“Verilenle yetinmek yaşamımın temel ilkesi olmaya ta o zamanlar mı başladı, bilemem? Her şey için, en çok da sevgide, hep sevgide. ‘İstemek’ geri çevrilmek ve onuru kırılmak demek. Bundan çok korkuyorum. Birinin sevgisini, hep kendimden bir şeyler vererek hak ederim sanıyorum. Durmadan veriyorum, veriyorum.”
Resimde ve edebiyatta durmaksızın üretmeye sevdalı, “yaşsız ve zamansız” bir kadın, Ülkü Yalım Günay. Yazarın ilk kitabı “Eski Bir Fotoğraftan Yola Çıkarak, Epsilon Yayıncılık tarafından okurla buluşturuldu. Sarsıcı öykülerden oluşan kitapta kadın sorunları ve ülkemizin verileri ışığında kadın olma hallerinin zorlukları dile getirilse de, yazarın düşüncesine göre “Kadınların yaşadığı acıların ve olumsuzlukların kaynağında çoğunlukla erkekler olduğuna göre, öykülerin başkahramanları da onlar demektir.” Günay ile acı deneyimlerin ve uzun yılların birikiminden süzülen öykülerini, çok yönlü sanatçı kişiliğini, Ankara’nın kültür ve sanat hayatını, ömür ile hayat arasındaki incecik çizgiyi konuştuk.
“Sanat, hayatı yaşanabilir kılar”
-Eğitimci olarak görev yaptınız, adınızdan söz ettiren bir ressamsınız ve öykü kitabınız Kasım 2013’de raflardaki yerini aldı. Öyküyle nasıl buluştunuz, kitabınızın hazırlık sürecinden bahseder misiniz?
Eğitimci olarak çalışma sürem çok uzun değil. Kendi seçimim olmadan meslekten ayrılmak zorunda kalmamınsa acı bir öyküsü var. Demek ki, acı deneyimler biriktirme tarihim oldukça eski. Ayrımcılığın, erkeklerin lehine işlediği bir coğrafyada yaşıyoruz. Ülkemizde, kadın – erkek eşitliği gibi bir kavramı özümseyememiş kitlelerin, kadına bakışı, kolay kolay değiştirilemeyecek denli taşlaşmıştır. Benim öykülerim de, bu ayrımcılığın yarattığı çelişkilerden, acılardan süzülüyor. Hayatım boyunca aralıksız okudum. Yaşayarak çok şey biriktirdim. Çok uzun bir süredir de yazıyorum. Yazdıklarımı ancak, sivil toplum örgütlerindeki, çok zaman ayırmayı gerektiren görevlerimi bıraktıktan sonra gün ışığına çıkarabildim. “Dünyanın Öyküsü” dergisinin, yaratıcı yazma atölyesine katıldım. Başta sevgili Çiğdem Ülker olmak üzere, yazın dünyasından çok değerli dostlar kazandım, beni yüreklendirdiler. Öykülerimi paylaşmaya böylece karar verdim.
-Sanatın iki dalına temas etmiş bir ömürde, paletinizdeki renklerden dağarcığınızdaki sözcüklere uzanarak yaşamak, sizde “hayata dair” ne tür hisler uyandırıyor?
Sanat, hayatı yaşanabilir kılar. Ben resim yaparken arındığımı duyumsarım. Tüm olumsuzlukları, kirlenmişlikleri, uğradığım haksızlıkları, çevremde kıran kırana yaşanan anlamsız çatışmaları unuturum çalışırken. 1985’den bu yana 31 kişisel sergi açtım. 32. sergim yolda. Sözcüklerle renkleri eşdeğer tutuyorum. Türkçe, vurgun olduğum dil. Onu doğru kullanmaya, her türlü olanağından yararlanmaya, derinlerden çıkardığım duygularımın çözücüsü olarak kullanmaya çalışıyorum. Geçmişimde yaşanmış acılardan – tıpkı resim yaparken olduğu gibi- yazarak arınıyorum. Aynı heyecan, aynı tutkuyla…
“Okumayı, yazmayı ve resim yapmayı sürdüreceğim”
-Ressam kimliğinizin yazarlığınıza katkısı olduğunu düşünüyor musunuz; tablo çizer gibi yazdığınız ve sonunda öykülerinizi sergilediğiniz söylenebilir mi?
Güzel bir soru. Evet söylenebilir. Kitap çıkarmak da, resim sergisi açmak gibi, yapıtınızı izleyiciye sunmak anlamına geliyor. Zaten, sanatın bir dalıyla uğraşıyorsanız, diğer dallarını da seviyorsunuz demektir. Örneğin, resim yaparken müzik dinlerseniz, başarınız artar. Yazarken de renkleri, biçimleri, lekeleri, doğayı, kısaca görsel sanat ögelerini betimlemelerinize katarsanız, yazdıklarınızı daha inandırıcı, daha renkli kılarsınız. Sözcükleri yerli yerine koymak da bir tür resim yapmaktır bence. Tüm sanat dallarının değişmez ortak paydası olan güzel duyu (estetik) kaygısı, hangi sanat dalıyla uğraşırsanız uğraşın, değişmez kaygınızdır.
–“İnsan ömrü uzadı, birikim ve deneyimimizin çok yoğun olduğu yaşlılık günlerimizi en verimli şekilde değerlendirmemiz gerekir” diyorsunuz. Yaşsız ve zamansız bir kadın olarak “sanatla gençleşmek” olgusuna katılıyor musunuz?
Bu soru yanıtı da içeriyor. “Yaşsız ve zamansız” saptaman çok hoşuma gitti, teşekkür ederim. Sanatın insanı genç kıldığı doğru. Bu bence sanatçının “daha yapacak çok işim var” düşüncesiyle kendine yüklediği işlevden ve sorumluluktan kaynaklanıyor. Yaşlanmaya zaman bulamıyor sanatçı. Ömrümün kaç yıl olduğunu bilmiyorum. Ama önümdeki yılları boşa geçirmeye hiç niyetim yok. Okumayı, yazmayı ve resim yapmayı sürdüreceğim.
“Önce erkekleri eğitmemiz gerekir”
-Öykülerinizde kadının erkek karşısında değişmeyen yazgısını, evlilikteki yük ve sorumluluğunu, aşk adına intihar, tecavüz, şiddet ve cinayeti, kadın cinselliğinin bastırılmışlığını okuyoruz. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde; kadınların, kendilerini ve dünyadaki yerlerini öğrenmeleri, erkeklerle eşit haklara sahip olduklarını anlamaları için sizce neler yapılabilir?
8 Mart Dünya Kadınlar Günü için söyleyeceklerim, ülkemizde kadın sorununun çözümünü çok kolay ve yakın göremediğim için, ne yazık ki iyimser şeyler olmayacak. Olsa olsa herkesin bildiği bir gerçeği vurgulayabilirim; Arapsaçına dönmüş bu sorunun çözümü, erkeklerin bakış açısını değiştirmekte yatıyor. Önce onları eğitmemiz gerekli. İlk başta söylediğim gibi, taşlaşmış önyargıları değiştirmek çok zor. Eğitim sistemimizin çağdaşlaştırılmasıyla, ki yakın bir gelecekte pek olanaklı görünmüyor, amaca uzun erimde ulaşılabilir belki. Sorunu çözmek kadınların tek yanlı yapabileceği bir şey değil. Biliyorsunuz, ben uzun yıllar, ÇYDD Ankara Şubesi YK başkanlığı yaptım. Bu dernek, 25 yıldır, kadınlarımızı, kızlarımızı hatta erkeklerimizi bilinçlendirmeye çalışıyor. Kısaca, sorunun boyutlarını çok yakından bilenlerden biriyim. Kurulduğumuzdan beri, erkek bakışının baskın olduğu siyasal iktidarların, yoğun baskılarını yaşıyoruz. Kadını yalnızca doğuran, çocuk büyüten, evinde oturup verilenle yetinen, politikadan, yönetim orunlarından uzak duran, edilgin bir konumda görmek isteyen zihniyeti yok edemediğimiz sürece bu sorunu çözmek zor.
-“Parkta” öykünüzde karakterinizin sorguladığı bir cümleden yola çıkarak yanıtlamanızı istersek; sizce “Bu toplumun, tecavüze uğrayanlar hakkındaki hastalıklı düşünceleri sürdükçe, kadınlar bedenleri üzerinden ahkâm kesenlerle nasıl başa çıkacak?”
Yanıt, yukarıda söylediklerimle bağlantılı. “Kadın evinden çıkmasın, çıkarsa umacı gibi örtünsün, saçının bir telini bile göstermesin, kuyruk sallamasın (ne kadar aşağılayıcı). Bunlara uymazsa da, başına geleceklere razı olsun.” Bir çeşit gözdağı yani, yıldırma politikası. Her gün gazetelerde okuduğumuz, görsel basında izlediğimiz kadın cinayetlerinin kökeninde de hep aynı zihniyet var. Kadına bir eşya gibi sahip olma saplantısı. Ya da, belki daha derinlerde, onun gücünden korkma.
“Ankara’da, gençlerin yazına ilgisi umut verici”
-İlk kitabınız olması itibariyle Ankaralı okurlarınızdan ve eleştirmenlerden nasıl tepkiler alıyor; bu anlamda Ankara’nın kültür ve sanat hayatını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu ilk kitabım hakkında okurlardan çok olumlu tepkiler alıyorum. Pek çok kişi, öykülerde kendi yaşamından izler bulduğunu söylüyor. Dili beğeniliyor. Ama henüz kitap çok taze. Hakkında bir eleştiri yazısı çıkmadı. Umarım ilerleyen günlerde, daha çok okuyucuya ulaşır, ciddi anlamda eleştiriler alır. Ankara’nın kültür ortamı, günümüzde, geçtiğimiz yıllara göre biraz daha canlı. Yeni dernekler, şair- yazar adlarını yaşatmaya yönelik yeni kulüpler kuruluyor. Öykü Günleri düzenleniyor. Yazma atölyeleri, okuma grupları çoğalıyor, dolayısıyla yazına gönül verenlerin sayısı artıyor. Gençlerin yoğun ilgisi umut verici.
-Kadın öykülerinin devamı gelecek mi, yoksa erkek öyküleriyle mi şaşırtacaksınız okurlarınızı; ne dersiniz..?
Ben aslında kadınlar üzerinden erkeklerin öykülerini anlatıyorum. Kadınların yaşadığı acıların ve olumsuzlukların kaynağında çoğunlukla erkekler olduğuna göre, öykülerin başkahramanları da onlar demektir. Aslında ezen- ezilen öyküleri yerine, eşit bireyler olarak, yaradılış özellikleri nedeniyle çatışan eşit güçlerin öykülerini yazmak isterdim. “O günler de gelir” umudumu hep sıcak tutuyorum.
Söylemeden geçemeyeceğim bir şey var. Bana, “yaşın hiç önemi yok Ülkü Hanım. Önemli olan yazdıklarınız” diyerek bu gecikmeli ilk kitabımı yayınlayan sevgili Ömer Yenici’ye, bu fırsatla teşekkür etmek istiyorum.