Pencere camının üzerinde öylece duruyordu. Hareketsizdi. Ara sıra kanatlarını kıpırdatıyor, ön ayaklarıyla burnunu sıvazlıyordu. Bir burnu var mıydı, emin değilim. Ama ön ayaklarını sürttüğü ve temizlendiğini varsaydığım bölgeye burun demekten çekinmiyordum.
Aniden hareketlendi. Kanatlarının hızı, camın yüzeyinde bir esinti yarattı. Konumu sürekli farklılaşıyordu. Uçuşunun rotası değişkendi. Aslında çok eksenli devinimini yönlendiren bir bilince sahip olup olmadığı sorgulanabilirdi. Salt hızına, kanat devinimlerine ve konum değişkenliğine bakıldığında rastlantısallığın geçerli olduğu da düşünülebilirdi. Bir tür öz bilinç ya da denetim ve yönlendirme niteliğinden söz etmek olanaklı mıydı? Sonuçta bir sinekti. Hem de kara bir sinek… Kibirli insanın bakışları altında ve her an yok edilme endişesiyle çırpınan bir tür böcek, uçucu bir canlı. Sineklerin rahatsız edici ve bazen tiksindirici niteliklerinden başka ne özellikleri olabilir ki? Birde kondukları cam yüzeylerini kirletmeleri dışında…
Sinek, vızıldayarak uçuyor, camın üzerinde durmaksızın konum değiştiriyordu. Bir tür amaçsız amaçlılık içerisinde olduğu söylenebilirdi. Çok eksenli salınımlarının varoluşuyla nasıl ilişkilendiği muğlaktı. Kanatlarının yüksek hızlı devinimi, teoriye göre çok uzak bir yerlerde şiddetli fırtınalar oluşturabilirdi. Kaosun kozmosa evrilmesinden bu yana, oluş halindeki kozmik sürecin varlığı ve var olanı kuşattığı biliniyordu. Ancak bilgi, görülen ile görülmeyen arasında ben üzerinden gerçekleşen algısal ilişkideki belirsizlikleri, algının görünmeyenden kaynaklı kökensel ve mutlak eksikliğini henüz aşamamıştı. Belki de gördüğümüz devinim, görülemeyenin sırrına içkin bir muammaydı sadece. Elbet ki sineğin, bu sırra içkin muammadan haberi yoktu. Birazdan başına gelecekleri de tahmin edemezdi.
…
Çocuk yerinden kalktı.
Pencereye yöneldi. Az önce burnuna konan sineği takip ediyordu. Sineğin vızıltısı işini kolaylaştırmıştı. İşte orada, pencere camının yüzeyinde dönenip duruyordu. Yavaşça yaklaştı. Bir planı vardı. Önce sineği yakalayacak ve sonra kanatlarını koparacaktı.
Evet, kanatlarını…
Artık kanatları yoktu. Pencerenin pervazına düşmüştü. Sadece ileri geri gidebiliyordu. Pencere camına da tırmanamıyordu. Hareketleri yavaşlamıştı. Öylece duruyor, ara sıra burnunu sıvazlamaya devam ediyordu. Kanatları olmadığına göre, çok uzak bir yerlerde fırtınalar yaratması da artık mümkün değildi. Oluş halindeki kozmik süreç sanki kesintiye uğramıştı. Bir çift kanatın koparılması, kozmosun kaosa evrilmesine neden olabilir miydi? Yeniden o karanlık ve kaotik zamanlara mı dönülecekti? Pervazda dönenen bir sineğin bu soruların yanıtını vermesi beklenemezdi. Kuantum teorisi ya da parçacık fiziği bir yanıt oluşturur muydu, kimse emin olamazdı. Ancak kesin olan pervazın üzerinde öylece duran, nereye gideceğini bilmediğini varsaydığımız ve kanatları acımasızca koparılmış sineğin çaresizliğiydi. Asıl soru ve sorun şuydu:
Şimdi ne olacaktı?