Bir toplum dibini nasıl görür? “Dip bilgisi” nasıl edinilir?
Zor ve zamansız sorular. Alkoliklerine bakarak elbette. Madde bağımlılarına bakarak, sokakta yaşayan evsizlere bakarak, cezaevlerine bakarak, huzurevlerine bakarak, çocuk esirgeme evlerine bakarak, hastanelerine bakarak vs. “Dip”, “dibi bulmak”, “dibe vurmak”gibi kavramlarla ilgilenmek, çamuru göze almak demektir. Buna da kimse yanaşmadığından elimizdeki bilgiler sınırlı. İki sözcüğün yan yana gelmesiyle çıkan anlamla, o sözcüklerin görsellerinin yan yana gelmesiyle çıkan anlam aynı şey değil. Yani “dip” kelimesiyle “bilgi” kelimesinin yan yana gelmesi, “dip bilgisi”nin kendisiyle aynı şey demek değildir.
Aşağıdakilerle yukarıdakiler hep var. Bu sınıflar hiç değişmedi, hatta aralarındaki uçurum arttı. Aynı terazide değiliz. Aynı şeylerle beslenmiyoruz. Aynı hayatı yaşamıyoruz. Adam havuzdan çıkıyor, biz logardan çıkıyoruz. İstisnalar kaideyi bozmaz evet, burada da bozmuyor. Fakat istisnalar kaideye girer ve bir daha da çıkmazlar. Aynı aynalara bakmıyoruz. Dolayısıyla birbirimize ayna olamıyoruz. Aynı tablonun içinde değiliz. Onlar bize dışarıdan bakıyorlar, biz de onlara… İçimizdeki bazı zavallılar, onların hayatını seyretmek, hatta o hayata katılmak istiyorlar. Oysa onlar bizi görmek dahi istemiyorlar. İşte sınıflı toplumların kaba çelişkisi. Seni görür görmez, hangi çamurdan geldiğini anlarlar. Yani dibi sen yaşarsın, “dip bilgisi”ne onlar ulaşır. Sana olan merakından değil bu, kendini koruma içgüdüsünden.
Toplumdaki bazı şeyler o kadar eskimiş ve yıpranmıştır ki temizleyemezsiniz bile, öyle kullanmak zorunda kalırsınız. Düzelteyim derken başka bir yerleri patlak verir.
“Yenik/ yitik” insanlarla doludur toplumların dibi. Bu durum evrensel. “Dipdekiler”e kimse dokunmak istemez, üzerlerine bulaşmasınlar diye. Devlet kendi insanının üstünde çalışıp bunu gerçekleştirir. İtirazlar da çok cılız kalınca, bundan başka seçenek yokmuş gibi durur. Devlet genellikle istifini bozmaz. Çok özel durumlar olması lâzım bunun değişmesi için. O durumlarda da lütfediyormuş gibi yapar, yaptıklarını. Pişman eder seni, bu “yardım”ı kabul ettiğin için.
Devlet çok huyludur, fakat iyi huylarını hep burjuvalarına, yöneticilerine gösterir. Onlar için kullanır. Alt sınıflar, diptekiler pert olmuşturlar zaten. İyi bir şeyler olmasını akıllarına bile getiremezler. Bu çamurun içinde insan, kendini arar da bilemez. Örneğin televizyonda izlediğim bir haberi aktarayım size. Sanırım selden sonra, her taraf çamur, Atatürk heykelini tazyikli suyla yıkıyorlar. Heykel bronz, çamurdan kurtuldukça kendine kavuşuyor. Sonuç; çamurlu bir Atatürk heykelinden, çamursuz bir Atatürk heykeline kavuşuyoruz, tekrar. Tıpkı toplum, çamurun içinden kafasını çıkarıp da eylem yapınca, onlara da tazyikli su sıktıkları gibi. İronik benzerlikler bahçesinde yaşıyoruz.
İnsan, besleyip büyüttüğü hayvanları yiyen tek canlı türüdür. İnsan, insanı da besleyip büyütür ve sonra da yer. İnsan, insanı yer. İnsandan insan yapmak üzere değil, insandan av yapmak üzere kurulu bir sistemdir bu içinde yaşadığımız. Avlarda yem ve av, her zaman illa ki ölür. Bu değişmez bir gerçektir. Yaralı kurtulan bir av da, kaçayım derken aynı çamura saplanıp ağır ağır, çırpınarak ölür. “Dip bilgisi”yle çamur, öz kardeş gibidir.
Çoğul tıkanıklık, zamanla toplumsal tıkanıklığa dönüşüyor. Elin mutluluğuna televizyondan bakıp eğlenen, hatta daha çok kıskanan bir toplum olduk. Etrafımız yarışmalarla sarıldı. Bunlar çamur değil de ne!? Eve çamurlu ayakkabılarımızı çıkarıp giriyoruz ama, televizyondan bütün dünyanın çöpünü zihnimize alıyoruz. Kaçacak bir yer yok artık. Tıpkı 77 yıl önce yazılmış, Horace McCoy’un “Atları da Vururlar”(1935) adlı romanındaki gibi. Televizyon, bu toplumun dibindeki çamurla insanları kımıltısız bırakmak için var sanki. İzlerken ölüyoruz o koltuklarımızda kımıltısız. Cesetlerden oluşan bir geçmiş de, bu günümüze hükmediyor sonunda.
Yeryüzündeki en derin çukur, yani dünyanın göbek deliği geliyor sanki, dip deyince insanın aklına. Dipte doğanlar baştankara bir hayatı miras olarak devralıyorlar ailelerinden. Dipten baktığında devlet de olduğundan büyük görünüyor. Bir toplum dibini göremezse, önünü de göremez. Önünü göremeyen toplum da zamanla dibi boylar.
Özgürlük çaresiz görünüyor. Yine de soru sormaya devam, soru varsa umut da var, mıdır acaba? “Eşitliğinizi, özgürlüğünüzü” alıp, götünüze sokun!… diyesi geliyor insanın.