Michelangelo Merisi de Caravaggio(1571-1610)
Milano’da doğan Michelangelo Merisi de Caravaggio hem yaşamı hem de resim sanatına etkisi nedeniyle oldukça sıra dışı bir karakter ve sanatçıdır. Barok sanat akımının en önemli temsilcilerinden sayılır. Esasen duyguları resmetmeyi amaçlamış ve başarmış olan Caravaggio, bütün hayatı ve üretimi boyunca belki de ölümsüzlüğe ulaşmayı istemiştir. Hatta bu istem, çalkantılı hayatının en önemli ögesidir denilebilir.
Işık ve gölge kullanımındaki yetkinliği, resmin asli öğesi olan bu iki unsuru, sanatçının plastik veriminin oluşturucu nüvesi haline getirmiştir. Kurallara daima karşı çıkan, deyim yerindeyse başı beladan kurtulmayan, kavgalara karışan ve 1606 yılında, kariyerinin zirvesindeyken bir adamı öldüren ressam, kısa yaşamında huzuru bulamamıştır. Silahlı olarak uyuyan, en küçük bir eleştiri karşısında resmini yırtıp atan Caravaggio, bir tür göçebe hayatı yaşamak zorunda kalmış, arbede sırasında öldürdüğü adam nedeniyle önce Napoli’ye, sonra da Malta’ya gitmiş; ancak iki yılın sonunda, bir kavga nedeniyle Malta’dan da kovulmuştur. Hatta denilebilir ki Caravaggio, ancak karıştığı kavgalar ve arbedelerden vakit bulduğunda olağanüstü resimlerini yapmış; realistik çizgileri, ışık ve gölge kullanımıyla yetkinliği tartışılmaz bir teknik ve üslup yaratmıştır.
Malta’dan sonra Sicilya’ya yerleşen ressam, karanlıktan doğan ya da karanlığa gömülü, gölgeli ve kasvetli resimleriyle anti-heroic ve kendine özgü bir pathos yaratmıştır. Sıra dışı kişiliğinin bu sonuç üzerindeki etkisi, tablolarında ortaya koyduğu plastisite ve tercihlerinin katkısıyla mutlaklaşmıştır. Söz gelimi Bakire Meryem çizimlerinde zamanın en namlı fahişlerini ya da Meryem Ananın ölümünü resmettiği bir tablosunda gerçekten nehirde ölmüş bir kadının cesedini mezarından çıkartıp model olarak kullanması, kilisenin doğmalarıyla çatışmasına neden olurken, bu tercihleri koleksiyonerlerin tablolarına olan ilgisini olabildiğince artırmıştır.
Caravaggio’nun yaşamı kadar ölümü de bir sır perdesiyle örtülüdür. Sıtmadan, frengiden öldüğü ya da düşmanları tarafından öldürüldüğüne dair çeşitli iddialar mevcuttur. Kimi araştırmacılar ise ressamın kemiklerini buldukları iddiasından hareketle, karbon tarihleme ve DNA testleri sonucunda kurşun zehirlenmesinden ölmüş olabileceğini ileri sürmüşlerdir. O yıllarda kullanılan boyalardaki kurşun yoğunluğu, ressamın boyalarla olan yoğun ilişkisi ve atölyesindeki dağınık çalışma şekli birlikte düşünüldüğünde, zehirlenme iddiasının göz ardı edilmemesi gerektiği açıktır.
Sanatçıların hayatlarının ve verimlerini yönlendiren en önemli unsurlardan olan psişik yapılanmalarının, normalin ve genelin dışında olduğu savlanabilir. Ancak bu sıra dışılığın sanatsal yaratıya içkinleşen bir değer yaratması gerekir. Bu değer, somutlaşan sanat nesneleriyle olanaklıdır. Caravaggio’nun önemi de kriminal ve ayrıksı hayatından kaynaklanmaz. Aksine yaşadığı reel hayatın içerisinde yarattığı yapıtlarıdır onu insanlığın belleğine eklemleyen. Resim tarihinin içerisinde ve güncel zamanımızda bile bir tür “Caravaggio-mani” vakası söz konusudur. Sanatçıya ve eserlerine duyulan ilgi hiç azalmamış, aksine zaman içerisinde olabildiğince artmıştır. Bu durum, sanatçı üzerine yapılmış çalışmalarla doğru orantılıdır. Onu ve sanatını kritik eden sayısız çalışma mevcuttur. Ancak dilimizde böylesi bir çoğulluktan söz edilemez. Ülkemizdeki eleştiri yoksunluğu, düşünsel üretim potansiyellerimizle doğrudan ilişkilidir. Ve herkes tarafından bilinir ki, eleştiriye emek vermek, ülkemiz koşullarında yel değirmenleriyle savaşmaya benzer. O “hayalci” şövalyenin kederi, ülkemizdeki nadir eleştirmenlerin kederiyle koşuttur. Akıl sahibi olan ve eli kalem tutanların roman başta olmak üzere, best-seller yazarlık yolunda ilerlemeleri çağın ruhunu oldukça uygundur. Geriye kalanlar ise bir avuç hayalbazdan, “para etmeyen” fikirler üreten mağluplardan ya da adının önüne kariyerist sıfatlar eklemekten öte bir varlık bilinci olmayan akademia mensuplarından oluşacaktır. Ancak dünyada durum bu kadar umutsuz değildir ve bu yazının oluşmasının gerekçesi tam da böylesi bir kitabın Caravaggio’nun sanatını analiz etmesidir.
Yazarı Costantino D’orazio olan, Caravaggio’nun Sırrı: Sanatın Gücü” (*) adlı kitap 2015 yılında Dedalus yayınlarından çıkmıştır. Yazar hakkında herhangi bir biyografi bilgisi olmasa da olasılık bir akademisyen olan ve akademik üslubun tamamen dışında, son derece samimi ve etkileyici bir kitap yazan Costantino D’orazio, metnin ilk sayfasından itibaren farklı bir tarzı ve tavrı olduğunu duyumsatıyor okuruna. Yazarın iddiası, kitabın sonuna ulaşıldığında, Caravaggio’nun resimlerine daha farklı bakacağınızı, bu resimlerin daha tanıdık geleceğine yönelik. Ve bunu da başarıyor. Kitap, üslubuyla ve akıcı diliyle okuru kendi içine çekiyor. Neredeyse bir solukta okuyorsunuz. Aslında bir sitil kritik okuması sayılabilir. Ama kibri olmayan bir metin söz konusu olan. Sanki bir dostunuzla sohbet ediyorsunuz ve sohbetin konusu da o büyük ressam Michelangelo Merisi de Caravaggio… Yazarın duyumsattığı bu duygu durum hali, en başta amaçladığı yazma gerekçesini realize ediyor ve hakkında birçok kitap yazılmış ressamın tablolarıyla farklı bir temas kurmasını sağlıyor okurun. Tablolardaki detaylar, detayların vurgulanması ve bütüne olan katkıları açıklıkla algılanıyor. Kitap, bir tür vakanüvis belgeliği olarak da okunabilir. Ressamın başından gelip geçen türlü olayların, hallerin yaratıcı verime etkileri, plastik görünürlüğün göze getirdiği imlerle ilişkilenmesi metnin başat kurucu ilkesi sayılabilir.
Şimdi sözü, Costantino D’orazio ve Michelangelo Merisi de Caravaggio’ya bırakalım. Ve okuma zamanı başlasın.
Çünkü, İnsan okur…ve
Okumak, İnsan’ı özgürleştirir…
(*) Costantino D’orazio, Caravaggio’nun Sırrı: Sanatın Gücü, Dedalus Yayınları, 1.Basım, Nisan 2015, İstanbul