte aşk için elbette ki hemtürlere gereksinim var; ama buradaki aşk öyle bir aşk değil. Salt sevgiye dayalı ve başka hiçbir şeye gereksinim duymayan bir aşk. Evet evet, kesinlikle yüzüstü bırakmayacak köpekçiğimizi bu yeni sahip. Hatta onu sessizliğin tanrıçası/tanrısı (şekilde de görüldüğü üzere köpeğin cinsiyeti hakkında en ufak bir fikrim yok), evi de bu kutsal bağın mabedi yapacak. Yine tam gaz köklemeye devam abartı dört çekerini; akıllanmayacak bu insan soyu ve tabii onun sünepe uzantısı ben hazretleri.
İşaret dili de ayrı güzel. Az enerjiyle çok fazla şey anlatabiliyorsun. Ağzın yetmiş iki kelamda sündüreceği şeyi, tek kalemde anlatman mümkün. Ve ardından soluk sluğa “Yaşasın kelam – kalem kardeşliği!” diye haykırman da. En güzeli de, 56 sayfalık bir mektubu işaret diliyle 4,37 dakikaya sıkıştırmanın keyfini yaşıyorsun doya doya. İşaret dilinin, ışık hızında sadeleştirme becerisi bir yana, köpekçiğimize ziyadesiyle yaraması kadar güzel bir şey olamaz. Diğer güzellikleri de sollayan bir güzellik bu. Ve rastlantının evrenselliğinde es geçilen bir 4,37 rakamı, ne güzel de kalıyor böyle güzelliklerin gölgesinde.
Işık hızına ulaşmak, galaksileri aşan bir hâkimiyet kurmak ve aklınıza gelebilecek her türlü güce ve etkiye sahip olmak, sevgiye dayalı kurulan bir bağın yerini alamayacak asla. Sevgi geyiğini ağızlardan düşürmeyelim ki, ileride evrimsel döngümüzün mutasyonunda oramıza buramıza dâhil olan parçaların ayrıksı soğukluğunu şimdiden üflemeye başlayabilelim. Ki sıcağa dayalı üfleme alışkanlığımız 180 derece değişip, külliyen zıt bir hâl alabilsin. Evrim de zıt kutupların arasında gidip gelerek sürekli kendini yenilemiyor mu, seçe seçe ve döne döne ilerlemiyor mu sonuçta!