David Helfgott… Müziğe olan tutkusu, elbet ki çok başka gerekçeler de vardır, akıl sağlığını yitirmesine neden olmuş bir piyanist. Rachmaninoff’un 3. Konçertosu’nu seslendirebilmek için verdiği mücadele “akıl yitimi”ne ve 12 yıl süren uzun bir psikolojik tedavi görmesine neden olmuş sıra dışı bir icracı. Delilik ile dahilik arasında salınan ömrü, mutlak anlamıyla trajik öğelere sahip. Ancak o, bu öğeleri var olmasının araçlarına dönüştürmüş ve lanet 3.koncertoyu seslendirmeyi de başarmış. Hayatı, Oscar ödüllü Shine adlı filme konu edilmiş ve bilinirliği, dramatik yaşamı bu filmden sonra çok daha fazla insana ulaşmış bir virtüöz. Mücadelesi önünde saygıyla eğilmekten, dakikada basılan nota adeti açısından piyano literatüründe belki de ilk sırada yer alan bu ünik konçertoyu seslendirme tutkusunu ve var olma çabasını takdir etmekten başka bir seçenek yok öteki insanlar için. Ne denilebilir ki, iyi ki varsın David Helfgott…
Kapitalizmin acımasızlığı belki de en çok pazarlama alanında görülmekte, kendini açığa çıkarmakta. Herhangi bir şeyi pazarlayabilmek, sistemin bekası için olmazsa olmaz (sine qua non) bir koşul. Pazarlamanın satışa yönelik mutlak vurgusu, reklam sektörünün bu bağlamdaki “yaratıcı” emeğiyle çok ilişkili. Açlık çeken bir Afrika ülkesinde gazlı içecek satmanın yolları ve pazarlama teknikleri, o ülke için üretilen reklam spotlarıyla ve belki de subliminal mesajlarla realize edildiğinde, kimse bu durumdan en küçük bir utanç duymamakta; aksine o gazlı içecek firmalarının CEO’larına ticari başarı plaketleri ve ödül olarak da yüksek primler verilebilmekte. İnsanlar açlıktan ölürken, evet yanlış okumadınız, insanlar açlıktan ölürken gazlı içecek satılması ve bu satışı arttırma yollarının aranması, insanlık denen büyük idealin irin dolu bir çukur olmasının en net göstergesi değil mi? Yaşam hakkı, evrensel insan hakları bildirgesi, vicdan, merhamet ve biyolojik bir canlı olan Homosapiens’i “insan” yapan her öğe, bu somut durum karşısında irini oluşturan küresel tılsım ile hiç’e gömülmez mi?
İlerleyelim.
David Helfgott, bir kez daha ülkemizde. Ankara’da bir konser verecek. Ankara “Ticaret Odası”nın büyük salonunda, Ankaralı sanatseverler 250-50 TL.- aralığındaki bilet ücretlerini ödeyerek sanatçıyla buluşacak ve Rachmaninoff’un meşhur 3.Konçertosu’nu konserin ikinci bölümünde dinleyebilecekler. Ya da temaşa edecekler…
Peki, sorun ne?
Çok açık: Hakikati perdeleyen, insanın emeğini ve var olmak için ödenmiş kefareti hiçe sayan, sadece satışı ve pazarlamayı odak alıp para kazanmayı, çok daha fazla para kazanmayı murat eden, hatta bu sıra dışı piyanisti ve hayatını metalaştırıp satışa arz eden kapitalist refleks ve pazarlamanın acımasızlığı…
Kapitalizmin sadece meta değil arzuları ve arzu nesnelerini yaratıp tüketime sunduğunu uzun zamandır biliyoruz. Ama David Helfgott konserinin duyurumu ve kamuoyuna sunumu, bu refleksin şahikası ve pazarlama arzusunun ulaştığı son nokta sayılabilir. Hangi “yaratıcı deha” hazırlamış bilmiyorum ama sanal ortamdaki reklam bandında, sanatçının mimiklerini odak alıp göze getiren animasyonvari bir sunum var. Ve son derece “neşeli” bir pazarlama arzusuna ve yöntemine şahit oluyoruz. Böylesine büyük bir var-kalma mücadelesi vermiş insanın mimikleri üzerine kurulu ve “neşeyi” müjdeleyen imajların ardışık, simetrik kullanımlarıyla yaratılan “şenlikli” bir karnaval havası hakim tanıtımda. Sanki insanı delirtebilecek bir konçertoyu dinlemeye değil, hep birlikte eğlenip, gülmekten kırılacağımız bir stand-up gösterisine davet ediliyor duygusu yaratıyor bu sunum. Ve sanal ortamda daha da içinden çıkılmaz bir cıvıklığa dönüşüyor. Bu reklamı gördüğüm gazetenin internet sitesinde, kederle reklama bakarken, sanırım reklam süresi dolduğundan ve diğer reklamın yayına girmesi gerektiğinden, bir anda David Helfgott’un mimikleriyle dolu görüntü gitti ve yerine bilmem ne marketindeki tuvalet kâğıtları ve peçetelerdeki indirimi bildiren reklam spotu yanıp sönmeye başladı. Piyano çalmak için dünyaya geldiğine inanan ve piyano çalmayı kendi cenneti olarak yorumlayan bu piyanistin, böylesi bir pazarlama düzeneği içerisinde metalaştırılarak “satılması” zamanın ruhunun en yetkin göstergesi belki de. David Helfgott’un gülen yüzü ile market reklamının geçişi arasında kurulan zorunlu ilişki ve çağrışımlar, kapitalizmin İnsan’ı düşürdüğü berbat durumun, içinizi acıtan bir hakikate dönüşmesine neden oluyor. Aynı anda mideme kramp girdiğini ve kusma ihtiyacı duyduğumu da itiraf etmeliyim.
Sevgili dostumuz Spinoza’nın var-kalma çabası(conatus) kavramının belki de en dramatik uygulayıcısı olan böyle bir virtüözü bu şekilde sunmak, doğrusu pazarlamak, yine filozofun kavramlarıyla hangi insan modusu’nun mahareti, bilmiyorum. Ya da “İnsanlar eylemlerinin farkında ama bu eylemlerin nedenlerinin farkında değildir.” Spinozacı ifadenin, bu konsere dair reklamın sunumuyla ilişkisi nasıl kurulabilir? Bu düşünceler tam da Çetin Balanuye’nin “Spinoza’nın Sevinci Nereden Geliyor?” adlı etkileyici kitabını okuyup bitirdikten, conatus içerisinde etkin ve edilgin duygulanışlar üzerine düşünüp, varlığın kendi doğasından kaynaklanan etkin duygulanışların varoluşa ilişkinliğini irdelerken, bu reklam spotuna yakalanmam nedeniyle ortaya çıktı.
Ve kalakaldım.
Yapacak bir şey yoktu.
David Helfgott’un gülen yüzü, beni acımasızca kederlendiriyordu. Var-kalma (conatus) çabam, neşeyi de ortadan kaldırmıştı. Etkin duygulanışım beni kendi doğamdaki kadim kederlere yönlendiriyordu. Acaba, Sevgili Çetin Balanuye, bu durum hakkında Spinozacı bir yorum yapar mı? Ve sevinç duygusuna yeniden nasıl ulaşabileceğimizi gösterebilir mi? Belli olmaz, belki de bir metin yazar ve paylaşır bizimle. Ama o ana kadar kara bir kederin içerisinde kalacak, bu reklam spotunu gördükçe kusma duygusundan nasıl kurtulacağımı ise bilemeyeceğim.
Unutmadan. Ben, bu tanıtım ve duyurum mantığı nedeniyle o konsere gitmeyeceğim.
Belki Ankaralı dostlarımız da gitmez ve bilet ücretlerini, meta üretmeyen ve satmayan, sadece İnsan’ı odak alan, “akıl” hastalarına ve diğer hasta, mağlup, düşkün insanlara “sahiden” yardım edecek kurumlara, kuruluşlara bağışlarlar.
Ben, öyle yapacağım.
Ya siz…