2. BÖLÜM:
VARLIK DERGİSİ VE GARİPÇİLER
Varlık dergisi, 1936 yıllını takiben, Garipçiler’in şiirlerini yayımlamasıyla Türkiye edebiyat camiası böylelikle bu üç genci tanıyacaktır. Yaşar Nabi Nayır, Garipçiler’e derginin yolunu açtığı için oldukça tepki de alır. “Nayır, bu şiirlerin üstüne kısa bir açıklama koyarak şiirleri ayrı sayılarda basılan üç şairin ortak bir anlayışla hareket ettiklerini vurgulamış olur.” Eleştirilen bu tutum karşısında alay edilenler Garipçiler’dir. Şöyle diyeceklerdir:
Önce benim “Ukte” adlı şiirim basıldı. Ertesi sayı, bir önsözle, Orhan’ın dört şiiri çıktı. Yaşar Nabi “edebiyatımıza yeni bir hava getiren üç şair’den bahsediyordu. O günler bu yüzden, “Ne getirdiler? Hava.” gibi nükteler savruldu.”[1]
Vezinsiz, kafiyesiz, imgesiz olan bu şiirleri Varlık yayımlar. Geleneğin kalıplarına sıkışıp kalan şiire yeni bir renk, yeni bir soluk getirir Garipçiler. Topluma vermek istedikleri mesaj: Şiirin değişken olduğu gibi, birçok düşünceye ve algıya hitap eden yeni kuşaklara yalın aktarımdır, anlayışı başat poetikalarıdır. Seçici bir şiir okuruna değil, gelişmemiş toplum bütününe de hitap etmesini isterler şiirlerinin. Bu yeni hareketin, bireyselci olmadıkları gibi, üç şairin dayanışma içinde birlikte ürettiklerini yaymak ve duyurmaktır amaçları. Bu dayanışma, günlük hayatları içinde de devam eder. İlginç olan bir şey daha vardır bu birliktelikte: Oktay Rifat ve Orhan Veli’nin Varlık’ta yayımladıkları: (…) “Sürrealist Oyunlardan” başlıklı metin ilginçtir. Bu diyalog şiirde iki şair, değişik edebî ve sosyal konulardaki düşüncelerini ortaya koyar. Dolayısıyla bu metin, kendilerinin ve Garip hareketinin ilk poetika taslağı niteliğindedir. Şiirde yer alan soru – cevaplar, onların edebî değerler yanında kimi sosyal konulardaki görüş ve tercihlerini de belirginleştirme tutumlarını açıkça yansıtıyor.”[2]
Orhan Veli, Melih Cevdet ve Oktay Rifat’la “Şiir Ölüyor mu?” diye Ulus gazetesinde yapılan bir ankette, “Şiirimizde en yeni cereyan olan sürrealizmin müdafaasını üzerlerine almış üç genç şairimizdir” diye tanıtılırlar. Melih Cevdet bu ankette diğer Garipçiler adına da verdiği yanıtlarda söyle der:
Yaşar Nabi bizden bir bildiri istemişti. Bizim şiirimiz kışkırtıcı sayılıyordu… İki soru sorulmuştu: Şiir anlayışınız nedir ve politik anlayışınız nedir? Birinci soruyu Orhan, ikinciyi ben yanıtladım. Ben, bu bizim çıkışımızı sosyalizme bağlamak istiyordum.”[3]
Yaşar Nabi Nayır, anket olayını düzenleyen kişi olarak şiirin yönünü ve nereye gittiğini araştıran bir nabız yoklaması yaptığını da düşünmek gerek. Bugün olduğu gibi, yeni bir akımın o gün yaşadığı ‘kaos’, sadece, Türkiye’de değil, dünya şiirinde de yaşanan ideolojik saplantıları işaret etmesi bakımından önemlidir. Garipçiler’de herkes aynı görüşe sahipse ve aynı üslupla şiir yazıyorsa o zaman ‘anonim’ bir şiir mi yazılıyordu, diye düşünmek gerek! “Şiir bir nevi sükûnetin çocuğudur” diyen Tanpınar’ın sözü üzerine, ‘şiir, şiiri söker’ anlayışı belki tartışmaları durultan neden olabilirdi. Ve nihayetinde uzun süre Varlık’ta şiir yayımlamayan Garipçiler’in görüş ayrılıklarına düştüğü Varlık’la bağlarını kopardıkları görülür.
Şiirin niceliği ve niteliği açısından dili önceleyen gücüdür kuşaklara aktaran. Şiir, tüm varlığıyla temelindeki gerçekliği yaratan ‘İkinci Yenicilerle, Garipçiler’ arasındaki imge savaşına dayanan sorunları da beraberinde getirmiştir.
Cumhuriyet, Ankara’yı başkent yapmıştır; ama, ekonominin ve kültürün başkent hâlâ İstanbul’dur. Bu bakımdan Devlet, İstanbul’a sempatiyle bakmamakta, Ankara’yı da öne çıkarmaya çalışmaktadır. Bu da devlet kurumlarını Ankara’ya taşımanın yanında, kültürel kurumları yeni merkeze taşımakla sağlanmaya çalışılır. Devlet Tiyatrosu, Devlet Senfoni Orkestrası, bale, konservatuar ve üniversiteler gibi.
İKİNCİ YENİ’NİN ANKARA’DA DOĞUM SÜRECİ
Türk şiirinde en önemli değişimi yaratan İkinci Yeni, Ankara’da, Siyasal Bilgiler’de parasız yatılı okuyan, Cemal Süreya, Ece Ayhan ve Sezai Karakoç tarafından başlatılır.
Garipçiler’in şiir örgüsü, zaman içinde etkisini yitirmesiyle İkinci Yeni’ye evrilecektir Türk şiiri. Eskinin yerine yeninin gelmesi bir süre şiirde bilinç sapmalarına da yol açıyor. İkinci Yeni’nin savunucusu olan Muzaffer Erdost’un bile, “Bilinçsiz bir gelişme” dediği İkinci Yeni bir açmaza doğru gidiliyordu!
İkinci Yeni’ye ilk itirazlar, ismine yönelmiştir. Bu adı, Muzaffer Erdost Pazar Posta’ında yayımlanan bir yazısında koymuştu. Çok da düşünülen, aranan bir isim değildi.
İkinci itiraz, bu hareketin rastlantısal ve bilinçsiz bir çıkış olmasınadır. Turgut Uyar buna cevap olarak Fazıl Hüsnü ya da Asaf Halet gibi şairlerin bir bildiri ile ortaya çıkmadıklarına işaret eder. Ayrıca gerekçesiz ortaya çıkan bu şiir üzerine bu kadar konuşulduğuna göre kimliği iyice belirlemiş bir şiir olarak tanımlar İkinci Yeni’yi.[4]
Keza, Batı kültüründen de beslenen Türk şiiri, özgün bir biçime ve üsluba varabilecek miydi bu durum karşısında?! Bu sorular yeni bir akıma evrilen Türk şiiri hakkında, birçok soruları da beraberinde getirir. Rastlantısal savrulmalarla oyalanacak zamanı yoktu şiirin. Geleneği reddetmek, dünya şiirini görmezden gelmek, şiirin mihenk taşlarından birinin eksik olmasına neden olarak ve o kültürün sonraki kuşaklara köksüz aktarımı olmaz mıydı!? Daha önce Garipçiler de “İkinci Yeni”ye yönlendirilen oklarla vurulmuştu. Ne var ki üç şairle yola çıkan Garip akımı, daha sonra, birçok şairin katılımıyla şiir yolunda devam etmişlerdi. Yeni şiir akımı olan “İkinci Yeni” için aynı durum, Ece Ayhan, Cemal Süreya, İlhan Berk, Turgut Uyar ve Oktay Rifat için gündemdedir. Sonra, bu yeni akımın rüzgârına birçok şair daha katılır.
“İkinci Yeni”ye eleştiriler acımasızca yapılıyordu. Anlamsızlığı benimsediklerini, biçimsizliği savunduklarını iddia ediyorlar, sözcük oyunlarıyla bir yere varamayacakları gözüyle bakıyorlardı bu akıma. Dil’in deformasyona uğrayarak, keza, insan ilişkilerini zorlayacağı düşüncesiyle bu şiirin içeriğini mantıksız kabul ediyorlardı. İkinci Yeni’ye (…) “bunalım şiiri” demek yerinde olur. Daha doğrusu, bu bunalımın bilincine varamayan yahut varıp da ona karşı koyamayan yenik ve kaçak bir şiir… Edip Cansever’in deyişiyle “bozgunda bir çiçek”…[5] demişlerdi.
Asım Bezirci “İkinci Yeni”yi Batıyı taklit ediyorlar, diye ağır bir dille eleştirir:
Kimi gençler, daha doğrusu, (İ. Berk gibi) gençlik taslayan ağabeyler de Türk şiirinin örneklerine eski diye sırt çevirmişler, Batı şiirinin eskitip geride bıraktığı deneyleri yenilik diye önümüze sürüyorlar. Gerçi toptan ve açıkça hiçbir akıma dört elle sarılmıyorlar, ama her akımdan bir “yan” alarak onları zorla birbirine yapıştırmaya uğraşıyorlar.” (…) “Yaptıkları iş, değişik çığırların bazı verilerini ‘eklektik’ bir tutumla ve pamuk ipliğiyle birbirine bağlamaktan öteye gitmiyor.”[6]
Özgürlüğün kısıtlandığı, şairlerin kendi içine dönerek değersizleştirildiği, toplum, baskı altındayken yarını düşünemez olduğu bir dönemde, “İkinci Yeni” şairleri bu dönemin bireyci ve soyut şiirini yazmalarıyla usdışı eğilimler, yalnızlaşma doğaldır. Ve şairler toplumla olan bağlarını irdeleyerek ‘algı’yı merkeze alırlar. Kendilerini de bu olumsuzlukların sorumlusu olarak kabul ederler. İnsanın iç dünyasından bakarak, birey-toplum sentezinde şiire çözüm ararlar. Bu durum toplumun şiir algısını ve yeni akımın edebi duruşunu belirlediği gibi Türk şiirine ve sonraki kuşaklara aktaracakları dinamik katkılarıdır. Var olma çabası içinde olan kitlelere yoğunlaşarak dilsel özgünlüklerini de korumak ilkeleri arasında olur şairlerin.
İmge savaşları, “İkinci Yeni”nin oluşum sürecinde gelenekten kopan “Garip Akımı” ile yeni oluşan “İkinci Yeni” arasında yaşanır. (…) “Nihilist bir çıkış olan Birinci Yeni, insanlık tarihinin bütün şiirsel birimleri yanında imgeye de karşı çıkar. Şiiri ‘eda’ya ve espriye indirgeyen, lirizme şiddetle karşı çıkan bu anlayış, doğal olarak şiirin de dışına düşecektir. Birinci Yeni şairleri, kısa zamanda tıkanacak, yeni yollar arama zahmetine katılacaklardır. (…) “İkinci Yeni, Post-sembolistlerin imge anlayışını yeniden üreterek, Birinci Yeni’ye karşı çıkar. İkinci Yeni, imgenin iktidar oluşudur.”[7] Birinci Yeni’yi nihilist bir çıkış olarak adlandıramayız. Şiirin değişebilirliğini ve halkın konuşma dilini esas alan ilkeleri savunmuştur Garipçiler. Şiir’in yapısı gereği dayatılan düzenle çatışması, dolayısıyla iktidar tarafından ötelenmesine nedendir. ‘Öğretilmiş’e şiir boyun eğmeyeceği gibi özgün ve mistik anlamından bir şey kaybetmemek için şairine de direnir. “Düzen günlük olanla, şiir sonsuz olanla uğraşır” der Cemal Süreya
“İkinci Yeni” şairlerinin en ütopik algılanan şiirlerinde bile, gerçeğin ta kendisini hissettiren anlam vardı, bu da seçici bir okura hitap etmek istemelerinden kaynaklanıyordu. “Garipçiler” ise, gelişmemiş toplum bütününe hitap ediyorlardı. Bu durumda iki akım arasındaki imge savaşları, dilsel yoğunlaşma, keza, bireyselin şiire girmesi bu kaosu doğuran bir etken olarak görülebilir. O dönem, şair üzerindeki psikolojik baskının onları toplumdan uzaklaştırdığı anlamını çıkaramayız. Şair, şiirinde içinde bulunduğu durumun özeleştirisini yapmasıyla da sorumlu olandır. Şairin birey-toplum ilişkisinin, yeniden yapılanmasında ve onarılmasındaki çabaları büyük bir kitleye hitap etmesiyle gerçekleşir; dolayısıyla, dinamik bir şiirin kapılarını aralar. Hayatın diyalektiği, şairi, baskın bir bakış açısını hedeflemeyi, tutarlı ve kesin bir tutum almaya zorlar. Çok doğaldır ki ‘yeni’ olan var olan düzenle çatışmak zorundadır. Hiçbir yeni de yoktur ki eskiye ters düşmesin.
Oktay Rifat’a, şöyle bir soru yöneltilir: “Sizce ozanlık uğraşının amacı nedir? Kendi açınızdan bunun ne kadarını gerçekleştirdiğiniz kanısındasınız? Yanıt: Ozanlık bir tatlı belâdır ya da bir devlet kuşu, insanın başına gelir konar. Fizikteki bileşik kaplara benzetirim ozanlığı. Bu kaplardan birinin içindeki su yüksek kaldıkça, ondan öbürüne doğru sürekli bir akım olacaktır, ister istemez, durulana dek. Durulmak, bulmaktır. Bulduktan sonra da doyum şiirleri yazacaksınız. Demek, ozan şiirin yazılmayan noktasına varamayacaktır hiçbir zaman.”[8]
“İnsanın, dolayısıyla şiirin değiştiğine” inanan Turgut Uyar gibi, şiir; barış, halkın isteği ve o uğurda verilen savaş bugünkü şiirin de yolunu belirleyen edebi bir unsur olmuştur. Şair, kitlelere ulaşmakta o ruhun mimarıdır. Dünya şairlerinden Pablo Neruda, Aragon ve birçok şair, şiirin gücüne inanarak toplumsal mücadele vermişlerdi; dolayısıyla, “İkinci Yeni” şairleri modernizmin getirdiği bunalımla, edilgen yalnızlaşmaya doğru sürüklenip savrulduklarında Türk edebiyatı üzerinde Avrupa edebiyatının, keza, felsefenin çok fazla etkileri olmuştur. Denilebilir ki dış dünyada yaşanan kırılmalar, bir çeşit savunma refleksini şiirde bulmuştur. Şairler de sorunun merkezinde ‘birey’ci olmak durumunda kalmışlardır.
Cumhuriyet’in başkenti Ankara, savaş açtığı Osmanlı kültürünün başkenti İstanbul’la yarışını halâ sürdürmektedir. Merkez Bankası Ankara’da olsa da ekonominin başkenti, yazılı ve görsel medyanın başkenti halâ İstanbul’dur. Devletin bütün desteğine rağmen Ankara İstanbul’un yanında sönük kalmaktadır.
Gerek Garip Hareketini gerekse İkinci Yeni’yi yaratanların bürokrat oluşları bir tesadüf değildir. Garipçiler’i, Ankara’da tutan, onların Tercüme Bürosu’nda görevli olmalarıdır. İkinci Yenicilerin hepsinin uzun bir süre devletten maaş aldıkları bilinmektedir. Ne zaman devlet maaşından bağımsız olurlar, hemen İstanbul’a giderler. Ankara, İstanbul’u, devletin o büyük desteğine rağmen geçememiştir!
Patika Buluşmaları, Mehmet Akif Ersoy Edebiyat Müze Kütüphanesi “Şiir ve Ankara” konuşması. 5 Mart 2016
Patika, Temmuz – Ağustos – Eylül 2016, S: 94, s: 86 – 87 – 88 – 89 – 90
[1] Hakan Sazyek, Cumhuriyet Dönemi Türk ŞiirindeGarip Hareketi, s. 62-63, Akçağ Basım Yayın, 3.Baskı, Ankara 2006
[2] Hakan Sazyek, age s.66
[3]Ludingirra Dergisi, Kış 1997, Yıl-1, S. 4, s.69
[4] Prof. Dr. Ali İhsan Kolcu, Turgut Uyar’ın Poetikası, Salkımsöğüt Yayınevi, 1. Basım, Erzurum, 2010, s: 208.
[5] Asım Bezirci, İkinci Yeni Olayı, İnceleme, 3. Basım, Evrensel Basım Yayın, İstanbul 2013, s: 99
[6]Asım Bezirci, age, s. 97
[7] Sabit Kemal Bayıldıran, Şiirin Halleri, Eleştirel Denemeler, Nezih-Er Yayınları, Karşıyaka/ İzmir 2015, s: 22
[8] Alıntı: Yazko Edebiyat, S. 4, Şubat 1981, s. 137-138, Zeynep Karabey’in Oktay Rifat’la söyleşisinden