Nima Yuşiç (1896 – 1960):
Asıl adı Ali Rıza İsfendiyari olan ve Modern İran şiirinin kurucusu kabul edilen Nima, 1896 yılında İran’ın kuzeyindeki Mazendaran Eyaletine bağlı “Yuş” köyünde dünyaya geldi. Babası tarım ve hayvancılıkla uğraşan Nima, Hazar Denizinin sahilinde yaşama imkanı bulması şiirine F.G. Lorca’nınkine benzer müthiş bir doğa algısı ve betimleme yetisi kazandırır. Nima çocukluğunu 12 yaşına kadar “Yuş” köyünde geçirir. Bu süreçte birçok yaz ve kış kampına katılarak gerek değişik yerler ve insanlar görme gerekse de bu kamplarda ateş etrafında klasik efsane ve öyküler dinleme fırsatı bulur. Okuma yazmayı kendi köyünün imamından öğrenen Nima, 12 yaşından sonra ailesi ile Tahran’a yerleşir. Bir Katolik eğilimli Fransız St. Louis kolejine yazılan Nima şair hocası Nizam Vefa sayesinde şiirle özellikle de Fransız modern şiir ile tanışır. Özellikle Belçikalı sembolist Emile Verhaeren (1855-1916)’e ilgi duyar ki Verhaeren de kendinden önceki şiir biçemine karşı çıkarak her şairin kendine ait bir biçemi olmasını savunurdu. Verhaeren yoğun sıklıkla sembolik anlamda kullandığı “gece” imgesinden Nima biraz da kendi dönemindeki “karanlığı” da çağrıştıracak şekilde istifade etti. Nima, Fransızca’nın yanında kendi özel gayreti ile kısa sürede Arapça diline de hakim olur. Modern eserlerin yanında Nima aynı zamanda Fars Edebiyatının temellerini teşkil eden Mesnevi, Dîvân-ı Hafız, Şahname, Bostan ve Gülistan’ın izini sürerek kendi şiir medeniyetine dönemin birçok şairine göre daha yakın bir aşinalık kurar. Nima gelenek içerisinde yeni bir gelenek yaratabilmiş öncü ozanlardandır.
Şiiri Mesnevi’nin etkisindedir. Nima’nin ilk kitabı klasik şiirin izini sürer. Ancak bir yıl sonra Nima’nın 25 yaşındayken “nevbahar” adlı haftalık gazetede “Ey Gece” adlı şiirini yayınlaması ile klasik şiirin savunucuları tarafından saldırı konusu olur. Bu şiir İran şiir geleneği içerisindeki aruz kalıbını ve beyit formunu yıkarak “serbest ölçü” tarzında yazılmış ilk şiir olarak kabul edilir. Aslında Nima’dan önce de bu tarz yazan birkaç kişi vardı ancak hiçbiri Nima gibi hem Klasik şiiri hem de yeni şiir formlarına hakim olmadıkları için yazdıkları gelenek ile bir bağ kuramadan unutulup gitti.
Nima her ne kadar modern şiir formunda yazdıysa da geleneksel şiirin bütün özelliklerini kenara atmadı. Onun şiirleri halen kafiye taşıyordu ( Kafiyeyi modern İran şiirinde ilk defa kaldıran şair Ahmet Şamlu’dur. Şamlu Nima’yı kendisinin hocası kabul edip İran edebiyatında “Beyaz Şiir”in temsilcisidir.) Nima, eski kalıplar içerisinde yeni kalıplar yaratma yoluna gidiyor, gül-bülbül-kadeh mazmunlarının yanında yavaş yavaş modern dönemin insanına ait büyük bir yalnızlık ve yabancılık acısını şiirinin merkezine alıyordu. Bu yönüyle eski ve yeni şiir arasında esnek bir geçiş sağlıyordu. Onun sayesinde belirli bir zümreye ait olan şiir, acısı ve derdi olan herkes için artık Farsça dilinde söylenebilme ya da en azından okunabilme özelliğini yakaladı. Nima’yı yaptığı yenilik açısından Türk Şiir’inden biriyle kıyaslamak gerekirse onu bizdeki Neoklasik tarzın temsilcisi olan Yahya Kemal ile karşılaştırabiliriz.
Nima Yuşiç şiirde yarattığı yeni biçem ile farklı kafiye gruplarını kullanmış, yeni ritmik kalıplarla ortaya çıkan kısa ve uzun mısralarla fantezik gösterge sınırını da aşarak kısa sürede Ahmet Şamlu, Ehavansales, Reza Berahani dahil bir çok genç şairi etkiler ve modern İran şiirinin temellerini atar.
Ahmet Şamlu daha sonra Nima’nın etkisinin yanı sıra Rus formalistlerinden özellikle Mayakovski’yi de örnek alarak modern şiirde daha ileri gider ve “beyaz şiir” adıyla kafiyeyi de hiçe sayan ve tamamen serbest ölçüye sahip bir şiirin öncüsü olur. (Türk Şiirinde buna benzer bir atılımı Nazım Hikmet yapmıştır.)
Nima Yuşiç, 1930’lara kadar şiirlerini rahatça yayınlayamamıştı. Rıza Şah’ın düşüşünden sonra Nima 1939 yılında Sadık Hidayet’in de yazarları arasında bulunduğu “Musıki” dergisinin başyazarları arasına girer. Böylece şiirlerini düzenli bir şekilde yayınlama fırsatını bulur. Şiirlerinin ana kaynağını modern insanın acı ve ızdırabı teşkil eder. Baudlaire’in “Bu dünyanın dışında bir yer” diasporasına karşı İran edebiyatına ait zengin birikimiyle o sürekli insanın kendi özüne, toprağına geri dönüşün umudunu taşır. Serbest ve sembolik tarzda yazdığı “Efsane (Ah Fesane!)” şiiri ile Nima geleneksel şairlere ve klasik şiir anlayışına meydan okuyarak edebiyat çevrelerini sarsar ve İran şiirini başka bir mecraya taşır.
Nima yaşı ilerledikçe toplumdan kopar ve kendi yalnızlığına gömülür. 19 Ağustos askeri darbesi Tudeh Partisinin dağıtılması sonucu musıki dergisi de kapatılır. Zamanla Nima sosyal şehir hayatından tamamıyla soğur ve hayata karşı ümidini yitirme sınırına gelir. Artık şehir ve kent onun için dayanılmazdır. Kendi toprağı yani köyü “Yuş” onu beklemektedir. Ömrünün geri kalanını eşi Aliye Hanım ve oğlu Şeragim ile beraber köyünde geçirir. 1960 yılının soğuk bir kış gecesinde Nima Yuşiç geride halen tazeliğini koruyan şiirlerini ve yolunun takipçilerini bırakarak bu dünyadan göçer.
EY İNSANLAR
Ey sahilde uzanmış mutlu ve güleç insanlar
Suda can vermekte olan birisi var
Bildiğiniz bu hırçın ve karanlık deniz üzerinde
Bir kişi var ki sürekliliğin el ve ayaklarını çırpıyor her dem.
Bir zaman ki düşmana galip geldiğinizin hayali ile sarhoş
EY İNSANLAR
Ey mutlu sahilde ve güleç uzanmış insanlar
Can vermekte olan suda birisi var
Bildiğiniz bu deniz ve hırçın karanlık üzerinde
Bir kişi var ki el ve ayaklarını çırpıyor sürekliliğin her dem.
Bir zaman ki galip düşmana geldiğinizin hayali ile sarhoş