İnsan yaşayıp giderken, o yaşayıp gitme halinde bazı ayrıntılar oluşur ki, büyüteç tuttuğunuz da çok şey anlatır… Kişinin yaşamının ötesinde, başkalarına da çok şey söyleyen ayrıntılardır onlar… Bunlar, anıdan anekdota dönüşüp dilden dile dolaşır sonra… Bu dolaşma halinde ise, orasından burasından bir şeyler eksilir ya da fazlalaşır… Böyle durumlarda, en doğrusu, en sonunda, asıl kaynağa dönmektir…
Şimdi, böylesine, anekdota dönüşen bir öyküyü paylaşacağım sizlerle…
Romancı, öykücü Talip Apaydın ile şair Can Yücel, öğrencilik yıllarında tanışmışlardır. Birlikte Balgat sırtlarında askerlik kampı yapmışlardır. Yücel’in ölümünden sonra kaleme aldığı yazıda Apaydın (*) onunla ilgili güzel bir anı aktarır:
“Ünlü beyin cerrahı Gazi Yaşargil’in bir konuşmasından öğrendiğime göre, Atatürk Lisesi’nde Can’la sınıf arkadaşı imişler. Evleri de yakın olduğu için sık sık birlikte ders çalışırlarmış. Hasan Âli Yücel Milli Eğitim Bakanı. Bir gün geç zaman Meclis’ten mi, Bakanlıktan mı, kimbilir nerden eve dönmüş, bakmış Can’ın odasında ışık yanıyor. Konuşma sesleri geliyor, ‘Napuyor bunlar?’ diye soruyor. Gazi ile birlikte ders çalışıyorlar. Giriyor odaya: ‘Napuyorsunuz bakim?’
Can bir yandan, Gazi bir yandan başlıyorlar şikâyete: Dersler çok ağır, bize ne gereksiz şeyler öğretiyorlar. Nasıl öğrenilir bunlar, ne gerek var… Konuşuyorlar konuşuyorlar. Bitti mi diyor Hasan Âli Yücel. Bitti. Bana bakın ulan, diyor, sıkın kıçınızı. Çalışın. Bunları öğrenmeden sınıf geçmek yok. Kolay mı aydın olmak?
Vurup kapıyı çıkıyor.
Gazi Yaşargil diyor ki: ‘Sıktık. Ben beyin cerrahı oldum. İnsanların beynini ameliyat ediyorum. Can şair oldu, Türk dilini ameliyat ediyor.”
***
Can Baba’yı (Yücel) bu anekdotla sonsuzluğa uğurlayan Talip Apaydın, Can Baba’nın babası, “Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi” Hasan Âli Yücel’in adıyla birlikte anılan Köy Enstitüleri’nin bizlere sunduğu bir armağandır.
Dünya tarihinde “Bağımsızlık” denince usa geliveren Kurtuluş Savaşı’mızın ardından kurulan Cumhuriyet’in ilk yıllarında, 1926’da Polatlı’nın Ömerler Köyü’nde açtı dünyaya gözlerini. İlkokulu Beypazarı’nda okudu. Köy Enstitüleri olmasa, belki de ilkokul mezunu olarak kalacaktı. Onlarca kitabın kapağında adı bizlere gülümsemeyecekti. Ama Köy Enstitüleri vardı işte… O da Çifteler Köy Enstitüsü’nde öğrenci oldu. Bitirdi orayı. Yetinmedi bu eğitimle… Çünkü, Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü vardı bir de… Orayı da bitirmeliydi. Bitirdi. Yetmedi, Gazi Eğitim Enstitüsü’nün (Şimdiki Gazi Üniversitesi) Müzik Bölümü’nü bitirdi.
Bunca çabanın ödülü ne mi oldu?
Yedeksubay olarak askerliğini yapmasına bile katlanılamadı. Çavuşluğa çıkardılar. Sürgün alaylarına gönderdiler…
Turhal Ortaokulu ve Amasya İlköğretmen Okulu’nda öğretmenlik yaptıysa da, şimdi demokrasi kahramanı ilan edilen Adnan Menderes’in iktidarında, “bakanlık emri”ne alındı. İktidara göre, verdiği eğitim yanlıştı. Öğrencilerden uzak tutulmalıydı. Danıştay kararıyla dönebildi görevine.
Yalnızca öğretmenlik yapmadı. Şiirler, romanlar, öyküler, radyo oyunları, oyunlar, anılar yazdı. Çünkü o, Köy Enstitüsü mezunuydu. O “komünist yuvası” ilan edilen okullardan birinde okumuştu işte. Dahası, yükseğini bile okumuştu. Çalışkan olmak, enstitüde öğrendiği en önemli şeydi. Öğretmenlikle yetinemezdi. Romanlarından “Sarı Traktör”, “Yarbükü”, “Ortakçılar” ve “Tütün Yorgunu” edebiyatımızın önemli yapıtları arasına girdi.
Öykü kitaplarından birisi de, “Kökten Ankaralı” adını taşır. Bu kitaptaki öykülerde, 12 Eylül döneminin öncesi ve sonrası anlatılır. Bir de eski Ankara’dan izler taşıyan, öyküler yer alır.
***
Talip Ağabey, bunca kitabın kapağında adı varken, onları yazan o değilmiş gibi, evet evet, tezgâhtarlıktan emekli biri gibi, simit satarak yaşayan biri gibi dolaştı Ankara sokaklarında. “Ben, Talip Apaydın’ım” demedi.
Şimdi Karşıyaka’da… Oranın nüfusuna kayıtlı. En azından şunu biliyoruz, yalnız değil orada…
Biz burada, daha çok yalnızız, o yeni romanlar, öyküler, yazılar yazmadığı için…
Not: Bu yazı ilk olarak Başkent Gazetesi’nde 8 Ekim 2014 tarihinde yayımlanmıştır.
___________________
(*) “Unutulmazlar Arasına Katılan Şair…”, Cumhuriyet Gazetesi, 24 Ağustos 1999.