“odun kesmek” romanı için doğaçlama bir epilog(*)
Sevgili Thomas Bernhard;
“Odun Kesmek” adındaki romanınızı okudum. Acı çektiğimi söylemeliyim. Geçen bunca zamana karşın hiçbir şeyin değişmediğini görüyorum. Bu gerçeğin ayırtına vardığım an aşağıdaki sözcükler çıkageldi. Bir şeylerin bizi birleştirdiği kıyının ölüme, yokluğa ve hiçliğe hayli yakın olduğunu düşünüyorum ve bu düşüncem anksiyete atağına neden oluyor. Çaresizliğin, umutsuzluğun, hiçlik duygusunun derinliğine batıyorum. Belki bir sözcük ellerimden tutacaktır. Belki daha da derine sürükleyecektir. Bilemiyorum. Hiçbir zaman bir “Berger Koltuğum” olmadı. Eğer birileri böyle bir koltuk hediye ederse, bizim mahallenin kedilerine bağışlayacağım. “Gibi” olan her şeyden, sanatsal akşam yemeklerinden ve tadında toplantılardan uzak durmaya çalışıyorum. Ama hala midem bulanıyor ve dünyanın bütün doktorları bu bulantımın psikolojik olduğunu, “kafamı” değiştirmem, yükselen değerlere uyum sağlamam gerektiğini, yoksa mide bulantımın asla geçmeyeceğini söylüyor. Sanırım bu bulantıyla yaşamaya çalışacağım. Her zaman gittiğim meyhanede, geçen akşam rastladığım, yolunu ve galiba tanrısını da yitirmiş bir yalvaç; yılan günlerinin daha uzun yıllar süreceğini, ancak yeterince uzun bir ömrüm olursa ve yılan günlerinin sonuna ulaşırsam, mide bulantımın da sona ereceğini söyledi. Oldukça şaşırdım ve ne çare ki mide bulantım daha da yoğunlaştı. Acaba siz biliyor musunuz, lanet olası bu yılan günleri ne vakit sona erecek…
yılan günleriydi…
sokak kedileri ihanette ve yalanda ustalaşmıştı
karanlığın piçleri yok etmişti lal umutlarını düş çocuklarının
sanatsal akşam yemeği’ nin lanetinden kurtulamamıştık
mide bulantım kronikleşmişti, artık engelleyemiyordum
içimden çıkardığım kusmukla güzelleniyordu yemek organizatörleri
“O’nun” boynunu kıran urganın kıvrımlarında düzenleniyordu
sanatsal akşam yemekleri…
oyuncular maskelerini parlatıyor
suratı değil sureti olanlar durmadan çoğalıyordu
yıllar geçmiş ama hiçbir şey değişmemişti
yılan günleriydi…
sokak kedileri ihanette ve yalanda ustalaşmıştı
sürekli düzenleniyordu sanatsal akşam yemekleri
urgan hep aynıydı, çırpınan cesetler hep farklı
kendini asanlar, bir yerlerden atanlar, “ameliyatını icra edenler”
tanrısını kendi yaratanlar… urganın ucunda çırpınıyordu ve
sanatsal akşam yemekleri hiç aksatılmıyordu çünkü
aslı olmayan suretler utanmazdı, arsızdı, durmadan sırıtırlardı
hayatın soytarıları şiirler okurdu sanatsal akşam yemekleri’nde
sanatsal edaları altında ezilirdi yeni yetme sözcükler
midem bulanıyordu…
sokak kedileri ihanette ve yalanda ustalaşmıştı
ölümün sahnesinde bir büyük komedyaydı izlettirilen
trajik hayatlar zorla estetize ediliyor
sanatsal akşam yemeklerinde egoları kasılıyordu davetlilerin
midem bulanıyordu…
sokak kedileri ihanette ve yalanda ustalaşmıştı
hiçbir şey değişmemişti–neden değişmiyordu hiçbir şey
hiçbir masraftan kaçınılmıyordu-kaçınılmazdı
ne de olsa sanatsaldı ne de olsa akşam yemeğiydi
yenilecek içilecek yenilecek içilecekti
“doyuncaya, tıksırıncaya” kadar tıkanacaktı yemek erbabı
yılan günleriydi…
sokak kedileri ihanette ve yalanda ustalaşmıştı
Berger koltukta oturan adam yıllar önce ölmüştü
çürümüştü elleri, gözleri, bedeni…
geriye kalanları toprak canlıları yemişti
öfkesi toprağa karışmıştı, o toprakta gelincikler yetişmişti
ama hiçbir şey değişmemişti
sanatsal akşam yemekleri cemiyetin ilgi odağıydı
eksikliği duyumsanan tek şey;
urganın ucunda sallanan
az önce boynu kırılmış
dili dışarıya sarkmış… bir cesetti
her gün taze bir ceset bulunamıyordu
bu sebepten kimi zaman ertelenebiliyordu sanatsal akşam yemekleri
sanat sevicileri ve cemiyetin ileri gelenleri
iştahlarını ve heveslerini ilk müntehire kadar dizginliyorlardı
midem bulanıyordu…
sokak kedileri ihanette ve yalanda ustalaşmıştı
yılan günleriydi…
maskelerin gücü adına yüceltiliyordu bütün sahtelikler
herkes suretini bezemekle meşguldü
gibi’yi yaşıyorlardı-tarih bitmişti
maskelerini çoğaltıyorlardı-anlam ertelenmişti
kimsenin suratı yoktu, çünkü sureti vardı herkesin
midem bulanıyordu…
sokak kedileri ihanette ve yalanda ustalaşmıştı
“piyasalar, sanat sevicileri”,usta oyuncular, haz pezevenkleri
her taraftaydı
her şey bacak aralarına indirgenmişti
am ve sik arasındaki girme çıkma eğrisinin lineer artımı
ritüeliydi çağın
çünkü bedenler ilk ve son anamalıydı asılsız suretlerin
dolar yeşiline bekaretini satıyordu erdemin fahişeleri
ve oyuncuları hayatın
yılan günleriydi…
sokak kedileri ihanette ve yalanda ustalaşmıştı
Van Gogh’un kesik kulağı, Artaud’un elektro şok çığlıkları
ve dökülen dişleri
Nerval’in sokak lambası, Beşir Fuat’ın mürekkep hokkası,
Pavese’nin kalemi
en gözde hediyelikleriydi suratı olmayan suretlerin
keyifle düzenleniyordu sanatsal akşam yemekleri
güneş her gün bu dünyayı aydınlattığı için depresyona girmişti
biraz lityum azcık valyum veya prozac her derde çareydi
medyanın türedi yalvaçları ele geçirmişti bellekleri ve bilinçleri
her an en ücra sinir uçlarının bile ırzına geçiliyordu ama
bir ömre bedeldi sanatsal akşam yemekleri
magazin programlarında sürekli sırıtan kadavralar
durmadan gülümseyip kamuoyunu bilgilendiriyorlardı
kim kiminle düzüşmüş
kimin kime kaç ihanet borcu varmış
kim kıçını gerdirmiş etek tıraşı olmuş
eskort kızların dolar paritesi neymiş
ve daha bir sürü “yaşamsal” haber aksatılmadan yayımlanıyor
düzüşmelerin çetelesi tutuluyor stadyum ayinleri düzenleniyordu
midem bulanıyordu…
sokak kedileri ihanette ve yalanda ustalaşmıştı
vibratör ve suni vajina modellerinde yenilikler ve kampanyalar vardı
aslolan hazzın kendisiydi bedenler fani birer araç
allanıp pullanan, süslenip püslenen kozmetik sanayiine
çok paralar kazandıran ideal bedenler, idealce düzüşme gayretiyle
meydanlarda sokaklarda caddelerde et pazarlarında sergilenip
anal ve oral çağrışımlarla talep yaratıyordu
asıllar yoktu çünkü suretler vardı
cemiyet haberlerinde, sanatsal akşam yemeklerinde görünebilmek
mücevherlerini şakırdatarak jazz, blues, flamenco, fado, tango ve
türkü konserlerine gidip egzotik kederler yaşamak
sentezin sentezini yaratıp her şeyle uzlaşarak
hayatı boka çevirmek tek erdemdi
midem bulanıyordu…
yılan günleriydi…
sokak kedileri ihanette ve yalanda ustalaşmıştı
kussam kusmuğum bu suratsız suretlere bir lütuftu
çünkü anlam ertelenmişti, çünkü gibi yaşanıyordu, çünkü tarih bitmişti
her an çoğalan asılsız suretlerin tek derdi
“tadında” halledebilmekti her şeyi
cemiyetin her tarafına ve dahi kültür sanat alemine de
bulaşmıştı “tadında” virüsü, çok tehlikeliydi
şiir tadında toplantılar düzenleniyordu
sanatsal akşam yemeklerinin tek yumurta ikizleri ve
en ciddi rakipleriydi şiir tadındaki toplantılar
edebiyat tadında sohbetler roman tadında anılar
resim tadında manzaralar heykel tadında nesneler vs.
üretiliyordu durmadan
gün geçmiyordu ki “tadında” bir şey yapılmasın
kültür sanat organlarında “tadında ürünler” yayımlanmasın
şiir tadında öyküler öykü tadında şiirler roman tadında resimler
resim tadında romanlar heykel tadında besteler ve daha neler neler
yılan günleriydi…
sokak kedileri ihanette ve yalanda ustalaşmıştı
hiçbir şey değişmemişti
midem bulanıyordu…
sokak kedileri ihanette ve yalanda niçin ustalaşmıştı
kurtuluş yoktu o ilk günahın lanetinden
o ilk sanatsal akşam yemeğin’den, kurtuluş yoktu
hiçbir şey değişmemişti
midem bulanıyordu…
sokak kedileri yalanda ve ihanette nasıl da ustalaşmıştı
bu tadında meraklıları öyle böyle değildi
“imaj hiçbir şeydir, susuzluğunu dinle” şiarından ilham alan
zamane piçlerinin kulağına “müteşebbis büyük ruh” üflemişti
pazarlama meleği bu “tat” meraklılarının ellerinden tutmuş
yaratıcıları da “yürü ya kulum demişti”
billboardlarla bütün kentler işgal edilmişti
hijyenik ped reklamıyla roman tadında bir “kitabın” reklamı
komşu billboardlarda yan yana sergileniyor
kitlenin yüce beğenisine arz ediliyordu, en çok tüketilen en iyiydi
dünyanın bütün pazarlamacıları birleşmişti
ve benim midem bulanıyordu…
sokak kedileri ihanette ve yalanda ustalaşmıştı
yılan günleriydi…
talepler de patlamıştı popçuların ve topçuların patlamasının ardından
her köşe başında kaldırım kenarında çok paralar kazanılıyordu
ne kadar tüketirsen o kadar değerliydin çünkü
kıçındaki markalı jean’in kalitesi insanlığının işaretiydi
ama hala anlaşılamamıştı bu “tadında” meselesi nasıl bir şeydi
acaba sindirim sistemi, işkembe, mide, kalınbağırsak,
anüs gibi organlarla
batini bir ilişki mi kurulmuştu yoksa
işkembe-i kübradan fırlama bir yalan mıydı her şey
tadında ürünler diye bir A.Ş. seri üretim mi yapıyordu
ve bir dolu embesil tadında ürünler yaratıp afili fotolarla
tadında dergilere çıkıp tadında yaşıyordu
tadında tanıtım yazıları yazanlar ve bu yazıları dizenler
ve tadında editörler
ve bu reklamları yapanlar ve bu reklamların
tadında metinlerini üretenler
ve bu yazıları basanlar… hiç utanmıyordu
Berger koltuktaki adamın gözleri fal taşı gibi açılmıştı
bir tanrıya inanmazdı ama başka bir olasılık bulamamış
şaşkınlık içerisinde haykırmıştı:
“Tanrım, bunları da mı sen yarattın?”
midem bulanıyordu…
sokak kedileri ihanette ve yalanda ustalaşmıştı
yılan günleriydi…
gibi gibi’ydi her şey ve tadında yaşanıyordu
sanatsal akşam yemekleri almış başını gitmişti
neler neler oluyordu, inanılmazdı
bir dişi ve tadında yazar fazla kiloları nedeniyle
nereden getirttiği bilinmeyen, kıçını yerleştiremediği klozete sığamadı diye
yeni çıkan “tadında kitabının” tanıtım kokteylini erteletmişti
yayınevi çok paralar kaybetmiş bunun üzerine
“tadında bir kitap ”sözü daha vermişti şiş göbek yazarımız
nasıl olsa gibi ve tadında yaşanıyordu
bu kadarcık kusur kadı kızında bile olurdu değil mi ki
yazar tadında bir dişi yazarda olmasın
midem bulanıyordu…
sokak kedileri ihanette ve yalanda ustalaşmıştı
yılan günleriydi…
midem çok kötü fena bulanıyordu
hayatı bok çukuruna çevirenler mutluluktan geberiyordu
kahkahaları parfüm kokularına karışıyor, tadında ve
gibi yaşamanın coşkusuyla
irin,döl ve vaginal akıntılarla bezeniyor, sırasızca düzüşüyorlardı ve sonra
sanatsal akşam yemeklerinde arınmaya çalışıyorlardı, iğrençti
maskelerden ve oyunculardan ve “hayat bir oyundur” diyerek
oynamayı rol kesmeyi sahteliği yücelten tiyatroculardan iğreniyordum
sahteliğin ve arsızlığın kitabını yazanlar rollerini paylaşanlar
oyunlarını oynayanlar… hepsi, hepsi mide bulantımı artırıyordu
yılan günleriydi…
sokak kedileri ihanette ve yalanda ustalaşmıştı
bir kabus olmalıydı bir karabasan olmalıydı… uyanmalıydım
bir karabasan olmalıydı bir kabus olmalıydı… uyanmalıydım
uyanamayacaktım… uyanamayacaktık… uyanamayacaktınız…
yılan günleriydi…
sokak kedileri ihanette ve yalanda ustalaşmıştı
karabasan sürüyordu… sürecekti… hep sürmüştü…
(***)
(*) Thomas Bernhard 1931’de gayrimeşru bir çocuk olarak Hollanda’da dünyaya geldi, çocukluğunu annesi ve onun ailesiyle birlikte Avusturya’nın çeşitli şehirlerinde geçirdi. 1957’den başlayarak serbest yazarlık yaptı. Hayatı boyunca geçimini yazarlık sayesinde kazanmış olan yazar, 1989 yılında Gmunden’deki (Yukarı Avusturya) evinde öldü.
Thomas Bernhard, İkinci Dünya Savaşı sonrası Alman edebiyatının en önemli yazarlarından biri sayılmaktadır. Genel olarak eserlerinde ülkesi Avusturya’ya karşı büyük bir öfke görülür. Taşranın dar kafalı tutuculuğu, düşünsel gelişime sekte vuran bencilliği ve dışlayıcılığı yazarın üzerinde en çok durduğu temalardır.
Adı “Odun Kesmek” olan romanı, Viyana sanat çevrelerinin ikiyüzlülük ve yapaylıkla örülü dünyasının üzerine bir dostunun intiharının açığa çıkardığı öfkeyle yazılmıştır.