Postacının, getirdiği mektubu teslim etmek için neden kapı açılana kadar beklemediğini, mektubu neden kapının altından alelacele bırakıp kaçmaya çalıştığını anlamaya çalışıyordum mektubu yırtarken.
Mektuplar hep yırtılır; yırtılmayan hiçbir mektup, mektup değildir… Bu işte Tahir’in bir parmağı olabileceği, kendi mektubunu, postacı kılığında kapıma kadar getireceği aklıma bile gelmemişti. Komşular söyledi Tahir’in mektubu kapının altından atıp, kaçaradım kaçtığını; apartman boşluğundan… Görmüşler Tahir’i… Okumuşlar bile yazdıklarını benden önce; Tahir’i zaten tanıyorlarmış yazdıklarımdan…
Hiçbir komşumla hiçbir iyi ilişkim yok aslına bakarsanız; Tahir’i bana neden hatırlattılar, bu dedikodu furyasına onu neden dahil ettiler, bilmiyorum.
Kendi mektubunu kendi eliyle bir kapıya bırakan ilk insandı Tahir!
Mektuplar yazanını bağlamaz oysa; yazan, daha mektubu yazarken kaybolur yollayacağı adreste. Düşünür durur o adresin caddeleri, sokakları arasında. Cümleler yerli yerinde ve imla kuralları uygunsa eğer, bulur gideceği yeri.
Tahir herhangi bir mektupta kaybolmadan, sadece kendi mektubunda yazdığı o birkaç tümce ile yazdıklarının sonunu getirmeyi başarabilmiş, yazdığı mektubu kapıma kadar ulaştırıp, zile basıp kaybolmuştu.
Komşular öyle demişlerdi, Tahir, demişlerdi; mektubu kapının altından atıp kaçan adam için… Hiç konuşmadığım, tanımadığım komşular söylemişti o gece Tahir’in kapıma kadar gelip o mektubu bıraktığını…
Tahir’in çocukluğumda tanıdığım kişisel nedenlerimden çoktan unuttuğum kişiliğinin kapıma kadar zahmet edip bana bir mektup bırakması, Otuz beş yıl, hatta ilk tanışmamızdan hesaplarsam, Otuz altı yıl daha geriye gidip, yeniden o berber dükkanına gitmemi gerektirmedi.
Sanırım o yola yeniden yolcu olmamı, her şeyi sil baştan yeniden hesaplamamı istemedi Tahir… Hesapladım da ne oldu ki?
Keşke bu mektubu Otuz beş yıl önce, bile isteye, başıma geleceklere razı olarak gittiğim o berber dükkanında İsmail’le, Canti’yle, Eren’le beraber açma şansım olsaydı, hissi uyandı bende. Eren’in, mektup hakkında bilmediğim, onun, benden çok daha önce keşfettiği ayrıntıları olabilirdi. Eren, benden çok daha önce tanımıştı Tahir’i. Tanımak bir yana, sanki tarihini yazmıştı onun. Tahir’in bütün yazdıklarına ve ona gelen mektuplara, mutfağın mozaik tezgahı altında Tahir’in sakladığı bütün gizlere hakimdi Eren. İçin için merak ettim mektubun içini.
Bir gizin biri tarafından gizlenmesi onun giz olacağı anlamına gelmezdi elbette.
Yine de Tahir’in bir giz olduğunu düşünüp, Eren’in bana onun hakkında anlatamadıklarını, bildiklerini, sakladıklarını… Biliyormuş gibi yapıp, bilmediklerini öğrenmek istedim… Konu karışmaya başladı işte yine İsmail. Tahir’e, onun gizlerine yoracak kafa yok ne yazık ki şu saatte bende! Mektuba dönüp, Tahir berber dükkanında okuduğum o cümlelerinden farklı ne yazmış, okumak istiyorum…
Tahir’in yazara yolladığı mektubun tıpkıbasımıdır!
Sayın eren, bildiim bir kanun var sa, yazılan herşey para!
Çin çinden duydum, beni gelip otuzbeş yıl önce ziyaret ettin. Ben seni tanımadım hiç oysa lakin… haberim olmadı ziyaretinden. ve lakin, çok para kaldırdıını duydum beni, hayatımı yazarak, kallav bir kitap yaptığını, söylediler
Benim sırtımdan para kazanmak kimsenin harcı degill şimdi kadar. Yazdığın her satır ve sayfada hak… para. ben, bir emekçiyim.
Tanışmadım ama yinede herkez beni tanıdığı için sayın erende tanır dedim. Ondan yazdım bu mektubu.
SENİN altına koyarımda, Lütfen hakkımı geri öde. çok borcun var bende…
Kirli..