Nabız, canlılığın en önemli göstergelerindendir. Nabız atımı var ise hayattasınız demektir. Kalbin çalışmasının ve pompaladığı kanın atardamarlara uyguladığı basıncın somut olarak duyumsanabilen sonucu olan nabız, dinamik ve atım sayısı değişken bir olgudur. Anın özelliğine, bireyin kimyasal ve fiziksel niteliklerine bağlı olarak artan veya azalan bir atım sayısına ulaşılabilir. Eğer heyecanlıysanız, adrenalin seviyeniz artmışsa veya sevişiyorsanız sevdiğinizle, yükselir nabzınız. Dinlenme, miskinlik, tembellik hakkını kullanma veya uyku sırasında ise yavaşlar ve azalır atım sayısı. Tabi ki bu somut durumların dışında mecaz anlamları ve kullanımları da var nabız sözcüğünün. Örneğin “nabzı tutmak”, özellikle siyasilerin sıklıkla kullandığı bir tamlama. Ya da pragmatizmin, riyakarlığın ve çıkar elde etmeye yönelmiş bencilliğin ifadesi olan “nabza göre şerbet vermek” tamlaması, günlük hayatın içerisinde sıklıkla kullanılmakta. Yani, somut ya da soyut birçok çağrışıma sahip bir sözcük nabız. Ayrıca herhangi bir “şey”in nabzından söz ettiğimizde, bütün bu somut-soyut çağrışımların bir araya geldiği, ilişkilendiği bir göstergeden de söz etmiş oluruz. Bu halde yazı başlığımızı tekrarlayarak, bir kez daha sorabiliriz:
Cazın nabzı var mıdır?
Bu soru, olası yanıtlarının çağrışımlarıyla birlikte, kaotik bir durumu işaret eder. Çünkü caz, doğaçlama niteliğiyle yaratıcılığın sınırlarını, her an zorlayan müzikal bir dışavurumdur. Hiçbir caz partisyonu yoktur ki iki kez aynı şekilde icra edilsin. Aynı sanatçılar, gruplar bile “aynı” şarkıyı her defasında “farklı” icra ederler. Bu farkın teknik izahı, müziği bilenler için çok kolaydır. Ancak sadece dinleyici olanların bile nüansları duyumsamaları mümkündür. Zaten cazı çekici kılan başat olgu, bizce, bu yaratıcı potansiyel ve doğaçlamanın, sınırları yoklayan, hatta sürekli öteleyen niteliğidir. Dolayısıyla caz müziği ve icrası; zamansal, mekânsal, sessel ve müzikal bir performanstır denilebilir. Ve herkes, müzisyenler ve dinleyiciler, bu performansın içerisine dahil edilmiştir. Belki de caz, bu dahil olma halinin tam da kendisidir. Caz müziği, bireyselliğin ya da bireysel müzik/doğaçlama yeteneğinin önce öteki müzisyenler ve grupla ilişkilenmesine, sonra dinleyicilerinde bu ilişkisel bağlama eklemlenmesiyle kolektif bir müzikal duyuma ve doğaçlamaya ulaştırır “çemberin içindeki” herkesi. Eğer olası bir nabızdan söz edeceksek, andığımız sürecin her bir an’ının ve bu an’lardaki bireysel deneyimlerin nabız olarak adlandırılabileceğini savlayabiliriz. Dolayısıyla, böylesi bir nabzın, sürece dahil olan her bireyi, o kolektif aura’nın, sound’un içerisine çekeceği, sürükleyeceği, savuracağı söylenebilir. Kaotik bir haldir bu ve kolektif olanın içerisinde bireysel, bireysel olanın içerisinde kolektif unsurlar bir arada bulunabilmektedir. Son kertede, performans içerisindeki her an, bu varoluşsal ve müzikal vecd halinin, atım sayısı sürekli değişebilen nabzı sayılabilir. Şimdi sorun bu nabız hallerinin tespitinde, somutlaştırılmasında ve göze ya da kulağa getirilmesindedir. Çünkü mutlak haliyle bir imge söz konusudur ve bu çok bileşenli, varoluşa içkin imgenin cisimleşmesi, bir başka tansıktır. Daha da somutlaştırırsak an’ın tespiti ve göze getirilmesi, caz icrası ve müziğinin nabzını da cisimleştirecek, bir ifadeye dönüştürebilecektir.
İşte, tam da bunu realize ediyor Burcu Orhon, Cazın Nabzı(*) adlı kitabında. Rastlantıyla karşılaştığım, 06-29 Mayıs 2011 tarihlerinde gerçekleştirilen aynı adlı serginin kataloğu olan bu kitap, buraya kadar ifade ettiğimiz an’ların görsel temsili olan fotoğraflardan oluşuyor. Ancak “bildik” fotoğraflardan değil bunlar. Caz müziği ve tarihi içerisinde görsel temsilin ve fotoğrafların kıymeti çok büyüktür. Çoğunlukla siyah beyaz olan ve caz tarihine eşlik eden bu “klasik” fotoğrafların, caz dinleyen insanlarda kadim bir karşılığı vardır. Ancak Burcu Orhon’un fotoğrafları avangart ve deneysel nitelikte. Müphem bir görselliğin çekiciliğine sahip. Somut olarak hiçbir nesne ve özne yok. Işığın bile kararsızlık içerisinde olduğu söylenebilir. Uzamın ve zamanın büküldüğü, nesnelerin ve öznelerin bu bükülme hali içerisinde belirsizleştiği, olasılık fonda seslendirilen bir caz ezgisinin ve doğaçlama performansın, bir kara delik gibi her şeyi içine çektiği an’ların göze getirilişi söz konusu. Ya da cazın nabzının görünür kılınması…
Fotoğraflardaki en kararlı ve belirgin öğenin renkler olduğu söylenebilir. Ancak bu durum bile zamanın ve uzamın bükülmesine koşut olarak farklılaşıyor ve yeni bir renk algısı yaratıyor. Çünkü fotoğraflar, her şeyin vukuu bulduğu caz müziğine ve icranın, müzikal performansın neliğine içkinleşiyor. Sanatçı içerisinde bulunduğu uzamın, gerçekleştirilen icranın ve kullandığı kameranın hepsinin bütünleştiği an’ı sabitlerken, bir yandan da her şeyin ortaklaştığı ve performansın bir tür organizmaya dönüştüğü o mutant deneyimin nabzını yakalayıp göze getiriyor. Eş deyişle caz müziğinin, müzisyenlerin performanslarının uzamda ve zamanda yarattığı basıncın somut hale gelmesini sağlıyor. Dolayısıyla son derece şaşırtıcı ve kurgusal bir görsellik oluşuyor. Ancak bir noktaya dikkat çekilmeli: Özellikle deneysel çalışmalarda sonuç ürünlere dijital müdahaleler yapılabiliyor ve bu sonradan erimli müdahale an’ın özgünlüğünü ortadan kaldırıyor. Umarım, bu çalışmalarda böylesi müdahaleler yoktur. Çünkü Cazın Nabzı, ancak ve ancak, an ile ilişkilidir ve o an, somutlaştırılabilirse kıymetli ve anlamlı olacaktır. Eğer dijital teknolojiyle bir müdahale yapılmışsa, bu metnin ve düşüncelerimizin hiçbir anlamı olmayacağı açıktır.
Aslında fotoğrafların tamamında, kurgusallığın ve deneyselliğin, kökendeki caz olgusuyla kaçınılmaz olarak ilişkilenmesi söz konusu. Bu ilişkilenme olmasa, fotoğrafların özgül ağırlığı yitirilebilir. Bu durum, konseptin yaratılmış görselliğe ve tümel imgeye katkısını ortaya çıkarıyor. Eğer caz bilgisi ve verisi olmadan bu fotoğraflar algılayıcıya sunulsa, algının derinleşmesi ve görsel imgenin çağrışımsal gücü bu kadar etkileyici olmayabilir. Ama Burcu Orhon’un fotoğrafları, sanatçının çıkış anındaki yaratıcı güç ve iradesinin işlevselliğini ortaya koyuyor; olgu ile yaratıcı ben, bir ve bütün hale geliyor. Bütünsellik açısından merak ettiğimiz bir konu daha var. Acaba sergileme sırasında, sunuma eşlik eden bir müzik yayını var mıydı? Varsa hangi döneme ait caz ezgileri seslendirilmişti? Hatta canlı bir jam session performansı olsaydı tümel imge çok daha güçlü ve etkileyici hale gelmez miydi? Bu sorularımızın muradı, avangard ve deneysel çalışmaların sunumlarının da üzerinde düşünülmesi gereken başat olgular olduğunu anımsatmaktır. Duvarlara asılmış baskı ve çıktılardan oluşan klasik sergilemenin, bu işler için yetersiz olacağı savlanabilir. Klasik sunumun aksine, canlı müzik performansı, projeksiyon, video yerleştirme vb. seçenekler kullanılarak, zamanın ve uzamın bükülme haline, sunumun ve algılayıcıların eklemlenmesiyle algı bütünlüğü ve çoğulluğunun sağlanması mümkün olabilirdi. Ya da Cazın Nabzı, çok daha iyi duyumsanabilir ve duyumsatılabilirdi.
Caz müziğinin yaratıcı potansiyelleri, bu müziği var eden kökendeki kurucu niteliklerle ilişki içerisinde evrimleşirken, kitapta göze gelen görünürlüğün cazın nabzını somutlayan imgeler yarattığını söyleyebiliriz. Renklerle yaratılan çok ritimlilik, doğaçlamanın an ile ilişkisinin göze getirilişi, zamanın ve uzamın bükülerek imgeye açılması, bizce bu kataloğun ve görsellerin en büyük başarısıdır. Burcu Orhon, bu görselliği yaratarak algılayıcılarına etkileyici bir imgeyle sunmuştur. Ve her algılayıcı, temas ettiği görsellik üzerinden tümel imgenin çağrışımlarını içkinleştirerek algı derinliğini oluşturmuş, cazın nabzını kesinlikle duyumsamıştır.
Çünkü caz, yaratıcılığın ve özgürlüğün olanaklarını sonsuzla ilişkilendirebilen, müzikal bir dışavurumdur ve bireylerin özgür kalabildiği kolektif bir üretimdir…
(*)Burcu Orhon, Cazın Nabzı, YKY, 1.Basım, Mayıs 2011, İstanbul