Şiirlerinden hazırlıklı olmam gerekiyorsa da Sevda ile Kara romanında yine beklentilerimi aşan kurgu siyasetinle az çok bozguna uğramış gibiyim. Demek Serdar Aydın okurluğum tam donanımlı bir okurluk olmayı daha başaramamış…
Romanın üzerine uzunca düşünmeme karşın uzunca yazarak ikimizin de kıt kaynaklarını zorlamayacak birkaç tümce çatmak, kafamda en sonunda somutlayabildiğim bir iki soruyu sormakla yetineceğim için beni bağışlayacağını umuyorum.
Daha adından başlayarak değişmecesel (metaforik), oldukça kişisel, olması umulabilecekten daha da çok özelleştirilmiş (ben‘lenmiş), üstelik bu yönde istifini bozmadan pupa yelken, neredeyse kayıtsızca diyeceğim ve üstelik bu kayıtsızlığından poetika üreterek ilerleyen Sevda ile Kara‘nın yalınkat melo’sunda inanılmaz bir meydan okuma görmekle ileri gitmiş saymalı mıyım kendimi?
Neye meydan okunuyor ayrıca bir sorudur ama genelleyerek, kurumlaşmış güncel anlatı yazınımıza bir meydan okuma, deyip soruyu içimde tutacağım. Dünya ve Türk güncel anlatısının dili yaşadıklarımızın hakikatinden koptu mu ve karmaşık (kaotik) olayı karmaşık dille yan(k/s)ılamanın açık, duru görüyü engellediğini mi düşünüyorsun? Oysa resim sanatında uç anlatıları, deneysel girişimleri coşkuyla karşıladığını sanıyorum.
Ama kurguda, olabileceğin (mümkünün) en dibini bulmak, tüm eğreti katmanları soyup öze varmak gibi bir yapıçözüm içinde gibisin. Peki ulaşabileceğin yerin seni öte yandan taşıyabileceği tuzağı nasıl göze alabildin? Rahatlıkla küçümsenen bir çizgiye bağlanma ve dışarıda tutulma riski yok mu? Günümüzde anlatıcı, onun arkasında yazar genelde kendini silmek için parendeler atarken (Aslında son son tam tersi tutumu da gözlemlemiyor değilim.) ve bu yönde inanılmaz teknikler geliştirilirken ve sen elbette tüm bunları çok iyi biliyorken başa dönmen, yeniden, sıfırdan başlıyor izlenimi vermen doğurabileceği tüm sonuçları göze alınmış bir cesaretin dışavurumu mu?
Plastik sanatlarda, resimde heykelde ilkelcilik (primitivizm) denebilecek saflık arayışıyla kurgunu ilişkilendirmek doğru olur mu? Balçığı, atığı, çöp katmanlarını kaldırmak, masumiyeti, üstelik adını koya koya, bastırarak öne sürmek, bakın neyi unuttuk demenin bir yolu mu?
Burada Yeşilçam melosunu kasıtlı bir canlandırmadan umulan bir şey mi var? Yoksa Fassbinder girişimi mi söz konusu?
Okur (seyirci) elbette okurluğu boyunca, üstelik ard– ve eşzamanlı başka okurlukları da üstlenerek berkittiği yerinden olma tedirginliğiyle senin bu yeni ama eski dilinin (kurgunun) karşısında deneyimlerini seferber edecek, savunmaya geçecek, seni çağcılın, hatta ardçağcılın zehirli aygıtlarıyla (aparat) eleştirecektir. Çünkü göze alınan risk sahiden yüksek… Kendini (Ben olarak kendini) öne sürmen bunun bir kanıtı. Sonuçta tüm birikimin ayraç içine alındığı ve okurun kendini okur sanmasına yol açan nesi varsa tümünden kopup başlangıçlara savrulduğu bir okuma deneyimine dönüşüyor Sevda ile Kara okuması.
Sanırım okuru yuvasından (habitus) taşırmak, onu yer(leşikliğ)inden aşırtmak, okur olma uydumculuğundan kuşkulandırmak ve üstelik tüm bunları en yalın, duru başlangıç biçimine (arkaik form) dönerek yapmak (poetik niyet dediğim bu), okurun anımsamaktan utanç duyduğu ilk okurluğunu beklenmedik zaman ve yerde anımsatarak okurluk siyasetini gözden geçirmeye zorlamak gibi önemli bir derdin var. Okura karşı ödünsüz olduğunu önceki çalışmalarından az çok kestiriyordum zaten.
Başarılar, iyilikler, yeni kitaplar ve kitaplar, diliyorum.
Aynı şeyi söyleyeceğim. Bunlar kendi okurluğuma ilişkin gözlemler. Yapıtının çözümlemesi değil, bende yarattığı ve ürettiği izlenimler, sorular… Benim okumaktan anladığım da çıkarabileceğim bir iki soruyla ilgilidir gerçekte.
Her şey için teşekkür ediyorum sevgili Serdar Aydın.