HAL BİLDİRİMİ: 74
Küstah bir hüzne budalaca edilen sözlerin altına dinamit döşemek isterken, kendisini bir anda soğuğun karşısına dikilmiş buldu ve durdu. Soğuktan nefret ediyordu. Durumunun ne kadar aptalca olduğunu düşündü. Ölüm döşeğine kapanmadan önce soğuğa duyduğu öfkesi ile barışmak için tanrıya yalvardı.
Sabırsızdı, az kalsın karşısına dikilen soğuk, iç geçirdiğini fark edecekti ki elleri ile yüzünü kapadı. Burnu kıpkırmızı olmalıydı. Parmak uçları ile kulaklarını yokladı. Kulakları olduğu yerde duruyordu fakat kıkırdak yapılarından ötürü çıt diye kırılıp dağılsalar oracıkta, soğuğa rezil olacaktı.
Ceplerinin birinde sigarasının olduğunu anımsadı ama soğuğa duyduğu nefret yüzünden elleri sigaranın durduğu cebi anımsayamadı. Belli etmeden, içinden küfrediyordu: “siktiğimin sigarasını nereye koydum ki!” Ciğerlerine dalan soğuk havanın hırıltılarına karıştırdı nefesinin hırıltılarını. Ön ve arka ceplerini bir daha yokladı. Peşinden ceketinin iç ceplerine baktı; “daha demin içtim bir tane ama şimdi bulamıyorum.”
Hırçınlığını belli etmek istemiyordu. Tanrı korusun, soğuk onun unutkan olduğunu bilseydi kim bilir ona neler neler yapacaktı.
Giderek daha da ürkütücü olmaya başlayan soğuk, boz yılanlar gibi tıslıyordu. Burnunu karıştırdı fakat karıştırdığını gizlemek için kaşıyormuş gibi yaptı. Bazen yaptığı işleri etrafta kimsecikler olmasa da gizleme gereği duyuyordu. Kaşlarını çattı, sinirini elinden geldiğince belli ederse korktuğu belli olmayacaktı. Birilerini kandırmaktan nefret derecesinde haz alıyordu. Bu hastalıklı hazzın bilinçli görevini yerine getirmek için soğuk ona bütün bahaneleri veriyordu.
Sarhoş olsaydı bu kadar üşümezdi, bu kadar üşümeseydi soğuğun karşısında daha acımasızca durabilirdi. Hep lanetlediği o merhamet dileyiciliğini azıcık olsun becerebilseydi, soğuktan şefkat ve merhamet dileyebilirdi. Sırf dikkatini dağıtmak için yüzündeki şeytani korku gırtlağından sevdiği o şarkının sözleri olup, soğuğun yüzüne, gözüne sürtünüyordu: “Hapishane duvarında bir çift güvercin!”
Kısa bir sessizlik. Elleri taş kesmek üzereydiler. Dans salonlarında kızlara dokunan ellere iç geçirdi ama ağladığını da belli edemezdi. Ağlamak korku belirtisiydi. Yüzü tamamen istem dışı kalmış, bıyıkları dudaklarını rahatsız ediyordu. Biraz önce karıştırdığı burnu akmaya başladı ve ani bir harekele arkasını döndü soğuğun yüzüne, “Allah rüzgârın belasını versin! Ne bok yemeye sürekli aynı yönde esiyor bu?” dedi.
Ön tarafı, devrim yapmış gibi kupkuruydu. Mürekkepsiz hokkaya dönmüştü. Biraz daha dayanabileceğini biliyordu ama sırasıyla, ön ve arka tarafını dönerek soğuğa karşı durmalıydı. Rüzgârı arkasına aldığında soğuğa karşı tarih yazabilirdi.
”Mutlaka bir sevgili bulmalıyım ve şu lanet soğuğun sol gözünün dibinde en yüksek sesli öpüşme teknikleri üzerine çalışmalıyım” diye geçirdi içinden. Zaman geçmek bilmiyordu. Saat, aşağılık bir sıçan gibi yerin altına inmişti.
Bu konuda söyleyeceği çok sözü vardı ama uzatmak istemiyordu. Rüzgârı arkasına alan soğuk, bir şeyler fısıldıyordu. Kulakları gerizekâlılaştı; fısıltıların anlamını anlamaları için beynine sinyal göndermiyordu.
Kasvet verici değildi de neydi bu manzara? Mümkün olsa hiç hareket etmeyecekti. Oracıkta donacaktı!
Yazarın, “Hal bildirimi” adlı dosyasından…