O La La Mon Amour,
Nasıl mutluyum, nasıl şenim, ne de huzur doluyum anlatamam. Yeni doğmuş bir bebeğin böylesine yoğun duygulanımları olmasına belki şaşalıyorsunuz, anlayabiliyorum sizi, normal bu yaklaşımınız. Ama size önemle anımsatırım ki ben normal değilim, çok çok özel bir kızım. Tüm dünyanın şölenlerle şarkılarla karşıladığı yüce bir canım. Abartılı mı buldunuz bu iddiamı? Hah! Bana inanmıyorsanız size doğum sürecimi anlatarak bunu hemen kanıtlayabilirim.
Siz hiç bilir misiniz, böyle renk renk çiçeklerin, ama hani neredeyse tayftaki her renkten sayısız bitkinin bir arada olduğu mis kokulu dingin mekânlar vardır evrende. Bakir, zararlı hayvanlardan bile ırak cennet köşeleri. Pembe göğün altında ninnimsi şırıltılar az ötenden kulaklarına ulaşırken çiçeklerin kanatlanmış halleri gibi türlü kelebekler bedenini sarmalar. Tıpırtılar, ılıklık, huzur deryası. Siz hiç bulundunuz mu işte böyle yerlerde sevgilim? Ben mi? Ben yaşamımın önemli kertesini böyle bir diyarda tamamladım. Yalnız şu bir gerçek ki insan değişken bir varlıktır. Cennet bile net gelmez bir süre sonra, flulaşır. E yeni renkler ve tatlar aramak bu yüzden hep şarttır. Biraz da yalnızlık insanı bayatlatır. Haksız mıyım sevgilim? O yüzden tatlı tatlı akan derelerden birine girip kaya kaya bu dünyaya nazik bir iniş yaptım.
Yanıbaşımda kraliçeler soyundan geldiği her halinden belli olan, bu dünyadaki eğreti koruyucum olarak belirlediğim Hanımefendi bulunuyordu. Birbirimizi başlarımızla kibarca selamladık: Enchanté! Enchanté!
Büyük boy pofuduk yatağımızın az ötesinde, süitimizin kapı köşesine doğru hizalanmış beyaz önlüklü karşılama ekibi ellerindeki kırmızı bayraklarla yerlere kadar eğilerek bana hürmetlerini gösterdiler. Sağ olsunlar, saygıda herhangi bir kusur etmeden sessizce çıkıp gittiler. Yardımcılarımız olduklarına emin olduğum bazı dantelalı şık kadıncıklar hemen onların yerlerine dizildiler.
Elbette ki benim bu dünyaya teşrif edişimin yankıları böyle birkaç kişiyle sınırlı kalmadı. Dışarıda bir heyecan bir patırtı, sormayın gitsin. Şarkılar halaylar, yer yerinden oynuyor. Yanlarına varmak, mendilimle onları selamlamak, bu nazik karşılamalarına teşekkür etmek istiyorum edepli bir bayan olarak ama yol yorgunluğu, uzuvlarım bana itaat etmiyorlar. Başımı az uzatıp kamaramızın kocaman lombozlarına bakabiliyorum anca. Dışarıda hafif hafif kıpırdanan engin bir deniz, sıcak, kadim bir güneş karşılıyor beni, kucaklayarak selamlıyorlar. İçim burkuluyor. Böylesine görkemli bir ortamda benim de şu an dışarıda olup tebaamı kucaklamam gerekmiyor mu? Onlara bu nurlu yüzümü göstermezsem, geleceklerine yönelik üç beş kelam etmezsem hiç olur mu? Olmaz efendim, kesinlikle olmaz! Basıyorum yaygarayı.
Koruyucu Hanımefendi’min kulakları hassas ve kendisi sanırım biraz da hasta olduğu için beni kapı eşiğinde bekleyen dantelalı hanım hanımcıklardan birine emanet ediyor, isteğimin yerine getirilmesi için eliyle keskin bir işaret veriyor.
Beni kucağına alan kızcağıza hürmetlerini sunup doya doya öpmesi için elimi uzatıyorum, ama bunu yapmıyor. Kendisine al al yanakları yüzünden bundan sonra Lalacık demeye karar verdiğim bu genç bayanla aramızda hafif bir soğukluk esiyor. Olsun, toyluğuna veriyorum. Ne zaman nasıl davranması gerektiğini elbette öğrenecektir, konuyu uzatmıyorum.
Oysa o beni süitin ikinci odasındaki her köşeye pervasızca uzatıp duruyor. Bunu biraz dikkatsizce yaptığından arada düşeceğimi sanıyor ve kızıyorum. İşi hemen şakaya vurup beni göğsüne basıyor. Bu laubali davranışından hiç ama hiç haz etmiyorum. Sanıyorum ki yakın zaman içinde bu kızcağızın davranışları hakkında uzun bir konuşma yapmamız gerekecek.
Neyse saygıdeğer sevgiliciğim, kaldığım yere geri döneyim. Benim bu diyara yabancı olduğumu gözeterek ortalığı tanıtıyor Lalacık. Bakınız lomboz önü fuşya renkli kadife josefininiz efenim. Balkonun ve güvertenin serin olduğu zamanlarda yeterli miktarda güneş alabilmeniz için en aydınlık lombozun önüne kurulmuştur. Onun başucundaki kayından fiskos sehpası hoş sohbetleriniz ve beş çaylarınız için bir kol boyu mesafeye yerleştirilmiş olup zemindeki bu el işi kilimin otantik desenleriyle simetrik bir açıda konulmuştur. Berideki duvarda bulunan aynalı vitrindeki kristal fincanların temizliği tarafımızdan bizzat teftiş edilmiş olup gün içinde arzu edebileceğiniz süt, şeker, çay, konyak, brendy gibi çeşitli içecekler vitrinin ön tarafında hazır tutulmuştur. Ayrıca efenim odanın bu köşesinde mektuplarınızı yanıtlayabileceğiniz meşeden bir yazı masası ve öteki köşesinde yemeklerinizi dingince geçirmek istediğinizde kullanabileceğiniz ufak bir abanoz yemek masası bulunuyor. Ayrımsamış olduğunuz üzere odanın her yanını beyaz zambaklar, krizantemler ve orkideler barındıran vazolarla donattık ki yabancılık çekmeyin istedik. Elbette yine size özel olarak hazırlanmış yaz kreasyonu giysilerinizin durduğu gardrobunuz var bir de ama muhterem valide hazretleriniz şu an o odada gözlerini dinlendirmekte olduklarından bunu sonraya bırakmamız daha uygun olacaktır efenim. Zaten efenim günümüz modasını göz önünde tutarak şu üzerinize geçirdiğiniz ferah beyaz tülden tek parçalık tunik size inanılmaz yakışmış. Yanaklarınıza sürdüğünüz bu hafif allık sizi çok fena açmış. Deniz deryanın bile kıskanacağı bu masmavi gözleriniz ve onları palmiye yaprakları gibi sarmalayarak tropik bir cazibe katan kirpikleriniz… Güneşi çatlatacak parıltıdaki ah bu sarı sarı bukleleriniz… Güzelliğiniz gözlerimi yaşartıyor sevgili bebeğimiz.
Tamam Lalacık, tamam, bu kadar yeter, dedim sonunda. Yalnız bundan sonra abartılı övgülerinize, yılışıklığınıza ve özellikle de beni bir bebek olarak ünlemenize lütfen biraz dikkat ediniz, kendinize azıcık çeki düzen veriniz, diye de kibarca kulağını çekiverdim.
Peki diyeceksiniz ki sevgilim, sonra ne oldu, bana hâlâ ne kadar özel bir insan olduğunu kanıtlayabilmiş değilsin, diyeceksiniz. Sabrediniz bebeğim. Anlatıyorum.
Bulunduğum kamara özetlediğim biçimde hoş ve ferahtı. Ama dışarıdan gelen o gürültüler, beni görmek için yanıp tutuşan halkımın feryatları bir türlü dinmiyordu. Türküler, marşlar, bitmek bilmeyen tempolu haykırışlar: Görmek isteriz, bir ses isteriz, kutsanmak isteriz! Bu duruma kesinlikle el atmam gerekiyordu. İkinci kereliğine ve bu kez daha sert olacak biçimde hanımefendiliği elden bıraktım, buyruklarımı en yüksek perdeden kızcağızın kulaklarına bir şamar gibi fırlattım. Bulunduğumuz mekân sarsıldı sözüme inanınız ki. Lalacık ne yapacağını bilemez bir halde kamaranın içinde seğirtip durdu. Sanıyorum ki bu kız göçmen, dilimizi pek iyi bilemiyor. Bana şarkılar söylemeye çalıştı, havaya hafifçe atıp tuttu, sırtımı tıpışladı, ama emrimi yerine getirmeye yönelik asıl eylemi bir türlü gerçekleştirmedi. Bu itaatsizliği beni epey sinirlendirdi, sesimin perdesini arttırdıkça arttırdım. Bakınız çok ciddi söylüyorum, yer titredi diyorum size, yer titredi! Zeminin bu sarsılışı değil ama yan odada bulunan Koruyucu Hanımefendi’nin bazı homurtusal şikâyetleri Lalacık’ı hemen etkiledi, üzerime şık bir şal atarak beni kamaramdan çıkarıverdi. Bundan ben de iyi bir ders çıkardım. Avam takımına sözünü dinletmek istiyorsan kesinlikle net olmamalısın. Şöyle ağzının içinde iki laf homurdanacaksın ki hem istediğini tam anlayamasınlar, hem ne yapacaklarına karar veremesinler. Böylece diken üstünde kalarak senin istemiş olabileceğin her türlü emri yerine getirmeye çalışırlar ki bir daha öyle homurtulu bir lafla rencide edilmesinler. Akıllıca bir taktik. Sanırım koruyucumdan öğrenmem gereken daha çok konu var. Neyse sevgilim, şimdilik şu dışarı bir çıkalım artık.
Çıkalım çıkmasına da kamaramın kapısıyla güverteye açılan lombarların arasındaki koridorun uzunluğunu biraz abartmamışlar mı tatlım? Lalacık’ın hızlı adımlarla yürümesine karşın ucu bucağı yokmuş gibi ötemizde uzanıp duruyor. Arada bizimkine benzeyen şık kamara kapılarını geçiyoruz, köşeleri sağlı sollu dönüyoruz, dalgaların sesi ve kalabalığın neşesi an geçtikçe çoğalıyor, hafif, hoş kokulu esintiler tülümü sarmalıyor; ama yani bu terbiyesiz koridorlar bir türlü bitmiyor da bitmiyor! Kaptanın kulağını azıcık çekeceğim ilk gördüğümde. Sesten, avamın kalabalığından uzak olmamız için bizi en özel dip kamaralardan birine yerleştirdiğinden eminim. Hatta çeşidi bol kahvaltılardan ve leziz akşam yemeklerinden sonra biz kibar bayanların alabileceği birkaç gramı verebilmemiz için böyle bir parkuru düşünmüş bile olabilir. Yine de önce bana danışmasını tercih ederdim, beşeri nezaket sonuçta bunu gerektirir, haksız mıyım sevgilim?
Haklısınız, haklısınız, hak hukukla ilgili konuları sonraya bırakalım, daha önemli hususların üstünde duralım. Ne kadar uzun sürse de sonunda koridorları aşabildik. Karşılaştığımız kapı beklediğim debdebede değildi ne yazık ki, bulunduğum mekâna denk olmayan, şıklığına yaraşmayan alelade bir kapıcıktı. Pek umursamadım çünkü dışarıdaki heyecan tavan yapmıştı. Lalacık’ın saçlarını çekiştirerek daha hızlı olması gerektiğini belirttim. Bu kez direktiflerimi anladı, beni güverte açıklığındaki kalabalığın göbeğine götürdü.
Eyyyy cihanın bin bir medeniyetinden teşrif etmiş olan hürmet bilir halkım! Yüzümün nurunu, sedamın tonunu, tenimin kokusunu bir anlığına da olsa alabilmek için onca zorluğu ve yolu almış olan siz pek ama pek sevgili dostlarım! Canlarım, utandırıyorsunuz beni bu coşkunuzla. Bu hayranlığınıza layık olabilmek için canımı dişime takacağım, hiç durmadan çalışacağım da çalışacağım, benim birbirinden değerli vatandaşlarım. Sizleri ihya etmek adına ne gerekiyorsa yapacağım. Bakınız, görünüz, en kısa zamanda ekonomik ve sosyal konulardaki programlarımla devrim niteliğinde kararlar alacağım, bütün gemi ahalimiz muasır medeniyetlerin en tepesine varana kadar bir an ama bir an durmayacağım. Ah benim gözümün nuru, canımın ruhu, biricik insanlarım! Ah çok müteşekkirim hepinize. Sizlerin bu coşkusunu, bana olan mutlak inancınızı gördüm ya, yedi düvel bir araya gelse birliğimize dokunamaz artık kimse. Emin olunuz, müsterih kalınız, bir tekinizi bile hiçbir zaman darda bırakmayacağım. Her an sizin için çalışıp mutluluğunuz, kutluluğumuz uğruna yaşayacağım. Ben sadece sizler, sadece sizler için varım, pek muhterem sevgili kullarım!
Ortamı görecektiniz, ah bir görecektiniz benim güzel sevgilim. Herkes nasıl şen, nasıl coşkun, toy bayram. Direklerden sirenlere flamalar asılmış, zemine çiçekler saçılmış. Fonda neşe taşan enstrümantal şarkılar. Tüm tebaam bir olmuş el sallıyorlar bana. Güvertedeki küpeştelere dayanmış olanlar da limanı doldurmuş olan milyonlar da. Uzağı pek göremiyorum, biliyorsun, geçici olarak miyobum, ama yüzde bir milyar eminim ki nicesi pencerelerinden, ağaçların, çatıların tepelerinden selamlamakta beni. Diyeceksiniz ki çok gururlu ve kıvançlı olmalısın. Haklısınız, bu doğru. Ama öte taraftan hafif bir ürküntü, endişe kaplıyor içimi. Böylesine büyük bir kalabalığın beklentilerine yeterli olabilecek miyim diye. Kendime güvenim ve inancım aslında tam, endişelerim bu yüzden değil. Sorun ettiğim konu yardımcılarım olarak kimleri atayacağım, nasıl bir kadro kuracağım. Bu devirde kime güvenebileceğini bilmek çok zor sizin de tahmin edebileceğiniz üzere. Kimseye arkanı dönmeye gelmez, bıçağın sivri ucunun göğsünden pıtrak gibi çıkıverdiğini görürsün en son. Katilinin yüzüne bakmaya bile vaktin yetmez. Sakınımlı olmalı, adımlarını ince planların ardından yavaş yavaş atmalı. Bu nedenle atayacağım başdanışmanlarım gündemin birinci maddesini meşgul ediyor.
Evet, şu anki adaylara gelirsek. Beni ağzı açık bir halde taşıyan bu akıl fukarası kızcağızın bana yardımcı olamayacağı konusunda hemfikiriz herhalde. Hâlâ odada pinekleyen eğreti Koruyucu Hanımefendi’nin bu hastamsı ve hımbıl yapısıyla bir göreve getirilemeyeceği de oldukça açık. Gemideki en yetkin kişi olan kaptan desen, odamızın yeri ve koridorların düzeni yüzünden benden büyükçe bir eksi almış bir kişi. E şu an için aklıma gelen başka kimse yok. Bir siz varsınız sevgilim, sonuna kadar güvenebileceğim, ama siz de odamdaki yazı masasında bulduğum, ay ışığında üzerinizi bütün sırlarımla doldurduğum, deri kaplı defterin naif sayfalarından ibaretsiniz. Olsun, emin olunuz ki bundan sonraki tüm yaşantımı sizinle geçireceğim, benim tatlılar tatlısı, güzeller güzeli, minik bebeğim.