J. Alfred Prufrock’un Aşk Şarkısı
T.S. Eliot
S’io credesse che mia risposta fosse
A persona che mai tornasse al mondo,
Questa fiamma staria senza piu scosse.
Ma percioche giammai di questo fondo
Non torno vivo alcun, s’i’odo il vero,
Senza tema d’infamia ti rispondo.
“Eğer yanıtımın yeryüzüne
dönecek birine verildiğine
inansaydım, sesi soluğu kesilirdi bu alevin;
duyduklarım doğruysa, kimse
canlı çıkamamış buradan, bu nedenle
ihanet tasası taşımadan yanıt veriyorum işte. …
Dante Alighieri, İlahi Komedya,
Cehennem, Yirmi Yedinci Kanto,
Türkçesi: Rekin Teksoy
Gidelim o halde, sen ve ben,
Göğe karşı sere serpe yatarken akşam
Eterlenmiş bir hasta gibi masada;
Gidelim, handiyse terk edilmiş sokakları geçerek
Tek gecelik ucuz otellerin huzursuz gecelerinde
homurdanan yalnızlıklardan
Ve istiridye kaplı, talaş içindeki lokantalardan:
Sokaklar ki sıkıcı bir ağız dalaşı gibi
Gizli bir amacın
Düşer ardınıza, kahredici bir soruya götürür seni
Ah, “Bu nedir ?” diye sormayın
Gidelim biz ve yapalım ziyaretimizi
Kadınlar odada, döner ağarlar
Ağız ağıza Michelangelo üzerine konuşurlar.
Pencere camlarına sırt sürten sarı sis,
Pencere camlarına burnunu sürten sarı duman,
Yaladı diliyle dört bir yanını akşamın,
Salındı durdu
Lağım sularına karışan havuzlar üstünde,
Aldırmadı üstüne dökülmesine bacalardan düşen kurumun
Kayıverip gitti taraçanın yanından, sıçrayıp anide,
Ve görüp yaklaştığını ılık bir ekim gecesinin,
Ve daldı uykuya, kıvrılıp yattı bir zaman böğründe evin.
Ve bakarsanız aslına olacaktır zamanı
Sokak boyunca sağılıp giden o sarı dumanın
Pencere camlarına sürterken sırtını;
Olacaktır zamanı, olacaktır zamanı
Tanıştığınız yüzleri karşılayacak bir yüzle donanmaya;
Öldürmeye ve yaratmaya olacaktır zamanı,
Ve olacaktır zamanı bütün işlerin
Ve tabağına bir soruyu koyup kaldıran ırgatların zamanı;
Senin için ve benim için olacaktır zamanı
Ve yüzlerce kez yaşanan ikirciklenmelerin,
Ve yüzlerce düş ve düşlem için olacaktır zamanı
Bir dilim kızarmış ekmek ve çay almadan önce.
Kadınlar odada, döner ağarlar
Ağız ağıza Michelangelo üzerine konuşurlar.
Ve aslına bakarsanız olacaktır zamanı
Merak etmenin, “Cüret eder miyim?” ya, “Cüret eder miyim?”
Geriye döndürmeye zamanı ve merdivenleri inmeye,
Bir kellikle tam ortasında saçlarımın–
(Diyeceklerdir: “Nasıl da cılızlaşıyor saçları!”)
Sabahlığım, çeneme doğru dimdik uzanan yakam,
Basit bir iğneyle tutturulmuş şık ve sade kravatım–
(Diyeceklerdir: “Bakın, nasıl da zayıf kolları ve bacakları!”)
Cüret eder miyim
Bozmaya düzenini evrenin?
Bir an sürse de vardır zaman
Bir dakikanın tersyüz edeceği kararlar ve düşlemler için.
Hanidir bilirim onları, tanırım enikonu:
Bilirim akşamları, sabahları, ikindileri,
Kahve kaşıklarıyla ölçmüşümdür yaşamımı;
Tanıyorum ölen bir güzle ölen sesleri
Bir öteki odadan yayılan müziğin bastırdığı.
Öyleyse nasıl görmeliyim geleceği?
Ve çoktandır bilirim gözleri, tanırım enikonu–
Uydurulmuş bir sözceyle seni alt eden gözleri,
Ve ben uydurulduğumda, takılıp da bir iğne ucuna,
İğnelendiğimde duvara ve kıvranıp dururken
Öyleyse nasıl başlamalıyım
Tükürmeye artıklarını günlerimin ve dünlerimin?
Ve nasıl görmeliyim geleceği?
Ve çoktandır bilirim kolları, tanırım enikonu–
Bileziklerle süslü ve ak pak ve çıplak
(Fakat ışığında lâmbanın, ayva tüyleriyle bezenmiş!)
Bir elbiseden yayılan parfüm mü
Beni böylesine saptıran?
Kollar ki uzanmış bir masaya boylu boyunca
ya da sarmalanmış bir şalla.
Ve cüret etmeli miyim öyleyse?
Ve nasıl başlamalıyım?
Söylesem mi, akşamın alacasında yürüdüm gittim dar sokaklar boyu
Ve çıplak kollarıyla pencerelere yaslanmış yalnız adamların
Pipolarından tüten dumanları seyrettim?…
Kertikli bir çift ıstakoz olmalıyım ben
Asude denizlerin dibinde sektirip giden.
Ve ikindiler, ve akşamlar uyusunlar böyle erinç içinde!
Okşadıkça ince uzun parmaklar,
Dalıp uykuya… yorgun…ya da hastaymış gibi,
Uzanıp yatmışlar yere, yanı başımıza senle benim.
Çaylar, pastalar ve dondurmalardan sonra
Bulmalı mıyım kendimde o gücü
sürüklemeye bir çıkmaza o â’nı
Ama ağladıysam da bir yandan oruç tutup, ağladıysam ve yakardıysam da,
Gördümse de (parıldayıp duran) başımın bir tepside getirildiğini,
Bir yalvaç da değilim a— mesele mi şimdi bu;
Ve gördüm yüceliğimin cüceleştiği o â’nı
Ve gördüm, tutarken paltomu ve sırıtırken ölümsüz Uşağı,
Ve doğrusu bu ya, korktum.
Ve her şey bir yana, değer miydi bunca zahmete
O fincanlar, o marmelat ve çaydan sonra,
Porselenler arasında söyleşirken sen ve ben ağız ağza,
Değer miydi onca çabaya,
Kestirip atmak için meseleyi bir gülücükle
Bir topaca çevirmek için sıkıştırıp da evreni
Yuvarlayıvermek sonra o kahredici soruya,
Demek için: “Ben Lazarus, gelirim ölüler arasından,
Gelirim ve anlatırım size her şeyi, anlatacağım da”—
Deseydi ya biri, gömüp de başını yastığa, umursamadan
“Hiç de bu değil kastettiğim;
Hiç de bu değil.”
Ve her şey bir yana, değer miydi bunca zahmete
Değer miydi onca üzüntüye
Günbatımlarından, avlulardan ve ıslanmış sokaklardan,
Romanlar, çay bardakları ve yerleri süpüren eteklerden sonra—
Hem bunlar, hem nice başka şeyden sonra?—
Ne gelir elden içimdekini söylemekten başka!
Ama büyülü bir fener parça parça yansıtmış gibi sinirleri bir perdeye:
Değer miydi onca üzüntüye
Ya biri gömüp de başını bir yastığa ya da sıyırıp atıp da şalını
Ve deseydi çevirip başını pencereye doğru:
“Hiç de bu değil,
Kastettiğim hiç de bu değil.”
Yo! Ne Prens Hamlet’im, ne de olmak niyetim;
Bir maiyet lorduyum sadece, ki yapacaktır biri elinden geleni
Göz doldursun diye bir gösteri, koyacaktır birkaç sahne ortaya,
Öğüt verecektir prense; kuşku yok, kolay lokmadır,
Uyumlu, işe yaramaktan mutlu
Politik, müşkülpesent ve temkinli;
Ağzında ağdalı sözler, ama biraz kalın kafalı
Bakarsanız aslına, kimi zaman gülünç adamakıllı—
Handiyse kimi zaman Aptalın teki,
Kocamaktayım…Kocamaktayım…
Kıvırıp pantolonumun paçalarını, öylece dolaşacağım.
Arkadan mı ayırsam saçlarımı? Yesem mi bir şeftali?
Geçirip flanel beyaz bir pantolon, dolaşacağım sahilde öylece.
Duydum ki şarkılar söylüyormuş birbirlerine deniz kızları.
Sanmam bana da söylesinler şarkılarını.
Gördüm onları, dalgaları aşıp denize açılırken
Tarıyorlardı ak saçlarını savrulan dalgaların
Savururken rüzgâr suları alı al moru mor.
Oyalandık durduk odalarında denizin,
Kızıl kahve deniz yosunlarıyla süslü deniz kızları yanı başımızda
Ta ki uyandık insan sesleriyle, boğulduk sonra.
Türkçesi: Recep NAS
K A Y N A K Ç A
(1) Doç. Dr. Sevim KANTARCIOĞLU, T.S. Eliot’un Şiirlerinde İnsanın Kendisini Gerçekleştirme Teması, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., 1987.
(2) a.g.y.
(3) a.g.y.
(4) a.g.y.
(5) Recep NAS, J. Alfred Prufrock’un Aşk Şarkısı’nda İnsanın Kendisini Gerçekleştirme Teması Üzerine Bir Deneme, SÖYLEM Kültür ve Sanat Dergisi, Sayı: 12, Mart 1996, (1) No’lu Dipnot: Hallac-ı Mansur’un ‘Enel Hak-Ben Tanrıyım’ diyerek yolunu çizdiği felsefesine bir gönderme.
(6) Grover Smith ve George Williamson’dan aktaran Sevim KANTARCIOĞLU.