1.
doğum günümü kimse, hatta osman nuri bey bile bilmez. girmedim sosyal ortama; benim eşşekliğim belki, doğduğum günü sır gibi saklıyorum kendime. sadece ben ve annem biliyoruz o tarihi; babam bile bilmiyor.
avm’ler, sigorta şirketleri, bankalar ezbere biliyor oysa doğum günümü… doğacağım günün arefesinde, doğduğum sabahın köründe, bir gün öncesinde bile kutlamak için birbirleriyle yarışıp, telefonumu mesaj yağmuruna tutuyor hepsi de.
serdar aydın’ın yıllar önce yazdığı “bankamı seviyorum!” yazısı geliyor aklıma; ne kadar yalnızsa o yazıyı yazdığı anlarda, o kadar yalnızım ben de; aynı duyguları yaşıyorum onunla…
bankaları, avm’leri, doğum günümü ben haber vermeden kim kutluyorsa seviyorum hepsini de!
çocukken, kanayan parmaklarımızın yarasını birbirine dokundurduğumuz arkadaşlarımızla kankardeş olduğumuza, hayat boyu birbirimizi yalnız bırakmayacağımıza, doğum günlerimizde birbirimizin yanında olacağımıza inanır, birkaç güne kalmaz unuturduk sonra da kankardeşliğimizi; küserdik bir top kavgasında.
arkadaşlık, içi boşaltılmış ve artık, eklenen, çıkarılan ya da engellenen olarak anılıyor; yazık. bankalar bize hiç küsmüyor; ertelenen kredi kartı ve tüketici kredisi taksitlerine inat bizi engellemeden sevmeye, doğum günümüzü kutlamaya devam ediyorlar.
2.
facebook, çağın en popüler, ‘en çok satan’ edebiyat dergisi. şiir yayımlamak hiç bu kadar kolay olmamış, bu kadar çok kişiye ulaşmamıştı yayımlananlar!
kimbilir, belki de ‘feysbukçular’ şiir hareketi kapımızdadır; isim babası bile olurum.
3.
bir söyleşi proğramı için altay öktem gelmişti ankara’ya; şiir, roman ve sokaklar hakkında konuştu. yazma serüvenini anlattı. uzun zaman olmuştu görüşmeyeli, kısa da olsa hasret giderdik altay’la.
‘o adam babamdı’ romanı yeni çıkmıştı esenkitap’tan. şiire bir süre ara vermiş gibi görünüyordu o zamanlar. ara vermiş gibi, diyorum, çünkü şiiri bu kadar yoğun yaşayan bir şair istese de uzaklaşamaz diye düşünürüm şiirden. gönlünün bir kenarında o eksiklik hep durur; değişip, evrilmeyi bekler sadece.
öyle de oldu; aradan, şiir adına çok da zaman geçmeden, ‘fazla elli’ geliverdi.
altay’la 90 yıllların ortalarında tanışmıştım. tanıştım derken, şiiriyle. gerçek anlamda tanışmamız birkaç yıl daha sonrasında olmuştur. onun şiir serüveni, şiire bakışı, muhalifliği, hatta ve hatta hayata bakışı şu dizeleriyle özdeş gelmiştir hep bana;
‘kaleler yıkıldı sayılır / vezirlerin boynu / çoktan vuruldu oyun ortada / ama filler hep çapraz gider diyorsan / elveda…’
o yıllarda arkadaşlarımla birlikte izlek dergisini çıkarıyorduk ankara’da; altay da maraş’ta doktor. şiiri konuştuğumuz ne çok mektup yazmıştık birbirimize. teknoloji şimdiki kadar ilerlemiş değildi ve cüzdanlarımızda metro kartları, akbiller yerine, posta pulları taşıyorduk o zamanlar!
4.
selanik sokağı’nda bir iş hanındaki tek odalı dergi ofisimizde saatlerce şiir tartışıyor, çoğu zaman da sokağa taşıyorduk aynı ruh halimizle; facebook yoktu o zamanlar ve zuckerberg daha çocuktu. 486 bilgisayarların sonu, pentium-1 serisinin başlarındaydık. aydınger’e ters çıktı alıyor, fotoğrafın arabına santimetrekare hesabına göre ücret ödüyorduk.
aklımıza takılan her görseli fotoğraflayabiliyorduk o zamanlar; paranın kıymeti olan yıllardı.
5.
teknoloji ve kolay bilgi, şiirde de bir kafa karışıklığı, algı bozukluğu yarattı zamanla. birbirine benzer metinlerden ve benzer isimlerden farklı olanı bulmak, aramak, ciddi bir emek gerektiriyor bu gürültü içinde. emek hırsızlığı kolaylaştı. kimse de rahatsız değil ki bu durumdan, yazmıyor kimse.
muhalif, şiirine, eleştirilerine ve yayıncılığına güvendiğim pek çok isim, hiçbir seçicilikleri kalmadığı gibi, diğerleriyle aynı dere içinde yokuş aşağı akıp gitmeye, denize karışarak yok olmaya devam ediyor.
bireysel tavırlardan çok grup halinde ve ortak noktada buluşulan temelsiz çok çıkışlar, ‘kötü’ olmamak için ‘sessiz kalmalar’ var son dönemde. kimse kimseye elleşmiyor; büyüyen edebiyat pastasında herkese yer var çünkü.
sorun, ısrarla beynimi kemiriyor yine de; kimler şiirin yanında ve kimler gerçekten samimi?
oysa bana göre, edebiyatçı kimliğinle sosyalleşmek, tanınmak, arkadaşlarını çoğaltmak istersen, şiirin de, söylemlerin de yerinde sayar; ‘benzer’ olursun…
gerçekten de, kimler şiirin yanındadır? muhatapları için zor bir sorudur ama; kimlerdir bunlar? artık seslerini çıkarmalarının zamanı gelmemiş midir? yoksa şair tüccarlar, arkadaş ve uzaktan şairler, teknolojik şairler midir şiirin yanında olanlar? zaman aşımından şiirleri düşer mi hepsinin de?
söz uçup yazı mı kalır yine; server göçer mi?
6.
eskilerden, o yıllardan bir şiir; izlek dergisinden… isminin açıklanmasını istemeyen bir şairin şiiri. üzerinde düşüneceğiniz umuduyla, iyi kalın…
yıldızı parlak bir şimdiki saman şairinin itirafları
benim yazdıklarım, yani hüzünkadındüşyenilgikuş, yani
çocuksevikangeçmişölüm, beyliktir enine boyuna. sizin
anlayacağınız, sömürülmüş imgedir bunlar; yağmalanmış söz
içi boş gecede barlar dolusu kadın, şiirimin pruvasını en bayat renklerle
boyayan bir demet ibne, masadan masaya gönderilen kanlı
meri ve dergiler; dergilerin kapaklarında, başka, yıldızı
parlak saman şairler. veba’lı boynuna; edebi bir cehennemin
çürük yumurta kokusunda seri üretim.
iğdiş edilmiş sanatın antoloji endekslerinde, okuyun
kuşkusuz belirtilmiştir ederim.
izlek, nisan 1994